Yatak Odasında Felsefe

En Son Değerlendirmeler

5 puan

Edebi başarısı yüksek bir eser ama yazarın sıra dışı felsefesini tutmadım.

7 puan

sade'ın dünyasına giriş tabulara karşı bir savaş

4 puan

Kendimi araya vasat felsefi sohbetler sıkıştırılmış bir fetiş pornosu izliyor gibi hissettim kitabı okurken.

11 yıl, 10 ay
9 puan

Sade’in teknik açıdan uyguladığı diyalektik düşünce tarzı; okurunu resmen ters köşe yapan bir felsefe ile kurgu şablonunda biçimlenmiş. Kitabın ilk girişinden başlamak üzere belirli yerlerinde devam eden yatak odası fantezilerinde yer alan Madam De Saint-Ange, Sade’in felsefesini aktaran Dolmance, Bakire Eugénıe, Şövalye ve sonradan odaya katılan Augustin arasında sınır ötesi çiftleşmeler serisi farklı pozisyonlarda gerçekleştirilirken;

Dolmance; cinselliğin, cinsellikle birlikte yaşanan tatlı zevklerin, kudurmuş şehvetin, kabarık arzuların, duyumların, orgazmın tamamen doğadan insanın doğasına akan, esinini doğanın bizzat kendisinden alınmış olan bu dürtülerin neden engellenmeye çalışıldığına yönelik felsefelerini anlatır. Ve bu noktada tutucu, bağnaz, yobaz, despotik kişiliklerin genel karakteristik özelliklerinden kişilik özelliklerine vardırıncaya kadar sondajlama yaptığı davranışlarındaki baştan sona ikiyüzlülükleri, erdemsizlikleri anlatır. 18yy. dan gelen bir kalemşorun kalem seslerindeki doğallık, akıcılık, kendine has şiirsel bir tarzda dökülen kelimelerde hiçbir tabunun, inancın, törenin, yasağın gölgeleyemediği yaratıcılığın en uç noktasında algıları tamamıyla paramparça eden, kendine has muhteşem, ustaca anlatım üslubuyla kitaba yansıyan sonsuz özgürlüğü ve özgünlüğü görmemek, duyumsamamak mümkün değil.

İnsanın başına bela olarak gördüğü dinlere, törelere, ahlak bozuntularına her türlü ikiyüzlülüğü ve erdemsizliği yaşamlarının her evrelerinde, her platformda sergiledikleri baştan aşağı sahte erdemlerle, ortalarda ahkâm keserek gezinenlere "Herkes ikiyüzlü davranır; sorarım size, samimi bir kişi sahtekârlar cemiyetinde nasıl olur da her zaman başarısızlığa uğramaz!" sorusunu sorarken "Zaten, sahtekârlık neredeyse her zaman başarmanın kesin bir yoludur; sahtekâr kişi kendisiyle ilişkide olanlar üzerinde kaçınılmaz olarak bir tür öncelik kazanır: Sahte dış görünüşlerle göz boyayarak karşısındakini ikna eder; ikna ettiği anda da başarıya ulaşır. " diyerek de kendi sorusunu cevaplarken tekrar doğanın kendilerine verdiği şehvetle ilişkilerine kaldığı yerden yeniden başlarlar…

İğrendiği, nefret ettiği bu kesime karşı yarattığı isterikli ve şehvet dolu karakterlerinin menilerini adeta yüzlerine fışkırtıp verdiği savaşın orgazmınının tadını kaleminin gücüyle yaşamış Sade. Bir çok yerde gülmekten kendimi alamadığım zamanlar da oldu. Kışkırtıcı, anarşist bir ruhu olan Sade’nin kaleminin gücü en az adalet, mülkiyet, ahlak, din, töre, cinayet, imha, tanrı, suç … gibi bir çok kavramlar üzerinde özgürce geliştirmiş olduğu sansürsüz bir düşüncenin şaha kalkmış beyanları kadar güçlü bir yapıya sahip. Eh tabii ki ileri sürdüğü felsefelerin hepsine katılmak pek mümkün olmasa da bu denli özgür bir zihni ve ifadelerindeki katıksız doğallığı kutsamamak mümkün değil. Doğanın kendilerine esinlediği halde güdülerini dinsel, tabusal, çevresel nedenlerle bastıran kendinde olanı inkar eden kendi zamanının yüce erdem dölünde yüzenlere hitaben…. Merakın kudretli çekim gücüne yenileceklerini adı gibi bilen Sade; okurken yüzleri illaki kızaracak olan ve aynı kışkırtıcı etkiyi vücutlarında hissedecek olanlara “Dostum sen işte busun! Vücudun titredi mi? Senin doğan bu! Gerisi giydirme” diye bir şekilde hem eğlenmiş hem de intikam almış sanki.

