Mervin R. Starr // Cesedin Şifresi
Hugh de Singleton’un ikinci günlüğü olan CESEDİN ŞİFRESİ her satırında beni meraktan çatlatıp nihai sona ermeyi başararak bitti….
İlk kitaptan aldığım aynı lezzet ve hafiyelik duygusunu bu kitabın her satırında yine hissetmem, günlüğün üçüncüsünü beklemem de en büyük etken….
Tarzıma uzak olduğunu düşündüğüm her kitap bu aralar nedense hep beni yansıtıyor. Sanırım zamanla birlikte bende değişiyorum…
İlk yorumda da bahsettiğim gibi 1365 li yılların en farklı zamanlarını ele alıyor konu, İngilterenin Bampton kasabasında Lord Tilbotun mübaşiri olan Cerrah Hugh bu kez karşımıza yasaklı bölgede avlanan ve iki kişinin ölümü ile sonuçlanan olayların gizemini çözmeye uğraşıyorken çıkıyor…
Cerrah Hugh,ilk olayl dan geçen iki yıllık zaman sürecinde bu kasabaya ve yeni görevine alışıyor, çok şey değişmiş. İlk göz ağrısı Lois evlenmiş ve kendisi hala soğuk yatağını ısıtacak bir eş arayışında..
(Bu satırları okurken çekingen ve utangaçlığını yenememesini keyifle ve gülerek okudum..)
Yazarın olaylara bakış açısını sevdim,günlüğü yazdığı gibi okumayı daha da çok sevdim. Ve beni seride etkileyen en büyük iki etken !!!!
İlki, Cerrah Hugh’un günlüğünü yazdığı gibi okumak
İkincisi,O dönemi farklı bir konu olarak okumak….
Balo salonlarından uzaklaşmak çok iyi geldi..
Bunu ilk yorumda da yazmıştım ve üstünü çizerek tekrarlıyorum..
__ 1365’li yıllarda farklı bir gezinti ve farklı bir bakış açısı istiyorsanız,ve süprizlerle dolu bi konu,kesinlikle okumalısınız…
Günlük dört bölümden oluşuyor. ( ve bu kitapta parşömen
kağıtlarına günlüğe döküşünü okumak çok farklı bir duyguydu…)
1. Kitap : Huzursuz Kemikler
2. Kitap : Cesedin Şifresi
3. Kitap : A Trail of Ink
4. Kitap : Unhallowed Ground
Ayrıca kitabın sonunda üçüncü günlükten bir bölümde okumak merakda bırakmak için yeterliydi :)
TAVSİYEMDİR…
SeRpiL….
CESEDİN ŞİFRESİ son derece keyifleee okuduğum bir kitap oldu... öncelikle yazarın anlatımına bayıldığımı söylemeliyim... bu arada çeviri harikaydı... söylemeden geçmeyeyim....bu seri Hugh Singleton günlükleri olarak adlandırılmış... ve dee adına yakışır bir halde günlük şeklinde karakterin ağzından anlatılmış... ben zaten bu tarz anlatımı çook severim... Cerrah ve Mübaşir Hugh Singleton ile geçen kitapta tanışmış ve kendisini pek bir sevmiştim... bu kez hikayemiz bulunan bir ceset ile başlıyor... ve sonra işler sarpa sarıyor... Cerrahımız önce bir sürü şeyden emin oluyor ama genelde yanılıyor zavallım... ama yine de en iyi şekilde o zor şartlarda sonuca ulaşmayı başarıyor... düşünün adli tıpta bu günkü teknoloji yok! ... parmak izi, DNA testleri yok! ... ulaşım kolaylığı yok (at üstünde dolaşmaktan canı çıktı adamın ;) ) ,yardım alacağı kimse yok! ....orta çağ şartlarında polisiye ve adli tıp nasıl olur ?derseniz buyurun bu seriyi ve bu kitabı okuyun derim!! .... gerek farklı konusu ve güzel anlatımıyla ; ayyy! ben değişik bir kitap okumak istiyorum, son zamanlarda hep aynı şeylerden sıkıldım diyorsanız kaçırmayın ve OKUYUN!... pişman olmayacaksınız! şimdiden keyifli okumalar :)
Melvin R. Starr'ın yazdığı Cerrah Hugh de Singleton'un ''ikinci'' günlüğü CESEDİN ŞİFRESİ okundu, bitti.
Kitabı büyük bir keyifle okudum. Karakterler gerçekçi, kurgu nefes kesiciydi. Kitabın geçtiği dönem (1300'lü yıllar) çok iyi betimlenmişti. Ve diyebilirim ki, yazar gerçekten yüreği ile yazıyor. Esrarengiz bir olayı çok iyi kurmuş, başarıyla çözmüş. :))
Beni bir polisiye romanı olarak en çok etkileyen kısım ise olayların geçtiği dönem. Hugh bir mübaşir olarak katilleri bulmakla görevli, aynı zamanda da bir cerrah olarak cesedi incelemekle yada insanları tedavi etmekle. Büyüleyici kısmı ise şu; o dönemde olmayan aletlerle bunları yapıyor.
Yazarı kimi yerlerde fazla ayrıntıya girmiş buldum, fakat o ayrıntılarda yine o dönem hakkında bizi bilgilendirmeye çalışmış.
