Tezer Özlü, bir başka kutupta kendisiyle aynı yazgıyı paylaşan Oğuz Atay gibi, beklenmedik bir anda edebiyatımızdan demir aldı. Yazar ile sahici efsanesini birleştiren bu anlatı, hem yoğun bir vasiyetname niteliği taşıyor, hem de hayata ender görülen acılıkta bir perspektiften tanıklık ediyor.
Yayınevinin notu: Bu kitap yazarın Almanca kaleme aldığı "Auf dem Spur eines Selbsmords" (Bir intiharın izinde) adıyla 1983 Marburg Yazın Ödülü'nü alan metnin Türkçesidir. Bu kitap dilimizde, yazarı tarafından Yaşamın Ucuna Yolculuk (1984) adıyla bir anlamda yeniden yaratıldı.
Tezer Özlü, bir başka kutupta kendisiyle aynı yazgıyı paylaşan Oğuz Atay gibi, beklenmedik bir anda edebiyatımızdan demir aldı. Yazar ile sahici efsanesini birleştiren bu anlatı, hem yoğun bir vasiyetname niteliği taşıyor, hem de hayata ender görülen acılıkta bir perspektiften tanıklık ediyor.
Yayınevinin notu: Bu kitap yazarın Almanca kaleme aldığı "Auf dem Spur eines Selbsmords" (Bir intiharın izinde) adıyla 1983 Marburg Yazın Ödülü'nü alan metnin Türkçesidir. Bu kitap dilimizde, yazarı tarafından Yaşamın Ucuna Yolculuk (1984) adıyla bir anlamda yeniden yaratıldı.
Yaşama ve onun getirdiklerine anlam verme arayışında olan bir yazarın, Tezer Özlü'nün satırları yalnızca Simav'dan Zürih'e kadar uzanabildi. Edebiyat dünyasının “özgürlük arayışı” kaidesiyle yazan kalemlerinden olan bu kadın; “hayatın içinde ne denli bir yolculuğa çıkarsak tam olarak istediğimiz yere varmış oluruz ya da hala varmak istediğimiz odağın başlangıcında mıyız?” sorusuyla yazdı ve yaşadı. İşte tam bu noktada, kitaptan bahsetmeden önce, basit bir anlatımla, deli dahiliğinin gölgesinde olan yazarın hayatını bilmemiz gerekiyor.
Kütahya'nın Simav ilçesinde doğan yazar, on yaşında İstanbul'un sokaklarını adımlamaya başlar. Avusturya Kız Lisesi'nde bir soluk eğitim alsa da yarıda bırakır. Arayış kavramı bir süre sonra ona yolculuğu çağrıştırır ve '62-'63 yıllarında Avrupa “otostop” yolculuğunu gerçekleştirir. '64 yılında Adalet Ağaoğlu'nun kardeşi, tiyatrocu ve oyun yazarı Güner Sümer ile Paris'te tanışır ve evlenip Ankara'ya yerleşir. Bu süreçte Özlü, Almanca çeviriler yapar. '67 yılında Sümer'den ayrılıp, tekrar İstanbul'un yolunu tutar. '67-'72 yılları arasındaki periyot onun için “psikolojik tedavi ve rehabilitasyon” süreci olarak anlam kazanır. Akıl hastanelerinde yattığı günlerde “Çocukluğun Soğuk Geceleri” adlı ilk romanını kaleme alır.(Bu kitap yayımlanmak için '80 yılını bekleyecektir) Daha sonra Erden Kıral ile kısa bir evliliği olacaktır. '81 yılında gittiği Berlin'de Hans Peter Marti ile tanışır ve '84'te onunla evlenip, Zürih'e yerleşir.
