Ömer'in garip halleri, Macide'nin saf ve büyük aşkı...
Ömer'in kendiyle çatışması. İyi ve kötü arasında gel-gitleri. Özellikle Ömer'in Macide ile beraber yaşamaya başladıktan sonra ki buhranları, her şeyi alma isteği. İndirim olan mağazada, kadın çorabını istemsizce alması ve herkesin onu görmüş olduğu hissi. Anlatımlar çok iyidi. Sanki o anda o mağazada Ömeri izliyordum. Macide'nin aşkı ve sevgisi çok başka bir şey. Genel kişiliği zaten oldukça naif, sakin ve ağırbaşlı iken. Hayata ve hayatta olan şeylere/değişikliklere olağan bakması onu başkaları nazarında "garip" kişi olarak adlandırdı. Onun hali ise çok daha fazla dokundu bana. Mektubu yazıp hayatına son vermek istediği zaman. Başkalarının yaptığı şeylerden bile kendini mesul bulması. İçler acısıydı.
O dönemin insaların parasızlıklarını eşe, dosta belli etmemek adına her gün daha da batağa saplanması ayrı bir üzüntü.
Bir de bence Veznedar var. Zavallı adam. Ömer onu tehdit etmeye gittiğinde ki hali ve sözleri. Utancı, hayal kırıklığı.
Kitabın tek kötü yanı Diyalogların bazen haddinden fazla uzun olması. Bir yerden sonra kopma yaşadım çünkü. Ama o dönem yazarların ortak sıkıntıları buydu sanırım.
Okunası ve arşivlenesi bir kitap....
Yazar kelimelerle dans etmiş, onları lunaparka götürmüş.
Yazmış, öyle yazmış ki beni derinden etkiledi.
Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna halt etmiş.
On numara, beş yıldız. Bitmeseydi iyiydi.:)
Bu kitabı okumak için bu kadar beklediğim için o kadar üzüldüm ki anlatamam. Başından sonuna kadar severek okudum. Bir sürü cümlenin altını çizdim. Kitap yazılalı uzun süre olmasına rağmen içindekilerin günümüzde bile geçerli olması beni çok etkiledi doğrusu. Favori kitaplarım arasında yerini aldı. Sizlere de mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Nedense bana Sabahattin Ali'nin diğer kitapları kadar akıcı gelmedi. Fakat okurken insan sık sık kendi kendinizle bi takım hesaplaşmalar içinde oluyorsunuz.
Sabahattin Ali o kadar başarılıdır ki Macide'yi anlatırken Macide,Ömer'i anlatırken Ömer olursunuz okurken.Kızarsınız,yakasından tutup silkmek istersiniz Ömer'i ya da Macide'ye çek kapıyı çık demek istersiniz..
Kürk Mantolu Madonna ile karşılaştırmanın bu esere haksızlık olacağı kanaatindeyim. Bir devam kitabı muamelesi yapıp aynı tadı beklemek,son sayfayı çevirdiğinizde size hayal kırıklığı hissettirebilir.Kürk Mantolu Madonna'dan aldığınız gazla bu kitaba sarıldıysanız önerim yeni bir dünyanın kapısını araladığınızı,Maria Puder defterinin kapandığını kabul edin.Çünkü Macide bunu hak ediyor.Keyifli okumalar :)
bugune kadar okuduğum kitapların içerisinde hep başka bir yerde olacak. jose saramago körlük , irvin d. yalom nietsche ağladığında ve stefan zweig amok koşucusu kitaplarıyla birlikte kare asım arasında.
Beni rahatsız eden bir kitaptı.Kafamın içindeki düşünceleri bir bir ortaya seren,önüme koyan Ali son derece canımı sıktı.Tabi bu bir bakıma benim için yüzleşme oldu.Ömer olmamaya çalışan bir Ömer olduğumu kabul ettim kitabın son sayfası bitince.Düşündüm üstünde çoğu zaman.Rahatsız eden kısmı da burasıydı zaten,kitapta da dediği gibi ''hakikatleri görmekten kaçma itiyadı'' beni bunaltan şeydi.Zaten kitabı da bu yüzden sevdim diyebilirim.Yanlışlarımdan kurtulmadım kitabı bitirir bitirmez ama yüzüme vurulan gerçekler beni sarstı.Ve umarım yine kitapta söylenildiği üzere ''uzun zaman'' beklemeden kurtulabilirim kafesin içinden.