Kitabın en sonunda odaya gelen bakire Eugénıe’nin tutucu, annesinden aldığı öç bana sanki 32 yılını farklı hapishanelerde ve akıl hastanesine hapsedilen Sade’nin başka bir intikamı gibi geldi. Kaynaklara bakılacak olursa yazılarının çoğunu tutuklu olduğu dönemde yazan Sade’in evrene haykırışı, kızgınlığı, öfkesi, mahrum edildiği hovardalık zevkinin kanayan yarasıyla felsefelerine, diline, kalemine vuran kavgası, beni hapsetseniz bile sizi çileden çıkartacak düşüncelerimi yasaklayıp, yazmamı asla engelleyemezsiniz diyen can haykırışlarını duymamak mümkün değil.

9 puan

Diğer değerlendirmelerden anlaşılacağı üzerine ahlakçıların korktuğu , tabularına dokunan bir kitap. Sadeyi gerçekten tabuları kırıp kendini 3-4 yıl karakter olarak öteye taşımak isteyenler okumalı, kitabı okurken ereksiyon olabilirsiniz. Bir kitap okurken haz vermeli. Marki De sadenin bu kitabı kitap okuma alışkanlığı kazanmak için birebir. Küçük büyük herkes okusun +18 felan demeden okunmalı.
Ben zamanında bu kitabı pratiğe dökmeye çalışmış ama başaramamış biriydim.

2 puan

yazdıklarının edebi ya da felsefi değeri yok. sadece çağına göre fazlaca aykırı olan yaşayışı ve düşünceleri yüzünden ilgi çeken biri. bdsm ile ilgili diyaloglarıysa baştan savma.

4 puan

18 yaşından küçükler katiyen okumamalı. Büyükler ise okumadan önce bir daha düşünmeli. :)

1 puan

Simgelediği tüm iğrençliklerin duvarı olarak tanrıyı suçlarken ateistlerin bile benimsemediği bir yaşam tarzı öne sürüyor olması en büyük kaybıdır.
İnançların tümüne karşı çıkarken Paganizme sahip çıkması ikinci büyük saçmasıdır.
Kadınların ikinci plana atılmış olması 'cinselliğin tamamlayıcı unsuru olan kadın' ile çelişir.
Dönemin siyasetinden kaynaklı olsa gerek din-devlet ilişkisini kaynaştırmış.Laik devlet kavramından bihaber.
Tarihe adını yazdırmanın ancak Messelina gibi yaşamaktan geçtiğini anlatan kişinin Agora'dan Rahibe Teresa'dan haberi yokmuş.
Erkek şehveti odaklı,kadına seçim hakkı bırakmayan sodomist,ensest en sağlam Snuff filmlerine taş çıkartan pornografik-(sözde) felsefe kitabı.
Zaten orijinal adı da Yatak Odasında Felsefe değil Yatak odasında Terör'dür.

7 puan

"Yararlı oldukları sürece dostluk ilişkilerine saygı gösterelim bunu kabul ediyorum; bunlardan bir şey sağlayamadığımızda da unutalım gitsin; insanları ancak kendimiz için sevmeliyiz; onları kendileri için sevmek bir aldatmacadır; doğa asla insanlara kendilerine iyi gelebilecek hareketlerden, duygulardan başka bir şey esinlemez; doğadan daha egoist bir şey olamaz; o halde, doğanın yasalarına uymak istiyorsak, böyle davranalım.
Minnete gelince Eugenie, bu kuskusuz tüm bağların en zayıfıdır. İnsanlar bizi kendimiz için mi minnettar kılıyorlar? Buna asla inanmayalım sevgilim; gösteriştendir, kibirdendir. Başkalarının gururunun oyuncağı olmak aşağılayıcı olmaz mı? Minnettar kalmak daha da aşağılayıcı değil midir? Yapılan bir iyilikten daha fazla yük olamaz. Ortası hiç yoktur: ya karşılığı verilmelidir ya da aşağılanmıs olunur. Gururlu ruhlar iyiliğin ağırlığı altında
kendilerini kötü hissederler: Onların üzerine iyiliğin ağırlığı öyle şiddetle çöker ki, iyilik yapandan nefret ederler yalnızca."
(Marquis de Sade, Yatak odasında Felsefe)