Kaotik yaşamı süresince “hiçbir yere bağlı olmamak” fikri, onun için, yaşamı bir tür “gitmek” ve trenleri de gidebilmenin ve özgürlüğün simgesi haline getirmiştir. Belki de sırf bu yüzden ya da bu durumu hiç düşünmeden Avrupa'yı tavaf etmiştir. Yaşamı, gitmek olarak anlamlandıracak kadar özgürlüğüne düşkün olan yazar, “gittiği” yerlerde de birçok toplumsal ve kültürel çıkarımlar yaparak, kitapta bunlara yer vermiştir. Yabancılaşma ve toplumdan ayrıksı bir yaşam sürme isteği, gündelik ve popülist imajlar, toplumun dinamikleri, hayatın kuralları ve savaş karşıtlığı kitapta yer alan en baskın öğeler olarak sayılabilir. En baskın serzeniş ise, yolculuğun da getirdiği gözlem görüngüsünden olsa gerek, köyden kente, Ortadoğu'dan Avrupa'ya göçtür. Göç onun için öyle bir sorundur ki, kitabın bir bölümünde şöyle bahseder: “Çağımızın en büyük acısının, yaşamını yabancı ülkelerde kazanmak zorunda bırakılmışlık olduğuna inanıyorum.”
Berlin-Hamburg-Prag-Viyana-Zagrep-Belgrad-Niş-Zagrep-Trieste-Torino ekseninde gerçekleştirdiği yolculukların tamamında Türk göçmenlerden ve onların o “öteki” oldurulmuş olmaktan yaşadıkları zavallılığı bir seyyah edasıyla birebir anlatmıştır. Bu konuda Italo Pavese'den bir alıntı yapmayı da unutmamıştır: “Biz kendimizi, kendi köyümüz dışındaki her yerde rahat sayan huzursuz insanlarız.”
-Satır arası dipnot: Kitap baştan sona Pavese'den alıntılarla doludur-
İşte yaşamın ucuna yolculuğu tam da burada tekrar başlamaktadır. '83 yılının 9. Eylül gününde, doğum gününde, kendisiyle aynı gün doğmuş olan Pavese'ye doğru yolculuğuna girişir. Fakat ona giderken, yolluk niyetine de diğerlerine; Franz Kafka'ya ve Italo Svevo'ya da uğrar. Ve mezarlarını, yaşadıkları yerleri, yaşasalardı eğer yaşayabilmeleri muhtemel olayları ve yaşamamalarına rağmen onları yaşatma çabasına doğru yol alır. Kafka'ya vardığında yazdıkları, hayallerini doğrular niteliktedir;
“Yorgunum. Tren istasyona varıyor bile. Çantamı istasyonda bırakıp bir araba ile kentin sabahına giriyorum. Sabah daha saat altı olmadan, Kafka'nın doğduğu evin karşısındayım. Yapının yan duvarında Kafka'nın ince yüzü metal bir heykel olarak işte karşımda. Birden yorgunluğum gidiyor. Ama beklenmedik bir sabahın maviliğinde birden Kafka'nın evinin önünde olmayı, bu üç katlı büyük taş yapıya bakıp duruşunu hiç kavrayamıyorsun. Uzak ülkede, durgun kentlerde onun anlatılarıyla geçirdiğin yıllar, daha derin, daha etkin, düşüncelerini daha çok yönlendirmiş, daha benliğine işlemiş süreçler. Yoksa yaşadığımız her an böylesine geçmişin ağır anılarıyla mı güçleniyor.”
Özgürlüğünün simgesi trenler onu İtalya'ya, Trieste'ye getirdiğindeyse, bizi Svevo'nun evine, kızı Letizia ile buluşmaya götürüyor. Bu buluşmada da James Joyce'dan (Joyse ile Svevo'nun yakın dost olduğu bilinir) Goethe'ye, Schiller'den Schopenhauer'a, Hölderlin'den Rilke'e kadar sayısız şair ve yazarın dünyasına yine kısa ama tarifi uzun bir yolculuğa çıkarmakta geç kalmıyor. Edebiyat dünyasının domino taşlarını sindirdikten sonra savaşa ve onun kabul edilebilir hiçbir tarafı olmadığına keskin çizgilerle atıfta bulunarak militarist anlayışa dikkat çekmek için okura kendi sorunuymuş gibi bir iki cümle sunuyor: “Berlin'den ayrıldığımdan bu yana Falkland anlaşmazlığı ve İsrail'in Filistin'e karşı açtığı savaşla ilgili hiç haber almadım!”
