Kitabı elime aldığımda kapaktaki gülümseyen Tezer fotoğrafı, kitabın sayfalarını çevirdikçe hüzün dolu Tezer fotoğrafına dönüştü. Pesimist bir düşünce çerçevesinde sürekli iç dünyasını sorgulayan ve bu sorgulamalarla birlikte gittikçe yalnızlaşan ve delirme noktasına gelen insanlar… Edebiyat dünyası bu insanlarla dolu. Eğer bu insanlardan değilseniz ya da kendinizi tam olarak ifade edemediğiniz bir yerdeyseniz bu tarz yazarların kitaplarını okurken anlayabilmek ve algılayabilmek adına onların hayatları ve hayata bakış açılarını bilmenizde fayda var.
Tezer Özlü; edebiyat dünyasının dişi Oğuz Atay’ı, gamlı prensesi, delilikle-dahiliğin gölgesinde özgürlük arayışı kaidesiyle yazan yazarlarımızdan. Çocukluğunda İtalo Svevo, Franz Kafka ve Cesare Pavese gibi yazarları okuyan Tezer özellikle kendisi gibi 9 Eylül’de doğan Pavese’den öyle etkilenmiş ki artık Simav gibi küçük bir kasabadan çok uzaklara gitmesi gerektiğine inanmış. İstanbul’a gelmiş. Liseyi yarıda bırakarak otostopla Avrupa’yı gezmiş. Paris’te tiyatrocu-yazar Güner Sümer’le evlenmiş. Ankara’ya yerleşip çevirmenlik yapmaya başlamış bu dönemde birçok ünlü yazarı Türkçeye kazandırdı. Fakat bir süre evlilikten aradığını bulamayıp eşinden ayrılmış. Ruh sağlığı gitgide manik-depresip bir hal alan Tezer; İstanbul’da psikiyatri kliniğe yatmış. Orada birçok kez intihar girişiminde bulunmuş. O dönemde yazarın hayatına tanıklık etmediğim için –mişli geçmiş zaman kullanarak hayatını anlattım ama zaten kendisi bu zaman dilimine kadar olan anılarını “çocukluğun soğuk geceleri” kitabında anlatıyor. Daha sonra yönetmen Erden Kıral ile evlenmiş ve bir kızı olmuş. Fakat yine neden olduğunu bilmediği, ruhsal dengesizliğin vermiş olduğu bir kararla sevdiği halde eşinden boşanmış. Almanya’ya yerleşip burada çeviriler yapıp kitap yazmaya devam etmiş. İkinci romanı olan “Bir İntiharın İzinde”yi yazmış. Bu kitap Almaya’da ödül alıyor ve Bir intiharın izinde, Ferit Edgü’nün fikriyle Almancadan Türkçeye çevrilirken ismi Yaşamın Ucuna Yolculuk olarak değiştiriliyor. Tezer’i Berlin’de yeniden aşık olup evlendiği eşinden bu kez kendisi değil ölüm ayırıyor. Tezer 43 yaşında göğüs kanseri nedeniyle hayata gözlerini yumuyor. Hayatı “hiçbir yere bağlı olmamak” ve yaşamı bir tür “gitmek” olarak algılayan ve uygulayan kimine göre bohem, kimine göre tutunamayan bir kadın olarak değerlendirilen Tezer; geriye iki öykü, iki roman, deneme kitapları ve bir senaryo bırakıyor.
Yaşamın ucuna yolculuk; Özlü’nün sevdiği yazarların yaşadığı yerleri görmek, onları orada hissetmek, bunalımlarına yoldaşlık etmek adına çıktığı yolculukları anlatıyor. Önce Prag’a Kafka’nın evine ve mezarına, sonra İtalya’ya Svevo’nun evine ve en son tutkuyla bağlı olduğu Pavese’nin Torino'da bütün özel kâğıtlarını yok edip, 21 adet uyku hapı alarak intihar ettiği otel odasına gidiyor. Kitabın çoğu Pavese’nin ölümle-yaşam arasında sıkışmışlarını anlatan alıntılarla dolu. Bunları anlamaya anlamlandırmaya çalışan Tezer’in içinde biriktirdikleri; Pavese’nin mezarına gittiğinde başgösteriyor. Pavese’nin ölümünü, gazete altta küçük bir haber olarak duyurur. Oysa magazin haberleri, gösterime giren filmler bile daha gösterişli puntolarla verilmişti. Tıpkı Pavese’nin “eğer yaşıyorsak bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz” sözündeki gibi Özlü bu çarpıcı bölümde, bir canlı için sona eren hayatın diğer canlılar için hâlâ sürdüğünü ve yaşayanların dünyasında ölenlerin ilgi çekmediğini vurguluyor. Çok tanıdık değil mi?
Tezer çıktığı bu yolculuklarda yanına hiç dinmeyen ve geçmeyen baş ağrısıyla diş ağrısını da alıyor. Anlatımındaki bu ağrılar öyle gerçekçi öyle sancılı ağrılar ki, kitaba kendinizi biraz fazla kaptırırsanız ağrı eşiğiniz alarm vermeye başlayabilir. Ve trenler… Trenler Özlü için, özgürlüğünün simgesi. Onu gideceği yere götürürken, çıktığı içsel yolculuğunda ona arkadaşlık eden vasıtalar. Yollar ve yolculuklar.. Kimi zaman gitmek kimi zaman gelmek için, kimi zaman kaçmak kimi zaman kavuşmak için, kimi zaman aramak-bulmak-sorgulamak kimi zaman kör-sağır-dilsiz olmak için..