Sanırım bu seriyi de bu yüzden seviyorum. Evet yazarın dili başarılı. Çevirisi kusursuz. Kurgusu soluksuz okunuyor. Ama beni çeken kitabın geçtiği dönem... Ne yapayım yani, o dönemleri seviyorum. :)):))):)) Bir kadının yemeğini beğendiğinde geğirip geğirmemeye karar vermek, ibadete giderken kırmızı giysin yoksa o gün kilisiye gidememek... Ve zamanımız da bol bulunan her şeyin o zamanlarda kısıtlı olması. Mesela et veya bir çift ayakkabı...
İşte Cesedin Şifresi'nde geçen olaylar da, olayların çözümü de yasak avcılığa ve bir ayakkabıya bağlı.
Kitapta cinayetler işleniyor. Çözümler aranıyor. Altta yatan sebep ise belli; ''açgözlülük''.
Kısacası Cesedin Şifresi, bize ders veren kitaplardan biri, aslında. Ve kitabı başarılı kılan da yazarın bu konuda ki ustalığı.
Ben bu kitabı severek, bir çırpıda okudum bitirdim. Ve kesinlikle tavsiye ederim !!!
uzun zamandır böyle bir polisiye okumamıştım. Ortaçağ gibi çok eskilerde geçiyor olmasının etkileyiciliğini taşımasının yanında uzun zamandır neredeyse benim nazarımda Agatha'nın kitaplarının tadını bulmanın keyfine beni taşıyan bir kitaptı. Çok şükür iki kitabı Huzursuz Kemikler ve Cesedin Şifresini arka arkaya okudum ve üçüncü kitabı şimdiden hasretle beklemeye başladım. Çayımı soğuttum, insani ihtiyaçlarımı bastırdım, bana seslenenlere kulaklarımı kapadım. Kitabı okurken Üstad Hugh'un lafını bölmek gibi bir hata yapmamaya gayret sarfettim. Üstadımızın iyi br eş aramasına, hayalkırıklıklarına, yanılgılarına, muzip anlatımına kısacası Hugh'a kalbimin bir köşesini seve isteye verdim. Benim için bu kitap, hatırladıkça daima gülümsememe ve kitaplığımda olduğu için kalbimin tatlı tatlı çarpmasına sebep olacaktır. Mükemmeldi...
Melvine Starr'in ve Ustat Hugh karekterinin ikinci kitabi. Yazarin ilk agizdan hikayeyi anlatmis olmasi okuma kolayligi ve kitabi daha cok hissetmemizi, yasamimizi saglamakta. Donem polisiyesi olarak basarili, anlatim olarak basarili ayrica yayinevine ve cevirenede tesekkur ederim. Cok guzel bir kitap.
Cerrahımız ve mübaşirimiz Hugh Singleton'la maceraya devam ediyoruz.
Ortaçağ anlatımlarını seviyorum.
İlk kitabın çizgisinde. Yine akıcı ve keyifli. Yine gülümsetiyor.
Seri ile ilgili genel değerlendirmeyi son kitaptan sonra yaparım.
Huzursuz kemikler "Cerrah Hugh de Singleton" günlüklerinin ilki. Ortaçağ döneminde eğitimini cerrahlık düzeyinde tutan bir gencin (Hugh de Singleton) tesadüfler eseri Oxford yakınlarındaki Bampton Kalesi'ne mübaşir olarak atanmasının ardı sıra yaşanan gizemli cinayetlerde/olaylarda değme dedektiflere taş çıkaran incelikteki araştırmalarının anlatıldığı bir seri. Kısaca böyle özetledim ama yazacak çok şeyim var aslında. Öncelikle romanların geçtiği dönem o denli incelikli bir araştırmanın ardından yazılmış ki satıları okurken otomatikman o zamanlara ışınlanıyorsunuz. Tabi ki bu durumu yaratan tek başına araştırma değil araştırmanın çok becerikli bir kalemle dile getirilişinden kaynaklanıyor. Açıkçası tamamen polisiye kitaplar okuma dönemimde olmam nedeni ile aldığım bir seriydi. Ama bulduğum bundan çook daha fazlası oldu. Hristiyanlık üzerinden olsa da kahraman kanalı ile inancın bu denli naif, saf, temiz ve dürüst bir şekilde düşünülmesi ve yaşanması en başta beni etkileyen kısımdı. Üstat Hugh hayatının her anında kendini dürüstlük, samimiyet ve iman konusunda sorgulamayı borç bilmiş bir karakter. Aklı ile bu boyutta bir inancı öyle harika dengeleyip yaşamına aktarıyor ki insan etkilenmeden edemiyor. Şahsen üç günlüğün ardından hayata bu anlamda bakışım etkilenmedi dersem yalan olur. İmkansızlıklar içinde cinayetleri çözme şekli de ustaca kaleme alınmıştı. Günümüz emniyetinin sahip olduğu teknolojinin zerresinin söz konusu dahi edilemeyeceği bir dönemde cinayetleri/olayları adım adım çözüşü insanı kitaba öyle bir bağlıyor ki ayrıntıcı mekan tasvirleri ya da öğünlerde çıkan yemeklere ilişkin detaylar gözünüze gözükmüyor. Ve Üstat Hugh'un hayatın çeşitli noktalarına dair yaptığı tespitleri atasözü vari bir şekilde yer geldikçe dile getirişi kitaplardan aldığım keyfin diğer bir yakasını oluşturuyordu. Okumanızı tavsiye ediyorum. Şaşırtıcı bir şekilde değişik ve başarılı bir seriydi. Umarım 4.günlük de en kısa zamanda raflardaki yerini alır.