Jason Taverner, ünlü bir şarkıcı ve Tv şovu sunucusudur. 30 milyon insanın hayran olduğu bir fenomen, aynı zamanda elitist bir genetik mühendisliği ürünüdür. "Altılar" diye bilinen bu üstün insanlardan olan Taverner'in dokunulmazlığı eski flörtlerinden birinin intikam almasıyla kalkar. Başka bir gerçekliğe uyanan şovmen gene aynı polis devletindedir, zaman kayması da yoktur... Ama kimliksizdir, hiç doğmamış hiç işlenmemiştir. Artık dokunulmaz değildir, ünlü değildir. O hiç kimsedir, artık sıradandır: Herhangi bir muhbirin polislere satacağı isimsiz bir kanun kaçağı...Kendi gerçekliğine,ününe ve hayatına kavuşabilecek midir?
Ustanın kurduğu dünyada ırkçı, baskıcı bir düzen hüküm sürmektedir. Öğrenci ve öğretmenler üniversitelerde karantina altına alınmış, bodrumlarda kurdukları kibubtz'larda hayatta kalmaya çalışmaktadırlar. Polis devleti temellerini bürokrasiyle sağlamlaştırmış, medya desteğiyle güçlendirmiş ve mahremiyete her an tecavüzle perçinlemiştir. Burası öyle bir dünya ki, kimliksiz olmak zorunlu-işçi-kamplarına tek seferlik bilet anlamına geliyor. Paranoyak ve güven yoksunu ortam, muhbir kaynayan sokaklarla pekişiyor. Benjamin Franklin göndermesiyle pekiştirilen tersine bir toplum mühendisliğinin ürünü olan bu dünya, dehşet verici bir distopya.
Ana karakter, hedonist, bencil, ırkçı, hırslı ve sadakatsiz bir adam. Spot ışıklarının altına dönmek dışında bir gayesi yok. Bu herkesin birbirini kullandığı dünyada o sıradan bir adam, herkes gibi kullanıyor ve kullanılıyor. Elitizmi ve şöhret imalarını bu karakter üzerinden eleştiren yazar, polisleri, "sistemin koruyucularını" da boş bırakmıyor. Takım elbiseli avcı-katiller değil onlar, her insan gibi günah ve sırları var...Polisler bile bilinçaltlarında sistemi desteklemiyorlar. Nostaljik hobilere sahip olan karakterler, geçmişe özlemin elit kimselerin tekelinde olduğu çıkarımıyla desteklenirken sisteme karşı duruş iması da taşıyor. Polislerde medyayı ustaca kullanıyorlar; aslında kaçan da kovalayan da şov dünyasına ait. Her iktidarın ıslak rüyası olan "ölüm-şalterleri" ( kill-switch) 'e sahip olan polislerden kaçış yok burada.
Dünyanın dayattığı yalnızlık ve güvensizliğe kalkan olsun diye üretilen küçük telepat oyuncaklar, çoğu zaman insanlardan daha dürüstler. Tıp tarihinin en ilginç vakalarına el atmaya devam eden yazar, nörofizyolojik bozukluğu, psikoz ve nevrozları yetkin bir şekilde kullanmış. Kaçan ve kovalayan arasındaki dansı güzel aktaran yazar, geçişleri düalist bir dengede vermiş okurlara. Empati ve sempati gibi kavramları bulundurmayan karaktere, bu kavramlara en uzak kişiler yardım etmeye çalışıyor ( tıbbi iktidar olarak aldım yergiyi ) Sübyancılık, homoseksüellik, ensest, psikozlar, sanal seks, cinsel esaret gibi çok cesur motifler ören usta, çok güzel bir esrar halüsinasyon senkronu kurgulamış. Freudyen sürçmeleri kıvrak kullanmış ve kelime oyunlarıyla oyulmuş zekice bir kara mizah katmış kitabına.Karakterlerini samimi ve yersiz itiraflarla detaylandırmış, çok güçlü tasvir, çıkarım ve fikirlerle pekiştirmiş.
Çok iyi bir romanı berbat etmenin en iyi yolu kötü bir çeviri olsa gerek...
Basım öyle özensiz yapılmış ki, Editörün "yanlış çeviri/..." diyerek başlayıp, cümlenin doğru çevirisini verdiği bölüm dâhi dizgiye girmiş!
Yayınevi macerasını büyük bir beğeniyle izlediğim 6:45 yayıncılığın bilim kurgu çevirilerinin başarısızlığı, türün okurlarının artmasının, mevcut okurların keyifli kitaplar okumasına engel oluşturuyor.
Yayınevinden daha özenli çeviriler, kapaklar bekliyorum.
Notun düşüklüğü eserin edebi değerinden ziyade, çevirinin değersizliğinden kaynaklanıyor!
Jason Taverner, ünlü bir şarkıcı ve televizyon yıldızıdır. Her hafta yayınlanan programı milyonlarca hayranı tarafından izlenmektedir. Bu zenginlik ve lüks içindeki yaşamı, eski metresinin intikam alma girişimiyle sekteye uğrar. Kıskanç kadının saldırısından sonra hastaneye kaldırılan Taverner, gözlerini sefil bir otel odasında açar. Oraya nasıl geldiğini hatırlamamaktadır. Üzerinde hiçbir kimlik bulunmadığı gibi ne onu hatırlayan bir tek kişi vardır ne de var olduğuna dair bir kayıt.
En sevdiğim bilim kurgu yazarlarından biri olan Philip K. Dick’in oldukça enteresan gelişen ve şaşırtıcı bir sonuca bağlanan bu romanı maalesef rezil edilmiş. AltıKırkBeş Yayınları tarafından basılan kitap, son zamanlarda değil, hayatım boyunca okuduğum en kötü tercümelerden birine sahipti. Kitapta çeviri hatalarının olmasının yanı sıra anlatım bozukluğu demenin bile yetersiz kalacağı dil yanlışları diz boyu. Görülen o ki kitabın çevirmeni İngilizce’ye hâkim olmadığı kadar Türkçe’den de bîhaber.
Kitabın içeriğinden çok çevirisinin berbatlığından bahsettim, farkındayım ama cidden çok kötüydü. Anlatılan hikâyeye odaklanmanızı engelleyecek ve can sıkacak ölçüde kötü. İleride başka Philip K. Dick romanlarının farklı bir yayınevi (tercihen İthaki) tarafından basılması dileğiyle.
Tipik PKD romanlarından biri. Ancak bu kitabı atipik yapan bazı özellikler de var:
PKD roman kahramanları genellikle toplumun alt kesimlerinden insanlardır. Bu romanda baş kahraman özel genetik yöntemlerle üretilmiş bir TV yıldızı/şarkıcı.
Dick bize bir polis devletine dönüşmüş geleceğin Amerikasını anlatıyor. Başkahramanımız da dahil olmak üzere bütün roman kahramanlarının sıradışı cinsel eğilimleri ve uyuşturucu maddeye yatkınlıkları var. Bütün ilişkiler yüzeysel ve güvensizliğe dayalı.
Dick sadece polis devletinin baskı ve kontrolünde yaşayan yurttaşların depresif ruh hallerini incelemekle kalmıyor, kitabın son bölümünde polis müfettişinin dünyasına da odaklanıyor: Yalnızlık, umutsuzluk, boşluk.
Bu romanda da Dick'in bazen roman için gereksiz gibi duracak sayıda kahraman yarattığını görüyoruz. (Bir diğeri için tipik örnek: Simulakra) Dick'in neredeyse bütün romanlarındaki değişmez konusu 'gerçek nedir' bu romanda da sorgulanıyor.
Kitapla ilgili son üç gözlem daha: 1) Bu kitap (her ne kadar paralel evrenler konusunu işlemiş olsa da) bir bilim-kurgu romanından çok felsefi-romana benziyor 2) Dick'in objeler hakkında derin fikirleri (Bir diğer örnek: Yüksek Şatodaki Adam) 3) 6:45'in her zamanki berbat çevirisi ve dizgisi (artık yazmaktan sıkıldım)