Kitap, şu ana kadar pek çoğunu duymadığım ve bir kitabın içine bu kadar ağır onlarca kelime nasıl sığmış dediğim bir dili olmasına rağmen durmaksızın akan bir dile sahip. Beni her zaman konusuyla ve sonu bağlayış stiliyle çok etkileyen yazar, konu çok güzel ilerlerken sonunu ortada bırakmış hissi verdi bu kez. Vermek istediği mesajı çok iyi verdi kabul ama yine de afilli bir sonu hak ediyordum bence...
Ömer varlığını hissedemediği bir hayat yaşıyor. Hayır diyemeyen karakteri, hem çevresi tarafından hem de kendisi içinde bastırılan varlığına işaret ediyor. Aşık oluşu ise, kazandığını varlığının sarhoşluğu denilebilir. Sevgilisi ise Ömer'den farklı değil. İkisinin birbirini varolma mücadelesi sonucu bulup, sarhoşluklarından birbirlerini tanımaya bile fırsat bulamamalarının hikayesi.
Ömer'in Macide'ye karşı beslediği duyguları anlatması beni çok etkiledi; ancak kitabın sonunda diğer okuyucular gibi netice beni hüsrana uğrattı.
Türk edebiyatının en sevdiğim romanidir. Sabahattin Ali'nin yasadigi dönemdeki toplumsal yapiyi, aydin gecinen insanlari, kisilerin ic dunyalarini, kendileriyle hesaplasmalarini, hatalariyla yuzlesmrlerini muthis anlatır. Macide karakteri en çok etkilendiğim karakterlerden olmuştur.
İçimizdeki Şeytan...
İnsanın çıkarları doğrultusunda şahsiyet bulamaması ve başka bir kimliğin karanlığında yaşaması, kirli düşüncelerine maske takarak taraf bulması ve taraftar kitlesi elde etmesi, başkalarına avuç açmanın getirdiği eziklik ve tekrarından medet umma ile oluşan kısır döngü...
İçimizde elbette bir şeytan yok; kendi düşüncelerimiz, ihtiraslarımız var ve hep de var olmaya devam edecek. Önemli olan bizim bunları ne denli ehlileştirebildiğimiz.
Yazar, bu romanı ile dün insanın içine ayna tuttuğu gibi bugün ve yarın da tutacak. Çünkü içimizdeki bu şeytanlar hep var olmaya devam edecek ve belki de çok farklı meziyetler ile kendine vücut bulacak...
"İçimizde şeytan yok, içimizde aciz var. Tembellik var, iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey; hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var."
.
.
Her ne kadar sevdiklerimizle, ailemizle , arkadaşlarımızla ortak bir yaşamı paylaşsak da içimizde kendimize ait gel-gitler yaşadığımız, kimselere anlatamadığımız şeyleri sakladığımız , bazen bizi dehşete düşüren düşüncelerle boğuştuğumuz bir dünyamız daha vardır. İşte bu dünya bu kitapta o kadar güzel anlatılmış ki... Ömer ' e kitap boyunca kızdım öfkelendim ama biraz düşününce her karakter salt iyilik için değil o işteki menfaatleri doğrultusunda hareket ediyordu Macide gerçekten Ömeri sevdiği için mi tahammül gösteriyordu yoksa gidecek yeri olmadı için mi devam ediyordu ? Bedri zor durumdaki arkadaşına zorda olduğu için mi yardım ediyordu? Yoksa Macide ye olan ilgisi yüzünden mi fedakarlık yapıyordu? Diye uzar gider 😉 Beni en sarsan bölüm veznedar Hafız efendinin Ömer'in tehdidine karşı yaptığı konuşmasıdır uzun süre aklımdan çıkmayacak.Ben bu kitabı #kürkmantolumadonna dan daha çok sevdim ve etkilendim.
-Zekanı mirasyedi gibi harcıyorsun ! Syf:267
-Bana istenilecek bir şey söyle, uğruna can verilecek bir şey söyle, hemen dört elle sarılayım... Syf: 47
-Sana kızgın değilim… Sana kızmayacak kadar seni iyi tanıyorum… Sonra seni seviyorum.. Neden sevdiğim bilmeden seviyorum. Bu sevgiyi her gittiğim yere beraber götüreceğim…
"Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı?
Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var... Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirleri arıyoruz." Syf:262-263
İçimizdeki Şeytan, Sabahattin Ali’nin dönemin aydın geçinenlerine getirdiği ağır eleştiriler ve derinlemesine çizdiği insan portrelerini, tesadüflerle başlayan bir aşk hikayesi zemininde okuduğum en harika romanıdır. Sabahattin Ali, bir grup insan çevresinde dönen tüm olaylarda insanların kendi iç konuşmaları, sorgulamaları, dönemin, toplumun ve bu grubun temsil ettiği aydın kesimin sahte ahlak anlayışları, samimiyetsizlikleri karakterlerin gözünden yoğun bir şekilde eleştirmiştir. Sabahattin Ali, bu eserinde psikolojik analizleri oldukça başarılı kullanmış ve toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın "kapana kısılmışlığını" göstermiştir. Bu romanda, kişilerin iç konuşmaları ve kendileri ile hesaplaşmaları yaygın olarak kullanılmış, bu yolla duygu ve hisler çok başarılı bir şekilde anlatılmıştır.
Kitap şu şekilde özetlenebilir:
Kitabın ana karakteri Ömer bir gün tesadüfen eskilerden tanıdığı Macide ile karşılaşır ve görür görmez derin bir tutkuyla ona aşık olur. Macide ise, öğrenimi için ailesini bırakıp İstanbul’a gelmiş, akrabalarının yanında misafir olarak kalmaktadır. Ömer’in Macide’nin peşine düşüp ikilinin yakınlaşması ile gelişen olay örgüsünde; bir tarafta Macide’nin yaşadığı ortamda toplum baskısı, toplumun çıkarlara dayalı ahlak anlayışını sorgularken; Ömer’in sözde ‘aydın’ geçinen çevresinde ise, aslında bilgiden ve araştırmadan yoksun, sağdan soldan duyduğu, tartışmalarda tanık olduğu bir kaç düşüncenin peşinde körü körüne sürüklenen, yozlaşmaya ve ahlaksızlığa doğru giden ilişkiler yumağına tanık oluruz.
Ömer karakteri, sorumluluk almayı başaramayan, ağır sorumluluklar altında ezilen, kendi hayatının kontrolünü eline alma hayalleri kurarken hep ‘içindeki şeytan’a uyup kontrolünü kaybeden ve sonra her defasında pişmanlıklar yaşayan yeni yetme bir ‘aydın’dır. Macide ise Ömer’e tutkuyla aşıktır ama çevresine uyum sağlayamamakta ve Ömer’in çevresindeki ileri görüşlü aydın geçinenlerin sahteliğinden rahatsızdır…
Kitap, iki üniversite öğrencisi olan Ömer ve Nihat'ın vapurda konuşurlarken Ömer'in birkaç sıra öndeki kanepelerden birinde oturan güzel bir genç kızı fark etmesiyle başlar. Bu sırada da vapur iskeleye yanaşır. Ömer kızı gözden kaybetmemek için gözlerini ondan ayırmadan ilerlemeye başlar. Bu sırada Nihat da bir rezillik çıkacağı düşüncesiyle arkadan Ömer'i takip etmektedir. Ömer tam kıza sesleneceği sırada kızın yanındaki yaşlı bir kadının ona seslendiğini duyar. Bu kadın uzak akrabadan Emine Teyze'dir. Ömer kıza odaklandığından teyzesini fark etmemiştir bile. Emine Teyze, kızın adının Macide olduğunu ve Balıkesir'de akraba ziyareti sırasında musikiye olan ilgisini öğrenip İstanbul'a getirdiğini söyler.
Macide, Balıkesir'de ortaokula giderken musikiye olan yeteneği ve ilgisi musiki hocaları tarafından fark edilir ve okul sonraları özel ders almaya başlar. Bu sırada öğretmeni Bedri Bey ile aralarında bir şey olduğu konusunda bir dedikodu çıkar. Bu dedikodu, onları uzaklaştırmak yerine, aralarında duygusal bir bağ kurar. Lakin Bedri Bey o senenin sonunda Balıkesir'den İstanbul'a taşınır.
Emine Teyze, onlara misafirliğe geldiğinde musikiye olan yeteneğini öğrenir. Macide'nin anne ve babasını ikna ederek onu İstanbul'a konservatuar okumaya götürür. Emine Teyze'nin kocası Galip Bey buna pek memnun olmaz ama Macide'nin babasının aydan aya gönderdiği kırk lira onu susturmaya yeter. Macide de evi bir pansiyon gibi kullanmaktadır zaten.
Ömer, Emine Teyze si ve Macide'nin yanından ayrılınca, onu arkadan takip eden Nihat ona yetişir ve beraber Beyazıt'taki bir kahvehaneye giderler.