Yolculuğu boyunca hiç ayrılmadığı tek şey diş ağrısı olan ve sigarayı azaltmayı düşünen Özlü'nün yalnızlığıyla da başı derttedir. Kadınlığın, kadın olmanın, özgürce yaşama isteğinin, erkek egemen topluma bağlı kalmak istememenin, herkese rağmen tatminkar olmayan bir bağlamda sevişmenin, karşılıksız sevmenin psikozuyla yaşayan bu zerdüşt kadın, aynı zamanda yazarlığının da bir parçası olarak yitip gitmeyi kabul etmemektedir. Fakat bütün bu yaşamak için şart faktörlere rağmen intiharı ve intiharın da ruhunda bulunan çekip gitmenin albenisini de onu ölümsüz bir istekle bağlı olduğu Pavese'ye gitmekten alıkoy/a/maz. Nitekim Trieste'ye, ona doğru yol alırken sanki yaşamın sonuna doğru yolculuk etmektedir.
Santa Stefano Belbo'ya vardığındaysa Pavese'nin ruhu onu tam bir kuşatma altına alır. Pavese'nin ölmeden önce sık sık buluştuğu dostu Nuto ile bir süre arkadaşlık edip, onun hakkında bilgiler alır ve Pavese'nin intihar ettiği otele gidip, orada kalır. Pavese'nin intihar etmeden önceki ruh halini anlamaya, uzatmalı sevgilisinin gitme isteğini anlamlandırma çabasına girişerek, bir bakıma onunla aynı duyguları paylaşmaya çalışır. Pavese ile ilgili gözlemleri, genellikle kadınsal açıdan yapılan çıkarımlardan ve onun hayatına dair atıfta bulunduğu tespitlerle olay örgüsüne dahil eder. Pavese üzerinden yaptığı mutsuzluk, yalnızlık ve ara sıra zamansızlık isteğine karşı bunalımlı eğilimler onu salt bir intihar duygusundan uzak tutmaya çalışsa da kendisi ile olan savaşı yaşamın ucuna yolculuğunun son demleridir. Kısacası, Tezer Özlü'nün bu yolculukta kendisine arkadaş etmek istediği ama yolculuğun herhangi bir anına, olayına ve herhangi bir şeyine etki etmemesi gereken yoldaşlara ihtiyacı vardır. Onun görüngülerinden yaşama yeniden bakacak ve değerleri tekrar değerlendirecek olanlar içinse sözü çoktur ama az konuşur;
“İnsan çoğu kez son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil, bir insan ömrü...”
---
12.11.2011 tarihinde BirGün Kitap'ta yayınlanan yazımdır.
Onur Koçyiğit
Bir yüksekliğin, bir başıma olduğum bir yüksekliğin en ucundayım. İnemiyorum. Yaşayamıyorum. Ölemiyorum.
Tatil insanlarının geçiciliği
Sınırların görünmez engelleri
Kafka, Svevo ve en çok da Pavese'nin izlerini tatmak isteyen Tezer Özlü.
Edebiyat acıdan, izlenimlerden ve görünmez bir şevkin yakaladığı ironiyle doğar. Bunca acı, bu karamsarlık ve çevrenin ektiği kaygı tohumlarını en az Tezer Özlü kadar hissedebilmek... En zoru bu belki de... Sırça Fanus'a selam yollarken ondan daha acı bir keskinlik var Yaşamın Ucuna Yolculukta. O yolculukta yalnız olduğunuzu bilmeniz de cabası.
Bir gezi yazısından ziyade üç yazarın peşinde yaşamlarını anan Tezer Özlü otel odalarının kasvetinde ve yabancı dokusunda günlerce gidiyor. Duvarları anarken Tezer Özlü o dönemde heyula gibi yükselen 'Berlin Duvarını' anıştırmıyor mu ayrıca? Dönemin o vurgun yemiş insanlarını anarken aslında üç büyük yazarın (Pavese ve Svevo okumamış olsam da henüz) kumaş pantolonlarına sarılmıyor mu Tezer Özlü? Kendi sığınağında boğulurken o üç büyük yazarı tekrar kımıldatabilmiş. Ve sonra Pragla devam ediyor yolculuğu taa Torino'ya kadar gidiyor, Pavese'nin intiharıyla süsleniyor kendi yaşamı.