Tezer’i anlamak için onun dünyasını bilmek lazım dedik ya; Tezer’le etkisi altında kaldığı yazarları okumuş, içinde bulunduğu toplum ve aile dayatmalarına başkaldırı niteliğinde gitmek ve yalnız yaşamak fiilini gerçekleştirmiş, aynı ideolojinin tarafları olmuş biri olarak kitabı okumaya çalıştım. Ancak benim gibi; “hayat haksızlıklarla dolu ama yine de güzel” ve ” Eğer mutluluğunuz, bir başkasının yaptıklarına bağlıysa, çok ciddi bir sorununuz var demektir” felsefesinden yola çıkarak inatla yaşamaya devam edenlerdenseniz Tezer’le bütünleşemeyebilirsiniz. Ben de Tezer’le birlikte bir tutunamayan değil Tezer’le bütünleşemeyen biri olarak; Tezer’in bir varoluş çabası içinde nihilizmi elden bırakmadan pesimist düşüncelerle yazdığını, felsefe yönünden bakarsak “ben neredeyim, ne yapıyorum” gibi sarsıcı düşüncelere sevk etmediğini, edebi anlamda da derinliğinin olmadığını ve anlatımda kopukluklar olduğunu söyleyebilirim. Tezer’le en baskın ortak düşüncem “insanlar arasındaki yalnızlık”. Kalabalıklar arasında o hengâmede insan sesleri arasında kendi sesini duyamaz hale gelmek ve hiçbir şeyden zevk almamak. Sanırım insan hayatında ki en ağır ve acı gerçektir. Kitabın ismi yaşamın ucuna yolculuk ama bu yolculuklar yine intiharlara gebe. Şahsi fikrim ilk haliyle "Bir intiharın izinde" olarak kalsaydı görüşünde.
Kitaptan Altını Çizdiklerim:
-İnsan çoğu kez son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil, bir insan ömrü…
-Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu.
-Tüm duyguların en güzeli duygusuzluk; öyle bir duygusuzluk ki, insanın tüm dünyayı ve insanları kucaklayabileceği duygusuzluğunun duygusu...
-Bütün yaşama cesaretimi ölülerden alıyorum. Anlatılarında yaşadığım ölülerden. Bu kahrolası dünyayı, yaşanır bir dünyaya dönüştürmeyi başarmış ölülerden. Dünyanın ihtiyacı olan, her olguyu vermiş, söylemiş, yazmış ölülerden."
- Pavese der ki; "dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle. kendi kendini kurtaramayanı kimse kurtaramaz."
Ah Tezer Özlü benim seneler önce doğmuş halim. sadece ondan daha umut dolu olduğum yaşlardayım. bu aralar zor tutarken kendimi yine yollara düşürecek bu kadın beni :) bu dünyaya fazla gelmişsin zaten. senin duyarlılığın edebiyatın yaşama baktığın nokta. durduğun yer. senin gibi değerlere çok ihtiyacımız var...
Kitaptan bazı alıntılar:
'Doyum içinde ayrılacağımı sandığım bu yaşamdan, zaman zaman algılıyorsun ki, hiç de doyumla ayrılamayacaksın.Hiç yaşanmamış gibi. Doymak mümkün mü.'
'Tren raylarını severim.Bağımsızlığı, gidebilmeyi, kalmak zorunda olmamayı, uymak zorunda olmamayı anımsatır. Tren rayları bir tür bağımsızlıktır benim için.'
'İnsan ne denli derin düşünebiliyorsa, sevgisi o denli derindir. O denli doyumsuzdur. Ve acısı da o denli büyük. Yaşam acısı.'
'Temel sorun, yalnızlık direncini yitirmemekte.' (en çok beğendiğim)
'insanın kendi yalnızlığının sorumluluğunu da, gene kendisinin taşıması gerektiğini de kavramalı.'
Bir solukta okuyup da bitirmek istemeyeceğiniz bir kitap. O kadar mükemmel o kadar harika, sindire sindire okumak isteyeceğiniz harika bir kitap.
"Yalnız evler görkemli. Mağazalar görkemli. İnsanlar iyi giyimli. Ama içlerinde soluk yok. Soluk yok."
Cesaret Pavese'nin izinden giden bir yazar. Karamsarlık diz boyu. İntihar dürtüsü her sayfada kendini hissettiriyor. Melankolik bir kitap vesselam. İnce ama tesiri büyük. Tezer Özlü'nun Pavese'nin izinden Torino izlenimini , intiharın her zaman için yanıbaşında durduğunu anlattığı bu eseri Cesare alıntıları ile de etkileyici olmuş.
Kafka'nin mezarına yapılan yolculuk da , Cesare Pavese'nin izini sürmesi de insanın kendisini sorgulamasına , hayatı sorgulamasına neden oluyor. İkinci kez okumak daha iyi özümleme şansı verecektir.