İhsan Oktay Anar’ın “Suskunlar”ı musiki temelli bir roman. Lakin İhsan Oktay Anar’a gelmeden önce kadim Türk edebiyatında kendisine yer bulan musikiye biraz değinmek isterim. Çünkü Anar’ın bugün yaptığı, bizim kültürümüzde divan edebiyatına kaynaklık edebilecek kadar değerli bir kavram. Bu bakımdan Zati ve Leskofçalı Galip’ten musikimize dair iki beyit paylaşmak isterim.
“İsfahanî vü Irakî Zatî’ya seyr eyleyüb
Bu makama gelmeğe itdükçe şehnaz aglarum” Zati
“Bağ-ı sinem gülşen hubb-alidir ta ezel
Hep Hüseynîdir nevası andelib zar men” Leskofçalı Galib
Zati, İsfahani ve Iraki makamını beytinde kullanıyor. Burada bu iki makam arasındaki ses farkından ve ses yükselmesinden yola çıkmış. Leskofçalı Galib ise ezelden beri bülbül gibi Hüseyni makamında inlediğini bize aktarıyor.
Bu iki şairimizin yanı sıra, Servet-i Fünun’da Cenap Şehabettin, yakında dönemde İse Yahya Kemal ile karşılaşıyoruz. Cenap’ın Elhan-ı Şita şiiri musiki üzerine inşa edilmiştir. Zira Yahya Kemal’in de bir çok şiiri musikiyi ihtiva eder. O şiirlerden birisi Kar Musikileri’dir. Şair, Kar Musikileri adlı şiirinde şöyle söyler:
“Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta
Tanburî Cemil Bey çalıyor eski plakta... “
Buradan hareketle Suskunlar’a gelecek olursak romanda bizi musikişinas kahramanların selamladığını görürüz. Mehteran Kalın Musa’yı, oğlu kemençevî Veysel Efendi’yi, udî Davut’u, İstanbul’un önemli musikişinasları Amin, Gülabi, Meymenet, Kirkor ve Bağdasar’ı, Mevlevi tekkesinin başı İbrahim Dede’yi ve kısmen Eflatun’u, aynı zamanda da batı müziğinden Perevelli İskender’i seyr ederiz.
Bunun yanı sıra eserde dönemin İstanbul’una ait bilgiler, insanların kılık kıyafetleri, batıl inanışları ile haşır neşiriz. O dönemdeki hamamlar, hukuk sistemi, hapishaneler, Mevlevi dergahı, deniz ve kara ticareti hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Öyle ki İhsan Oktay Anar da kendi astrolojik, felsefik, psikolojik ve tarihi bilgilerini de bizimle paylaşmaktan geri kalmıyor. –Tarihi bilgi olarak olarak yazar Avrupa, Osmanlı ve dinler tarihi hakkında oldukça bilgi sahibi.-
Dil hususunda ise yazar, eserine musikiyi oturtabilmek için bugün kullanmadığımız kimi sözcükleri de eserinde kullanıyor. Ancak burada şöyle bir durumdan bahsetmek yerinde olacaktır. İhsan Oktay’ın eserlerini hazırlarken sözlük kullandığı hakkında bilgi sahibiyim. Ancak bu sözcükleri temelli bir şekilde esere oturtmak, onun dehasını oluşturuyor. Bunun yanı sıra nesirde kafiye yapılabileceğinin en güzel örneklerinden birisi de bu eser. Çünkü yazar, hemen hemen her sayfada ikilemelere yer veriyor.
Kitapta bolca fantastik unsur var. Ancak ben merakın dağılmaması için üç örnek vereyim. İlki toprak bir kap şeklinde olan balığın canlanması, ikincisi ise kitabın başında bizi karşılayan durum. Bir üçüncüsü de ekmeğin taş olması diyelim. –İkinci durumu aktaramam, eser dağılır. Siz okuyun zaten hemen anlayacaksınız.-
Yazarın dinler tarihi hakkında bilgisi olduğunu söylemiştim. Kitapta bir bölüm var ki Dünya’nın oluşum sürecini Tevrat’a çok yakın bir şekilde anlatıyor. Bunun yanı sıra Hazreti İsa’nın 12 havarisi ile son yemeği, Yakuta’nın kendisini ele vermesi esere sırıtmayacak şekilde yerleştirilmiş. Hazreti İsa’nın mucizelerini de eserde bulabilmek mümkün. Öyle ki eserde “Lazar” doğrudan bugün Lazarus Etkisi olarak adlandırdığımız durum ile ilgili. Bunun yanı sıra 12 havari demişken, bu 12 havarinin de eserde 12 çalgıcı –musikişinas- olarak yer aldığını söylememiz gerekir. Eğer Hristiyan dünyası bugün 12 havarinin böyle musikişinas kişiler ile eşleştirildiğini görse, herhalde İhsan Oktay Anar’a bu güzel temellemeden dolayı ödül verirlerdi. Bunun yanı sıra Eflatun’un kitapta arayış içinde bulunduğu bölümde yedi günah mevcut. Yine eserin bir yerinde yazarın da bizzat belirttiği gibi yedi kâhin, yedi uyurları insanın zihninde canlandırıyor. Şuraya küçük bir spoiler atalım, bu yedi uyur eserde gözleri kör bir şekilde işlenmiş.