“Bir ulusun tüm bireylerinin kararı olan bir yeminin özü nedir? Yurttaşlar arasında kusursuz bir eşitlik sürdürmek, herkesin mülkiyetini koruyacak yasaya herkesi eşit olarak tabi kılmak değil midir bu? Şimdi, hiçbir şeyi olmayanın her şeye sahip olana saygı göstermesini emreden bir yasa pek mi adildir, sorarım size? Toplumsal sözleşmenin öğeleri nelerdir? Her iki tarafın sahip olduklarım güvence altına almak ve korumak için kendi özgürlüğünden ve mülklerinden bir bölümünü bırakmak değil midir?
Tüm yasalar bu temellere dayanır; kendi özgürlüğünü kötüye kullanana çektirilen cezanın saikleri bunlardır. Hatta vergilendirme emredilir ki yurttaş kendisinden bir şey istendiğinde kızmaz, bilir ki bu verdikleri sayesinde geri kalan mallan korunacaktır. Ama bir kez daha yineliyorum, hiçbir şeyi olmayan kişi, yalnızca her şeyi olanı koruyan bir sözleşmenin altına hangi hakla girer? Eğer siz, ettiğiniz yeminle, zenginin mülkiyetini koruyan bir hakkaniyet sözleşmesi yapıyorsanız, bu “koruyucu” yemine hiçbir şeyi olmayan kişinin uymasını isteyerek adaletsizlik yapmış olmuyor musunuz? Sizin yemininizden onun çıkan nedir? Ve zenginlikleri bakımından kendisinden bunca farklı birinin yalnızca isine yarayacak bir şeye söz vermesini niçin istiyorsunuz? Kesinlikle bundan daha haksız bir şey olamaz! Bir yeminin, bunu eden tüm bireyler üzerinde eşit bir etkisi olmalıdır; bu yemini tutmakta hiç çıkan olmayan birini yeminin bağlaması imkânsızdır, çünkü artık özgür bir halkın sözleşmesi olmaktan çıkmıştır: Bu yemin güçlünün zayıf üzerindeki silahıdır ve buna karşı, zayıf hiç durmadan isyan etmelidir. Ulusun talep ettiği mülkiyete saygı yemininde olup biten budur; yalnızca zengin, yoksulu bu yemine bağlar, yoksulun bunca düşüncesizlikle ettiği yeminden çıkarı olan yalnızca zengindir ve yoksul öyle düşüncesizce etmiştir ki bu yemini, iyi niyetinden yararlanarak zorla kabul ettirilmiş bu yemin aracılığıyla kendisine karsı kimsenin yapmayacağı şeyi yapmayı kabullendiğini göremez.
Bu barbar eşitsizliğe ikna olmuş olan sizler, tek suçu her şeye sahip olandan bir şeyler çalmaya cesaret etmiş olmak olan kişiyi cezalandırarak adaletsizliğinizi artırmayın: Sizin hakkaniyetten uzak yemininiz ona bu hakkı hiç olmadığı kadar vermektedir. Onun açısından saçma olan bu yemin aracılığıyla onu yalan yere yemine zorlayarak, bu yalan yeminin yol açabileceği tüm suçlan meşrulaştırıyorsunuz; dolayısıyla, nedeni olduğunuz bir şeyi cezalandırma hakkınız yoktur! Hırsızları cezalandırmanın korkunç vahşetini size hissettirmek için daha fazla bir şey söylememe gerek yok. Sözünü ettiğim halkın bilgece yasasını taklit edin; kendi malını çaldıracak kadar ihmalkâr adamı cezalandırın, ama hırsızlık yapana asla ceza vermeyin; bilin ki bu eyleme izin veren sizin yemininizdir ve o kişi, hırsızlık yaparak doğanın ilk ve en bilgece hareketine göre davranmıştır yalnızca: Kimin zararına olursa olsun, kendi varlığım koruma hareketi.”
(Marquis de Sade, Yatak odasında Felsefe)

Hırsızlığı savaşçı bir erdem olarak görmek!
“Antikçağa bakarsak, hırsızlığın Yunan'ın tüm cumhuriyetlerinde izin verilmiş, ödüllendirilmiş bir şey olduğunu görürüz; Sparta ya da Lakedaimon hırsızlığı açıkça destekliyordu; bazı halklar hırsızlığı savaşçı bir erdem olarak görmüşlerdi; hırsızlığın cesareti, gücü, yeteneği geliştirdiği, tek kelimeyle cumhuriyetçi bir yönetime, dolayısıyla bizimkine yararlı tüm erdemleri geliştirdiği açıktır. Şimdi tarafsız olarak şunu sormaya cesaret ediyorum: Eşitliği amaçlayan bir yönetimde zenginlikleri eşitleyici etkisi olan hırsızlık büyük bir kötülük müdür? Hayır, kuşkusuz; çünkü bir yandan eşitliği geliştirirken, diğer yandan da, kendi malını korumayı da haklı kılmaktadır. Hatta hırsızı değil malının çalınmasına izin vereni cezalandıran bir halk bile vardı, böylece kendi mülkiyetine sahip çıkmayı herkes öğrensin isteniyordu. Bu bizi daha geniş düşüncelere yöneltmektedir.”
(Marquis de Sade, Yatak odasında Felsefe)