Nitekim okur da hissediyor Tezer Özlü'nün hissettiklerini.
"Duvarlar yaşamımızdaki mezarlar mı?"
"Aynı gökyüzünün dünyanın tüm ülkelerini kapsamasına olanak var mı?"
"Sen düşüncelerle yaşıyorsun, diğerleri gerçeklerle." (Pavese'den)
"Dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle, kendini kurtarmayanı hiç kimse kurtarmaz" (Pavese)
"Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene aranızda yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorumi bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle, okullarınızla, iş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınıza içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı ve düzenli bir insandan başka her şeyi duyuyorum" (ne dersiniz, sizler de duydunuz mu bir şeyler?)
"Önümde gene bir zafer anıtı. Bir ülkenin zaferi, diğer ülkenin yenilgisi. Zaferler de yenilgiler de insan ölüleri üzerinden geçiyor."
Benim gibi alıntı paylaşmayı pek sevmeyen biri için bile akıp gider alıntılar. Bilmiyorum tehlikeli ama okunması gereken bir kitap. Yaşamın Ucuna Yolculuk, yaşamdan, bir uçtan bir uca, bir yazardan bir diğerine süzülüp giden yağmur altı kitabı sanki...
Bir solukta okuyup da bitirmek istemeyeceğiniz bir kitap. O kadar mükemmel o kadar harika, sindire sindire okumak isteyeceğiniz harika bir kitap.
"Sınırları tanıyan, benimseyen, bu sınırlara uyum gösteren hiçbir insan, karşı çıkmanın sonundaki bireysel bağımsızlığa erişemeyecek. Hem karşı çıkıp, hem de sınırlarda yaşayan insan, yaşamı boyunca çıkmazından sıyrılamayacak. Huzursuzluk duyacak ve ne yaşamdan hoşnut olacak, ne de rahatlıkla ölebilecek! Yaşlandıkça ölüm korkusu büyüyecek. Başkalarının yanında kendini güçlü göstermeye yeltense de, yanlız kaldığında, hiç değilse kendi kendine yalan söylediğinin bilincine varacak. Bu bilince varsa, o bile bir adım. Birçoğu yalanı gerçek gibi algılayacak kadar sıyrılmış kişisel özgürlükten. Oysa insan, hem yaşamı, bize sunulan bu en yüce olguyu, hem de yaşam sonunda sonsuzluğa varmayı hak etmek zorunda. Yaşam, bu gelişmeye tüm kapılarını açan bir olgu. Gelişigüzel geçip gidilecek bir varoluş değil insan varoluşu. Biçimlendirilecek, değiştirilecek, sınırsızlaştırılacak bir HER ŞEY. Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, gene gelmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı, GİTMEK olarak algılıyorum."
"Yalnız evler görkemli. Mağazalar görkemli. İnsanlar iyi giyimli. Ama içlerinde soluk yok. Soluk yok."
...bütün bu düşüncelerim, bir yıla yaklaşan sürenin sonunda vardığım çıkış yolu yalnız ve yalnız edebiyat.sevdiğim kitapları yeniden okumak, sözcükler... dünyayı sözcüklere çevirerek algılamak...bunun dışında her birey bana çözümlenmeyecek bir dünya gibi görünüyor...t.özlü
...
....aynen, tezerim, aynen...
Hüzünlü. Aynı zamanda hayat dolu. Aynı yerde bir kaç günden fazla kalamamak,diş ağrıları beni okurken bile yordu. Farklı. Tek diyebileceğim bu sanırım, Tezer özlü farklı.
Okuyucu olarak yıprandığımı hissettim. Elbette ki edebi değeri tartışılmaz.
çok darlandım bıraktım evet kitap sadece 125 sayfa :)
Karton Cilt, 125 sayfa
Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı