"Hayatın önemsiz şeylerde olduğu gibi önemli şeylerde de, sürekli yalan olduğunu kabul etmek durumundayız. Verdiği sözü tutmuyor hayat, tutsa bile özlediğimiz şeyin özlenilmeye değer olmaktan ne kadar uzakta bulunduğunu göstermek için yapıyor bunu. Kimi zaman umut, kimi zaman da umulan şey aldatıyor bizi. Bir eliyle verdiğini öteki eliyle alıyor. Uzaklığın büyüsü cennetler gösteriyor bize. Ama büyülenir, büyülenmez, bu cennetlerin uçup gittiğini görüyoruz. Demek ki mutluluk ya gelecekte, ya da geçmişte; şimdik an, güneşli ovanın üzerinde dolaşan bir küçük buluta benziyor önü arkası pırıl pırıl bu bulutun; ovaya yalnız onun gölgesi düşüyor."
o zamanı göz önünde bulundurdugumuz zaman doğru tespitlerde bulunmuş yazar ama şimdi ki zaman için tespitler geçerli değil...
Yazarın anlatımı çok ağır. Her okurun anlayabileceği bir eser değil. Ben anlamakta - tam olarak anlayabildiğimi de sanmıyorum- çok zorlandım. 73 sayfalık kitap anlamak için beynimi zorlamaktan uyuştu valla =))
Schopenhauer'in dediğinden anladığım şudur ki ;
Aşk terimi ve ilişkilerin ilk meydana geldiği arzu dolu bakışlarla beraber , birbirini anlama eylemi tamamen yeni bir varlığın(yani bebeğin,çocuğun) meydana gelebilme ihtimali üzerine kurulur.
Zaten bir noktadan sonra düşünceleri bana , sevgi ve aşk teriminin aslında olmadığını ve kendinden doğan eksiklikleri tamamlayabileceğin bir kişi arıyormuşsun gibi bir görüntü sunmaya çalıştı. Kısacası pazardan sebze ve meyve almaya benzetmiş durumu.
Bir çok kısımda değindiği noktalar akla uygun gelirken , bazı noktalar artık günümüzü temsil etmekten uzaktır.
Hoşuma giden bir kaç cümleyi de alıntılamıştım, bunlar :
" Kişi kendisinin eksikliğini duyduğu mükemmelliyetleri arzu edecek hatta kendisininkilerin zıttı olan kusurları güzel bulacaktır."
Zaten kaçınılmaz bir düşüncedir bu. Lakin altta paylaşacağım cümle de ister istemez içimizde kopan fırtınaların bazen muhakkak paylaşılması gerektiğini vurgulamaktadır yoksa sonu tahmin edilemez boyutlara kadar vardırabilir.
"Aşkın yoğunluğu , öyle yüksek bir dereceye ulaşır ki , şayet tatmin edilmezse dünyadaki bütün güzel şeyler hatta hayatın kendisi bile anlamını yitirir. Bu sebeple her türden fedakarlıkta bulunabilir , şayet tatmini hiçbir şekilde görülmezse deliliğe ve intihara bile yol açabilir."
Beğenerek okudum açıkçası , zaman zaman bazı kısımları yorsa da anlam içeren bolca paragrafı mevcut.
Aşkı o soyutsal düzleminden çıkarıp aslında hepimizin bildiği fakat ısrarla görmek istemediği doğrularıyla birlikte anlatıyor.Kitabın kimi yerleri bizleri kendimizle çelişki içine düşürse de genel hatlarıyla tamamen aşkı ve aşkın koşullarını derinlemesine çok rasyonel bir şekilde anlatmıştır chopen.
Onun yerin dibine soktuğu cinsiyetten biri olarak ne diyeyim nasıl yorumlayayım bilmem ki... Beğenmedim.
http://nazlidinc.blogspot.com.tr/2016/02/aska-ve-kadnlara-dair-schopenhauer.html
Önyargılarımdan sıyrılmış bir biçimde okumaya başladığım kitabın sayfasını her bir çevirdiğimde gördüğüm nefret karşısında irkildim. Kadın cinsine aşağılayıcı ithamlarda bulunan, küçük gören, sanki sadece doğurganlık işlevi için varolduğuna dair söylemler ve değerlendirmeler beni öfkelendirdi.
Schopenhauer kitapta kadınların ne sanattan ne de mühendislikten anladığından dem vurmuş. Hayır bir de kadınlarla erkeklerin kafa yapılarının farklı olduğunu söyleyip şu erkek haliyle kadınların bu dünyadan neler beklediklerini, neler istediklerini anlatmaya çalışması da pek bir manidar olmuş.