Ömer gece yarısı Emine Teyze'sinin evine gider. Herkes çok kötüdür. Çünkü Macide'ye babasının öldüğü haberini vermişlerdir. Macide ise odasına kapanmış, bir daha da çıkmamıştır. Ömer bu düşüncelerle yatağının serildiği odaya gider ve uykuya dalar.
Ertesi sabah Macide ve Ömer aynı zamanda kalkar ve henüz kimse uyanmamış olduğundan birlikte kahvaltı ederler. Evden çıktıklarında da Macide'yi konservatuara bırakmayı teklif eder. Macide de bunu kabul eder ve sonrasında da Ömer akşam onu okuldan almak için söz alır.
Macide'yi okuluna bırakan Ömer, postanedeki işine gider. Oradaki tek arkadaşı veznedar Hafız Efendi'nin yanına varır. Onunla sohbet edip öğle yemeği yedikten sonra da Beyoğlu'na Macide'yi almaya gider. Okulunda Macide'yi bulur ve eve doğru yürümeye başlarlar. O sırada Ömer Macide'ye olan hislerini açar. Macide ise aynı duygularla ona cevap verir. O akşamdan sonra her akşam beraber gezmeye başlarlar. Lakin babasından gelen kırk liranın da kesilmesi sebebiyle ev halkı bundan oldukça rahatsız olur ve işi bir gece Macide eve geldiğinde onu azarlamaya kadar vardırırlar. Gururu kırılan Macide, hemen o akşam bavulunu toplar ve dışarı çıkar. Lakin nereye gidebileceğini bilmemektedir. O akşam bir terslik olacağını hisseden Ömer'se kapıdan ayrılmamıştır. Hemen Macide'yi alarak kendi evine götürür. O günden sonra karı-koca olarak yaşamaya başlarlar. Fakat bir süre sonra da geçim sıkıntısı ve parasızlık baş gösterir.
Ertesi sabah postaneye gittiğinde işine dört elle sarılmaya başlar. Veznedar Hafız Efendi yine öğle yemeği sırasında ona derdini açar. Kayınbiraderi hapise girmiştir ve kefaret için gerekli olan iki yüz elli lirayı kasadan alıp kayınbiraderine vermiştir. Mahkeme görülüp tahliye edildiğinde ise bu parayı geri alacaktır fakat bir türlü mahkeme görülmez. Rahatlamak için de Ömer'e içini döker.
O akşam Ömer eve gittiğinde Nihat ve Profesör Hikmet adında bir tanıdığı onu beklerken bulur. Evlendiğini söylediğinde ise onu tebrik ederler. Fakat Macide bu arkadaşlardan hiç haz etmemiştir.
Geçim sıkıntısı Ömer'i iyice sıkıştırmaya başlamıştır. Siyaset ile ilgili sakıncalı ve tehlikeli yazılar yazıp yayınlar çıkarmaya başlayan arkadaşı Nihat, veznedar Hafız Efendi'yi ihbar edeceği konusunda tehdit ederek ondan para istemeyi önerir fakat Ömer bu fikri katiyen reddeder.
Profesör Hikmet bir akşam Ömer ve Macide'yi saza davet eder. Zaten parasızlıktan yiyeceği zor bulan Ömer bu teklifi derhal kabul eder. Eğlence sırasında Bedri ile karşılaşırlar. Bedri, ablası hastalandıktan sonra hocalığı bırakmış, orada burada piyano çalarak çalışmaya başlamıştır. Tuhaf olan ise, Bedri ve Ömer'in bir süredir görüşemeyen iki iyi arkadaş olmasıdır. O geceden sonra ise sık sık görüşmeye başlarlar.
Bedri, Macide'ye olan hislerini hala içinde barındırsa da bunu asla belli etmek istemez. Macide için Ömer oldukça maddi yardımda bulunmaktadır aynı zamanda.
Bir akşam Ömer işten eve geldiğinde Bedri ve Macide'yi karşılıklı iskemlelerde ışığı açmadan ve hiç konuşmadan otururlarken bulur. Bunun üzerine onları yanlış -aslında doğru- anlayarak Bedri'ye oldukça ağır hakaretlerde bulunur. Bu hakaretlere dayanamayan Bedri oradan hemen uzaklaşır. Ömer bir sandalyeye oturur ve ağlamaya başlar. Parasızlık iyice sıkıştırdığından, Hafız Efendi'den tehditle iki yüz elli lira almış, sonrasında ise pişman olarak bu parayı ancak onun hakkettiği düşüncesiyle parayı Nihat'a verir.