Kitap hakkında saatlerce konuşulabilir. Bu bakımdan kitaptaki Mevleviliğe daha giremedim bile… Yapıt, içerisinde bolca entrik ve fantastik unsur bulunduran, dini ve güncel bilgiler ile donatılmış bir toplumun aynası. Mehteranlar kitabın başında “Hasdur, haydi yallah!” demişler. Biz de “Ya Hafız, Ya Kebikec.” diyelim o hâlde. Keyifle…
Şuradan da Galata Mevlevihanesi hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.
http://www.galatamevlevihanesimuzesi.gov.tr
Ara vererek yaklaşık bir senede okuduğum kitabı yazarın okumak istediğim 'Puslu Kıtalar Atlası' kitabından daha çok beğenirler. Sayfalarca süren betimlemelerden oluşuyor.
ihsan oktay anarın okuduğum 3. kitabı.bundan başka puslu kıtalar atlası ve amatı okudum. diğer kitapları gibi büyülüydü fakat sıkıldığım bölümler de çoğunluktaydı. amatta olduğu gibi bunda da istediğim hazzı alamadım.
Yazarın bitmeyen sonu gelmeyen cümleleri beni biraz sıksa da masalla gerçeğin birbirine girdiği, osmanlıda geçen, kelimelerin kitabın kapağı gibi renk cümbüşü olduğu bu kitap okunmaya değer bir eser. Ayrıca eşi benzeri olmaması, tamamen özgün olması yıldızlı kitaplarım arasına girmesini sağladı:)
İhsan Oktay Anar'la aynı dönemde yaşadığım için kendimi şanslı kabul ediyorum.
Suskunlar, geleneksel İslam'ın pek de benimsemediği Sufizm ve Tasavvuf ile ilgili bir kitap. Tasavvufu müzik (ses, tını, ezgi) ve kurgusal tarihi karakterler üzerinden anlatmış.
Anar'ın bir kitaba başlamadan önce bilimsel bir şekilde yıllarca çalışması ( Suskunlar için 5 sene hazırlık yaptığını belirtmişti) buna paralel olarak öyküde okuyucuya sunduğu ince detaylar, kurduğu evrene paralel olarak yarattığı özgün dili (Osmanlıca, eski Türkçe) Efrasıyabın öyküleri hariç her kitabının mutlaka felsefi bir arka planı olması (Suskunlarda, Sufizm, Puslu Kıtalar Atlası'nda Kartezyen felsefe) incelikli mizahı ve ironisi, inanılmaz yaratıcılığı, yaşananları başkasının tanıklığından sunarak, anlatıya mesafe katma zenginliği, masalla fantastiği, polisiye ile tarihi birleştirmesi, onu çağımızın en büyük, tarihi arka planı olan, fantastik edebiyat yazarları arasına yerleştiriyor ve kesinlikle büyük bir saygıyı hak ediyor.
Anar'ı eleştirdiğim tek yer öyküyü fazla detaylandırması. Suskunlar'da roman kahramanını, Eminönü'nden Galata'ya taşırken anlattığı detaylardan baygınlık gelmiş, kitabı okurken hadi be adam git artık Galata'ya demiştim.
Anar'la ilgili olarak tartışılması gereken en önemli nokta, öykülerinin hepsinin tarihi ve dönem (Osmanlı) öyküleri olarak kurgulanmasına rağmen, hiç birinin tarihi roman olmaması. Anar'da tarih, önünde olayların sergilendiği tiyatro dekoru gibi kurgulanmış. Dolayısıyla öyküleri günümüze uyarlansa ve tamamen günümüzde yaşansa dahi etkisinden ve özelliğinden hiç bir şey kaybetmeyeceği anlamına geliyor. Oysa tarihi romanlarda böyle bir özellik olamaz. Umberto Eco'nun Gülün Adı'nı günümüze uyarladığımızı farz edelim. Romanın hiç bir özelliği kalmaz. O yüzden Anar'ın romanları post-modern roman olarak adlandırılıyor.
Özetle sana puanım 10 kanka :)