' İntihar etmeyeceksek içelim bari' Tezel benimle beraber ne çok sofraya oturdu, ne çok yaşantıya konuk oldu bu cümlesi ile. Sanırım okuyalı 25 yıldan fazla oldu, gençtim büyüdüm ama tadı damağımda kaldı. Yeniden okusam aynı tat olur mu, ne dersiniz?
ilginç ve yazıldığı döneme oranla farkını ortaya koyan bir eser.geçmiş hakkında bilgi de edinebiliyoruz. ama bana hiç hitap etmiyor malesef.yine de okumaya değer buluyorum.
Üç kitaplık Dar Zamanlar serisinin ilk kitabı. Roman kahramanı Aysel'in kendisiyle ve yakın zaman Türkiye tarihiyle hesaplaşması.
Adalet Ağaoğlu romanın başkahramanı Aysel'le beraber Aysel'in yakın çevresinden bazı insanların da öyküsünü anlatıyor. Zaman zaman öyküler birbirinin içine giriyor. Ancak öykülerin çoğu tamamlanmadan, öylece kalıyor.
İnsan öyküleri, yaşadıkları zamanın önemli olayları ile beraber anlatılırken, bu olaylarla kişisel öyküler birbirine bağlanmıyor. Bu da okuyucuda kopuk kopuk öyküler ve gazete manşetlerinden oluşan bir karmaşa duygusu yaratıyor.
Ağaoğlu zaman zaman aynı paragrafın içinde farklı zaman ekleri kullanıyor -ki kullandığı bu dil öykünün akışkanlığını bozuyor.
Romanın ikincil kahramanlarının öyküleri hep havada kalıyor. Ali, İlhan, Sevil, Semiha, Behire romanda iğreti duruyorlar. 1930'lar ve 1940'lar ayrıntılı bir şekilde anlatılırken 1960'lara nasıl gelindiği konusu üzerinde durulmuyor. (Nihayetinde yazarın seçimidir)
Kitabın ilk sayfalarında çizilen 1930'ların "kasaba okulu" sahnelerini çok sıradan ve fazlasıyla abartılı buldum.
Aysel'in ölmeye niye yattığı (ve ölmeden niye kalktığı) konusu kafamda netleşmedi.
Bir kasaba ilkokulunun sessiz, utangaç, zeki ve hırslı kızı Aysel’in hikayesi toplumumuza, toplumumuzun bir dönemine ışık tutar nitelikte. Aile baskısı, toplumun dayattığı yaşam tarzı; kendi duygu ve düşünceleri ile çelişen, idealleriyle çatışan Aysel; kendini bulma ve kadın olmanın zorluğunu yaşatarak anlatır. Aslında anlatılanlar çok yabancı değil bizlere, Aysel’in Ankara’da okurken kasabaya dönüşlerinde başını örtmesi, sırf büyüdüğü serpildiği, geliştiği görülmesin bir erkek tarafından beğenilmesin diye modaya uymayan uzuna yakın kıyafetler giymesi, okula devam edebilmek için babasının gözüne batmaktan kaçınması, dönemin kızlarının yaşadığı zorlukları bir bir seriyor önümüze.
Aysel’in çevresindeki erkeklerin kimi modern aileye mensuptur, kimi geleneksel, kimi zengindir kimi fakir, ne olursa olsun gözlerindeki akıllarındaki ‘kadın imajı’ aynıdır. Öyle ki, en aydınları “Aydın” bile okudukça Aysel’in uzaklaştığını düşünür, ona yaklaşamadıkça, onu geri kalmışlıkla suçlar.
En büyük amacı Cumhuriyet’i anlamak Cumhuriyetle uzlaşmak, demokrasiyi tanımaktır, Aysel’in. Öyle ki, lise yıllarında matematik problemlerine döker bu isteğini, çok bilinmeyenli denklem halinde; bitirme tezinde ise demokrasiyi pratik açıdan nasıl tanımlayacağı, cumhuriyetleri nasıl sınıflandıracağı sorgulaması şeklinde.(Bknz. Sayfa 381)
Bir tarafta cehaletle savaş, bir tarafta 2. Dünya Savaşı, açlık yokluk, bir tarafta gelişen, değişen ideolojiler; yaşanan olaylar, siyasal durumun etkileri, sosyolojik olaylar, dönemin müzikleri, okunan kitapları, sevilen beğenilen yazarları güzel bir dekor oluşturmuş. İdeolojik çatışmaların hem şair ve yazarlar hem de karakterler üzerinden verilmesi de ayrı bir hava katıyor romana.
Dili ilk sayfalarda, biraz zorluyor fakat okudukça alışılıyor. Beğenilerek okunacak ve tavsiye edilebilecek türden...
Cumhuriyet sonrası tarih araştırmaları, sosyolojik incelemeler ve makalaler vahim tabloyu hep anlattı bana. Oysa Ağaoğlu beni aldı, 20li yılların sonunda doğurtdu, 70lerde aydın yaptı, insanları izletti ve hep kaçtığım aynayı tuttu bana., hissettirdi. ''...kim hesabımızı kimden soracak? Vatana yararlı bir evlat olmak için onca iyi niyetin, inanmışlığın, saflığın sonunda biraz sol yayınla bolca da masa altlarından kadın bacağı sıkıştırmaya gelinmişse, günübirliği pırıltılarla avunulmak için donatılmışsa her şeyler, bizim soracağımız ve bize de sorulacak sorular olmalı. En azından bir soru kalmalı...''