"Her halk kendi dininin en iyisi olduğunu ileri sürer ve ikna etmek için de yalnızca birbirleriyle uyumsuz olmakla kalmayan, neredeyse hepsi de çelişik olan sayısız kanıta dayanır. İçinde bulunduğumuz derin cehalette, bir Tanrı’nın varlığını varsayarsak, hangi din Tanrının hoşuna gidebilir? Eğer aklı başında insanlarsak ya bunların hepsini korumalıyız ya da hepsini yasaklamalıyız; onları yasaklamak kesinlikle en emin yoldur, çünkü hepsinin
şaklabanlık olduğuna ahlâki olarak inanıyoruz ve var olmayan bir Tanrı’yı hiçbir din memnun edemez."
(Marquis de Sade, Yatak odasında Felsefe)

“Tanrı’ya inanmak için insanın aklını yitirmesi gerekir. Kimilerinin korkularının, kimilerinin zayıflığının meyvesi olan bu iğrenç hortlak, Eugenie, yeryüzünün sisteminde bir ise yaramaz: bu sisteme zarar verir, çünkü onun adil olması gereken istençleri doğa yasalarındaki temel adaletsizliklerle asla bir arada olamaz; onun sürekli olarak iyiliği istemesi gerekir, doğa ise kendi yasalarına hizmet eden kötülüğün karşılığı olarak iyiliği arzulamaktadır; onun sürekli hareket halinde olması gerekir, oysa bu daimi eylemi yasalarından biri kılan doğa onunla ancak daimi karşıtlık ve rekabet halinde olabilir. Ama, buna karşılık, Tanrı ile doğa aynı şeydir denebilir. Bu bir saçmalık değil midir? Yaratılmış olan şey yaratan varlığa eşit olamaz: Saat, saatçi olabilir mi? O halde, diye devam edilir söze, doğa hiçtir. Tanrı her şeydir. Bu da bir başka aptallık! Evrende zorunlu olarak iki şey vardır: yaratıcı fail ve yaratılan birey. Şimdi, yaratıcı fail kimdir? İşte çözülmesi gereken tek güçlük budur, cevaplandırılması gereken tek soru budur.”
(Marquis de Sade, Yatak Odasında Felsefe)

1 puan

Kitap daha kendi içinde ciddi çelişkiler içeriyor. Üremenin suç olduğundan bahsederken "doğa seni zevk ve sefa için yarattı" diyor, Kitaptaki zevki, hazzı öğretmeye bayılan insanlar hastalıklı da olsa bu mantık çerçevesinde şu fikre varabilir aslında "çocuğum da olsun o da öğrensin bunları, yaşasın". Ama anne karnındaki canlıyı dışarı atılması gereken birkaç hücreden, bir hastalıktan ibaret görüp annenin onu daha içindeyken öldürmesini öğütlüyor hatta dışlama tehdidi yönelterek zorluyor. Bunu yaparken annenin o canlıya sahip çıkma isteğini hiçe sayıyor sonra da adına özgürlük diyor. Üreme işlemine bakışı böyle çift taraflı şekilde çelişkili. Sırf çocuk büyütmenin sorumluluğundan kaçmak için dahi bu fikirleri ortaya atabilecek tipte insanlar olduklarını görüyorum. Kitapta bir ateistin bir şeyin gerçekleşmesini dilerken gayri ihtiyari "İnşallah" demesini andıran konuşan kişilerin karakterlerine, düşünce yapılarına aykırı ifadeler var. Öte yandan ateist değiller, aksine Tanrı'nın adını ağızlarına almayı seviyorlar, ama sadece ona küfretmek için. Varlığını kabul edip ondan nefret ediyorlar. İçinde bulundukları, kendilerince zevk dolu yaşamı sürdürme şansına sahip oldukları için Tanrı'ya teşekkür etmeleri gerekmez mi? Burada da ayrı bir çelişki var. Bir yandan zevk için dünyaya geldiklerini söylerken öte yandan insanların tamamının yeryüzünden yok olmasının doğa kanunu olduğunu iddia ediyorlar. Garbage'ın yorumuna kesinlikle katılıyorum. Sırf sıradışı ve kolay hazmedilemeyen unsurlar içerdiği için yere göğe konulamayan, edebi ve felsefi yönden kesinlikle yoksun bir kitap. Bazı insanların "hıı, ben anlamadıysam kesin onda derin bir anlam vardır" dediği film kitap vs türünden eserler gibi anlam ve önemi abartılmış. Bu arada sadece 100 sayfasını okudum henüz, giderek fena bir hal alıyor, ileriki sayfalardan oldukça tedirginim. Bu kitabı en çok Cem Yılmaz'ın okuyup yorumlamasını isterdim, tren yapmış mahalleliye "hani marjinal bizdik" derken bunlara ne derdi acaba :)) sehpayı ters çevirmek bile kitapta hem fiziki hem fikri anlamda geçenlerin yanında çok masum kalıyor.

geri ileri