Olanların ve yaptıklarının ayrımına varan Ömer hemen özür dilemek üzere Bedri'nin evinin yolunu tutar. Bedri onu affetmesine affetmiştir ama bundan sonra Macide'yle araları eskisi gibi olmayacaktır.
Bir akşam, Nihat Ömer ve Macide'yi bir hayır derneğinin eğlence gecesine çağırır. Orada Profesör Hikmet ve Bedri ile karşılaşırlar. Macide oldukça sıkılmıştır fakat Ömer'in gitmeye hiç niyeti yoktur, zira eski arkadaşlarından Ümit adında bir kızla oldukça yakından ilgilenmektedir.
Müsamere bittiğinde, bir gazinoya gitmeye karar verirler. Macide ise kendisini unutan kocasının peşinden oraya sürüklenir. Oldukça sıkıldığından, bir ara tuvalete gider. Bir iki kadeh içtiğinden, tuvaletin pis ve keskin kokusu onu kendine getirir. O sırada kocasının arkadaşı olan İsmet Şerif içeri girer ve Macide'yi sıkıştırmaya başlar. Macide ise onu iterek dışarı çıkar.
Gazinoya geri döndüğünde, kocasının yanı başında Profesör Hikmet tarafından taciz edilir. Ömer olanları görmesine rağmen, Profesör'e borcu olduğundan mahcubiyetle hiçbir şey söyleyemez ve Ümit ile alakadar olamaya devam eder.
Macide tüm bu olanlardan sonra herkese -Ömer dahil- ve her şeye, yaşadığı hayata karşı tiksinti duymaya başlamıştır. O akşam Ömer işten gelmeden onu terk etmek üzere uzun bir mektup yazar. O sırada kapı hızla açılır ve Bedri içeri girer. Macide mektubu ve ağlamaktan kızarmış gözlerini saklamaya çalışır. Bedri ona Ömer'in tutuklandığı haberini verir. Bedri'nin tahminlerinin aksine, Macide bu haberi sakin karşılamıştır. O günden sonra Bedri ile beraber Ömer'i ziyaret etmeye başlar. Lakin Ömer ile konuşacakları bir şey kalmadığından, ikisi de susarak oturmaktadırlar.
Bir gün yine Ömer'i ziyarete gittiklerinde, Ömer Macide'nin gitmesini, Bedri ile yalnız konuşacağını söyler. Macide ise Bedri'yi beklemek üzere dışarı çıkar. Ömer Bedri'ye tahliye olduğunu onunla beraber dışarı çıkabileceğini söyler. Lakin hatalarının farkına varmıştır ve Macide’yi daha fazla üzmek istemediğinden kendi başına yeni bir hayata başlamak istemektedir. Bedri'ye Macide'yi ona emanet ettiğini isterse evlenip, isterse de onu kardeş belleyebileceğini söyleyerek çıkar ve gider.
Bedri olanları Macide'ye anlattığında, bunları garip bir sükunetle karşılar. Bedri evine taşınmasını söylediğinde ise kabul eder. İçinde garip bir çekilme hissiyle, Bedri ile yokuş aşağı yürümeye başlarlar.
Eğer içimizde bir şeytan olduğuna inanırsak, aslında var olmayan o yaratığa can vermiş oluruz.
''İçimizdeki şeytan yok, içimizdeki aciz var, tembellik var, iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var.''
İnsanın kendini, erdemli olduğuna ikna etme çabasını gözünün yaşına bakmadan boşa çıkarıyor bu kitap.
Kitapta anlatılanlar, tüm sayfalara ustalıkla yedirilmiş o yoğun öz kadar bağlıyor insanı kendine. Her karakterde başka bir açığımla karşılaşmak ağır geldi bana. Okuması kolay, kaldırması zor bir kitap.
Bir yanda unutamadıkları günahlarıyla burkulan kalpler, diğer yanda olmayan iyiliklerinin propogandasıyla meşgul et ve kemik yığın yığınları. Kitabı okumadan evvel içinde bulunduğunu umduğu kısımda bulamayınca insan kendini kolay olmuyor bitirmek.
Çok beğendim, ama benim gibi günahlarına göz kapamayı seçmiş olanlara tavsiye etmem. Kimse rahatından olmasın durduk yere.
Sabahattin Ali'nin, Sabahattin Ali ile yarıştığı kitap. Benim düşüncelerime göre Kürk Mantolu Madonna'dan kesinlikle daha iyiydi. Uzun zamandır ilk defa kendimi romanın içindeki gören ama konuşamayan bir karakter gibi hissetmeme vesile oldu.