Modern kalsiklerden Stefan Zweig, "Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat " kitabı da yazarın daha önce okuduğum bir kaç kitabında olduğu gibi insanın kendi içindeki duyguları, yaşanmışlıkları, pişmanlıklarını, arzularını ve düşüncelerini sorgulaması üzerine kurgulanmış ( veya gerçek yaşamdan alıntı yapılmış bilemiyorum ) kısa bir roman . Daha çok kişinin iç sesinin ön planda olduğu akış çok akıcı olmasa da yine de kendini okutuyor.
Herkesçe malum olaya, bir kadın yaşamının bazı anlarında kendi iradesi ve deneyimi dışında gizemli güçlerin etkisinde kalır şeklinde olumsuz yaklaşmak, aslında yalnızca kendi içgüdümüze ve doğamızın şeytani yönlerine karşı duyulan korkuyu ifade ediyor. “kolayca baştan çıkarılanlara” göre kendini daha güçlü, daha akıllı ve daha temiz hissetmek bazı insanlara haz veriyor olmalı. Diğer yandan, ben şahsen bir kadının özgürce ve tutkuyla içgüdülerinin peşine takılmasını, genellikle alışılageldiği üzere, kocasının kollarında onu kapalı gözlerle aldatmasından daha dürüst bulurum.
******
… değerli olan her zaman için gerçeğin yarısı değil, tamamıdır.
Elime alınca bitirmeden bırakamadığım, akıcı ve merak uyandırıcı bir kitap. Yaşlı bir kadının gençliğinde yaşadığı ve onda büyük etkiler bırakan bir gününü güvendiği bir adama anlatmasını konu alan yazar bunu müthiş bir dille anlatarak konuya dahil olmanızı sağlıyor. Çok sevdim
Joseph Fouche biyografisiyle etkilenip, Satranç'la bıraktığı sarsıcı etkisi ile Stefan Zweig'in tüm eserlerini okumaya karar verdim. Fransa'nın Riviera kentinde bir pansiyonda geçen öyküde, tutkunun derinliğine inip bir kadının 24 saatini, savruluşunu anlatıyor. Mrs. C.'nin samimi itiraflarını okurken, tutkunun insanı nasıl derinden etkilediğini bir kez daha gördüm.