Ben müzikten ve resimden hoşlanan bir KADIN mühendis adayı olarak Schopenhauer'un hastalıklı düşünceleri olan abartılmış bir yazar olduğunu düşünüyorum. Okuduğum süreyi de vakit kaybı olarak nitelendiriyorum.
"Tutku, sadece tür için değer taşıyan şey birey için de değerliymiş gibi gösterip onu kandıran bir vehme, bir kuruntuya dayanmış olduğu için, türün amacına ulaşmasının ardından, yanılsamanın ortadan kalkması şarttır. Bireyi eline geçirmiş olan türün ruhu, artık onu tekrar serbest bırakır. Tür ruhunun terk ettiği birey önceki (türe göre) sınırlı, yoksul haline geri döner ve öylesine büyük,yiğitçe ve sonsuz çabaların ardından, kendi hazzının payına, her cinsel tatminin ardından kalandan fazlasının düşmediğini şaşkınlık içinde görür. Umduğunun aksine, daha önce olduğundan daha fazla mutlu olmadığını, türün iradesinin aldattığı kimse olduğunu fark eder."
(Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği)
“Bir kadınla bir erkek birbirlerine karşı şiddetli bir tutku duyuyorlarsa, onları ayıran engeller,ister bir koca ister anne babalar vb. olsun, bana hep yasalar ve insan uzlaşımları bu konuda ne derlerse desinler, bu iki sevgili doğaya ve tanrısal hukuka göre birbirlerine aitmişler gibi gelir.”
(Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği)
"Şairlerin ve yazarların bütün çağlar boyunca sayısız ifadelerle ve deyişlerle dile getirmeye uğraştıkları ve konu olarak bir türlü tüketemedikleri, evet, hakkını bir türlü veremedikleri aşk özlemi, belli bir kadına sahip olma durumuna sonsuz bir bahtiyarlık tasarımı ve elde edilemez olduğu düşüncesine de ifade edilmesi imkânsız bir acı ve ıstırap ilintileyen bu özlem ve bu aşk acısı, malzemesini ebedi olmayan bir bireyin ihtiyaçlarından alamaz; bunlar, burada amaçlarına hizmet edecek, yeri doldurulmaz bir araç elde etme (kaygısıyla kıvranan) ya da bu aracı yitirdiğini gören, bu nedenle de derin derin iç çeken türün ruhunun iniltileridirler. Sadece tür, sonsuz hayata sahiptir; bu bakımdan da onun sonsuz istekler duyma, sonsuz tatminler yaşama ve sonsuz acılar çekme yeteneği vardır. Ama işte bu istek, tatmin ve acılar, burada (dünyada) bir ölümlünün dar yüreğine hapsedilmişlerdir.
Dolayısıyla da böyle bir ölümlünün sonsuz sevinç ve sonsuz ıstırapla dolduğu yerde çatlayıp parçalanmak ister gibi görünmesine ve bunları ifade edebilecek söz bulamamasına şaşmamak gerekir. Demek ki bu durum, transzendental, dünyevi her şeyin üzerinde uçan metaforlarla yükselip yolunu şaşıran bütün erotik şiirlerin yüce türünün malzemesini sağlar. Petrarka’nın tema’sı budur; Aziz Preux’lerin, Werther’lerin ve Jacobo Ortis’lerin tema’sı da budur. Burada söylediklerimizi göz önüne almazsak, bunları ne anlayabilir ne de açıklayabiliriz. Çünkü bu sonsuz değer verme, bu sınırsız beğeniş, sevilenin herhangi zihinsel, entelektüel, hele hele nesnel, reel avantajlarına dayanmış olamaz; çünkü karşıdaki kişi, Petrarka’da olduğu gibi, çoğunlukla,seven tarafından yeterince tanınmamakta;her şeyiyle bilinmemektedir. Sadece türün ruhu tek bir bakışla onun kendisi bakımından,amaç ve hedefleri bakımından hangi değeri taşıdığını görebilir. Büyük tutkular da zaten kuralda ilk bakışta doğarlar:
İlk bakışta sevmeden kim âşık olmuşturki? (Shakespeare, As you like it)"
(Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği)
"Bütün aşklar, istedikleri kadar uçarı, tensellikten, dünyevilikten uzak, ayakları yerden kesik görünsünler, sadece cinsel dürtüde temellenirler: evet, hatta bu âşıklık hali, sadece daha yakından belirlenmiş, daha özelleşmiş, hatta sözcüğün en dar anlamıyla bireyselleşmiş cinsel dürtüdür."
(Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği)