Teğmen Jonathan Stride korkunç bir dejavu olayıyla karşı karşıyadır. Bi yıl içinde ikinci kez, Minnesota'da güzel bir kız kaybolmuştur ve Superior Gölü'nün amansız rüzgarları gibi hiç bir iz bırakmadan gitmiştir.
İlki Kerry McGrath. Tatlı. On altı yaşında. Ve şimdi de Rachel Deese. Tuhaf, seksi ve vahşi.
Medya Stride'ı bir seri katili yakalaması için zorluyor. Ama o Rachel'in çıplak geçmişini ortaya çıkardıkça, görünenin ardındaki gerçeğin insanların hayal ettiklerinden çok daha karmaşık ve çok daha kötü olduğuna inanmaya başlar.
Araştırma onu buzlarla kaplı kuzey ormanlarından Las Vegas'ın erotik sıcaklığına taşıyor. Ve Stride, açığa çıkardığı her sırla birlikte kendi hayatının da değiştiğini anlıyor.
Teğmen Jonathan Stride korkunç bir dejavu olayıyla karşı karşıyadır. Bi yıl içinde ikinci kez, Minnesota'da güzel bir kız kaybolmuştur ve Superior Gölü'nün amansız rüzgarları gibi hiç bir iz bırakmadan gitmiştir.
İlki Kerry McGrath. Tat... tümünü göster
En korkunç kâbuslarınızı biliyor.
Sonra da onları gerçekleştiriyor.
Hipnozcuyla okurları kendine bağlayan dedektif Joona Linna, serinin ikinci kitabı İnfazcıyla yeniden aramızda.
Bir yaz gecesi, polis Stockholm açıklarında lüks bir yatta bir kadının cesedini bulur. Ciğerleri tuzlu suyla doludur ve adli tıp kadının boğulduğundan emindir. Ancak yat batmamıştır ve kadının giysilerinde bir damla bile deniz suyu yoktur. Ertesi gün bir adam, Stockholmdeki boş evinde tavandan asılmış bir şekilde bulunur. Odanın yüksek bir tavanı vardır ve etrafta adamın üstüne basabileceği bir eşya yoktur. Dedektif Joona Linna, bu iki gizemi çözerken çok daha derin ve tehlikeli bir komplonun içinde olduğunu keşfeder.
İnfazcının en korkutucu yanı içindeki cinayetlerin kan dondurucu olması değil, karakterlerinin karanlık psikolojisi.
Aksiyon dolu içeriği, kendine has üslubu ve ilginç konusuyla, günümüz kahramanlarını unutturuyor âdeta. Hipnozcuyu sevenler buna bayılacak.
Los Angeles Times Magazine
Keplerin psikotik insan ruhunu işleyişi hayrete düşürüyor. Stieg Larssonun veliahtlarının arasında neredeyse en iyisi! Time
Stieg Larssonun etkisinden kurtulamamışlara morfin etkisi yapacak Harika!
Laura Miller, Salon
Keplerin yarattığı karakterlerin kusurları bile mükemmel Tüm sürprizleri ve katliamın ortasındaki incelikli mesajları pürüzsüz bir uyum içinde. Lars Keplerin adını daha çok duyacağımız için şanslıyız!
The Washington Post
En korkunç kâbuslarınızı biliyor.
Sonra da onları gerçekleştiriyor.
Hipnozcuyla okurları kendine bağlayan dedektif Joona Linna, serinin ikinci kitabı İnfazcıyla yeniden aramızda.
Bir yaz gecesi, polis Stockholm açıklarında lüks bir yatta bir... tümünü göster
Adli tabip Linton üniversite kampusunda bir intihar olayına çağrıldı. Parçalanmış cesette pek fazla ipucu yoktu. Olay yerinde araştırma yaparlarken Sara'nın kız kardeşi de saldırıya uğradı. Üniversite yetkilileri bir skandala meydan vermek istemiyorlardı. Bu olayların ardından gelen daha da şüpheli bir intiharla Sara ve eski eşi, polis şefi Jeffrey Tolliver için işler karıştı. Polis şefi, artık kampusta güvenlik görevlisi olan Lena Adams'ın önemli olabilecek bilgilere sahip olduğundan şüpheleniyordu. Ama polis gücünden ihraç edilmesinden dolayı öfke dolu olan Lena, bırakın bir sonraki kurbanı korumayı, kendisini bile korumaktan aciz görünüyordu… KÖRBAKIŞ ve ACI ÖPÜCÜK'ten sonra SOĞUK KORKU'yla Grant Bölgesi serisi devam ediyor.
Adli tabip Linton üniversite kampusunda bir intihar olayına çağrıldı. Parçalanmış cesette pek fazla ipucu yoktu. Olay yerinde araştırma yaparlarken Sara'nın kız kardeşi de saldırıya uğradı. Üniversite yetkilileri bir skandala meydan vermek istem... tümünü göster
Birbirlerini buldukları anda, ister istemez kaybedeceklerdi.SUAT, HACER, SÜREYYA VE NECİPİN HİKAYESİ.Evli bir çift. Bir kız kardeş.Yakın bir dost.Yalnızlık. Tuhaf bir temas.Önlenemez bir açlık.Tüketen bir kıskançlık ve feci bir son.Tüm aşkların sınırsızca imkan dahilinde olduğu, imkansız temasının neredeyse tamamen saf dışı bırakıldığı günümüze inat bir zamanlar aşk neredeyse yasak, acı ve hasret demekti. Kadınların ve erkeklerin kaderlerini başkaları çizer, onlar da bir şekilde bu kadere ayak uydururdu. Ya da her şeyden, hatta hayattan vazgeçilirdi.
******
Edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olan Mehmet Rauf un Eylül ü yazarın diline hiçbir surette dokunulmadan, eserin üslûb ve ses musikisi olabildiğince korunarak Enfel Doğan tarafından yayına hazırlanmış, kitabın son kısmına romanda geçen kimi kelime ve terkipleri içeren bir sözlük de konulmuştur. Eylül ü, yazılışından yaklaşık yüz yıl sonra özgün diliyle yeniden yayınlayarak kültürümüze hizmet ettiğimiz inancını taşımaktayız.
******
Eylül, mutlu bir evlilik sürmesine karşın eşi Süreyya Beyin arkadaşı Necib Bey ile gizli bir aşk yaşayan Suad Hanımın çıkmazlarını, dönemine göre oldukça derin ve ayrıntılı bir psikolojik yaklaşımla ele alıyor. Bu özelliğinden ötürü Eylül, Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı olarak kabul edilmektedir. Bir yaz, Boğaziçinde bir yalı kiralayan Süreyya Bey ile Suad Hanımın aile dostu Necib onları sık sık ziyaret eder, gece yatılarına kalır. Necib Beyin derin bir saygı beslediği Suad Hanıma ilgisi şiddetli bir sevgiye dönüşür, ancak bunu kendi içinde gizler. Bir gün dayanamaz, Suadın eldivenini çalar. Sonunda hastalanır, humma nöbetleri arasında bu eldiveni sayıklar. Suad bunu öğrenince eldivenin öbür tekini de verir, böylece her ikisinin de birbirine duyduğu aşk açığa çıkmış olur. Arkadaşı ve aşkı arasında kalan Necib ile kocasına bağlı Suad, nefislerini yenerek bu aşkı küllendirmeye çalışırlar.Eylül: Edebiyatımızda ilk psikolojik roman.
******
Bu kitap, edebiyat tarihimizin ilk psikolojik romanıdır.Salonda bahçedekilerin kahkahaları işitilebiliyordu. Süreyya canı sıkılanlara özgü bir tahammülsüzlükle, Çılgın kız! diye söylendi.Balkona açılan büyük kapıdan parmaklığa dayanmış dışarıya baktığı görülen karısı dönüp; Bu gece hava ne güzel! dedi.
******
İlk defa 1900 - 1901 yılları arasında Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilen Eylül ün kitap halinde ilk baskısı 1901 yılında yapılmıştır.Rauf un en önemli eseri olan Eylül, zamanının ilk psikolojik romanı olarak kabul edilir.Romanda, Suad, Süreyya ve Necib üçlüsü arasındaki aşk-sadakat-evlilik üçgeninde, bu insanların ruhsal çözümlemesi yapılmıştır. Evli bir kadınla, kocasının yakın arkadaşı olan bir adam arasında yaşanan yasak aşk ve bunlardan habersiz kocanın ruhsal durumları, kadının ve erkeğin toplumsal rolleri, dönemi itibariyle cesur bir dille anlatılmaktadır.
******
Servet-i Fünun döneminin en önemli romancılarından biri olan Mehmet Raufun Eylülü psikolojik roman türünün yazınımızdaki ilk örneğidir. Yasak bir aşkı psikolojik boyutuyla anlatır, acılar o kadar dayanılmaz bir hal alırki, aşk ateşi daha büyük bir ateşle bitirilir..
******
Bir sonbahar...Sarıya çalan yapraklarla beraber sararan umutlar ve heyecanlar...Yasak bir Aşk var Eylülde, yasak olduğu kadar da temiz ve içten. Yaz mevsimiyle başlayan bir aşkın, sonbaharla birlikte solmaya başlaması ve hayat gibi bir son... Eylül bir Aşk romanıdır. Bazen soluk soluğa bazen hüzünle okuyacağınız bir Aşk. Roman karakterleri aşkları sebebiyle bir takım toplumsal irdelemelere girerler, namus, Aşk, hayat, evlilik sorgulanır. Günümüzde sıradan adına Aşk adı verilen ilişkilerden çok daha saf ve derin bir Aşk anlatılıyor Eylülde. Salt birbirlerini düşünen, dünyayı umursamayan bir Aşk değil Suad ve Necipin aşkı, Suad kocası Süreyyayı da düşünür ve Necip kuzeni Süreyyayı da düşünür. Suad ve Necip, Süreyya uğruna kendi aşklarından vazgeçerler.Eylül romanı Türk edebiyat tarihinin önemli eserlerinden biridir, hem psikolojik hem de toplumsal incelemeler vardır romanda. Gerçekçi-Doğalcı akımın başarılı bir örneğidir.Kısançlıklar, heyecanlar, umutlar, umutsuzluklarve gözyaşı ve Aşk... Eylül...
******
Mehmet Rauf, Sanat için sanat ilkesini reddederek daha iyi bir insanlık, daha mutlu bir gelecek için uğraşma iddiasıyla yola çıkarak Eylülü yazar.Paul Bourget etkisindeki yazar, Eylülde olayları çok yavaş gelişen bir üçgende Suad-Süreyya-Necib ilişkisini inceler. Ancak tek konunun dışına çıkamayıp yoğunlaştığı için edebiyatımızın ilk psikolojik romanını yazmış olur.Süreyyanın denizle oyalanması, çocuksuz ve genç bir kadın olan Suadı tek başına bırakır. Müzikle avunmaya yönelen duyarlılığı, akrabaları Necible sık sık görüşme olanaklarında bir sevgi haline gelir. Necib de kadınsız hayatının ülküsü olarak, hep iyi durumlarda görüştüğü Suadı beğenip sevmeye başlar...
******
Süreyya Bey ve Suad Hanımın mutlu bir evlilikleri vardır. Evliliklerinin üzerinden beş yıl geçmesine rağmen Süreyyanın ailesiyle birlikte oturmaktadırlar. Fakat evin havası, artık Süreyya ve Suada sıkıcı gelmektedir. Süreyya, bir an önce bu evden ayrılıp, denize bakan sakin bir evde yaşamanın, en azından yazı orada geçirmenin hayalini kurmaktadır. Kısa bir süre sonra Süreyyanın hayali gerçekleşir ve Suadın babasından aldığı para sayesinde Boğaziçinde bir yalı kiralarlar.
Süreyyanın arkadaşı Necip, ailenin yakın dostudur. Suad müziğe; Süreyya denize meraklıdır. Biri çoğunlukla evde, diğeri denizde vakit geçirmektedir. Daha çok Suad ile evde kalan Necip, onu sevmeye başlar; Suad da bu sevgiye kayıtsız kalmaz. Zamanla ikisi de iç hesaplaşmalara başlarlar ve sevgilerinin kirletilmemesi için çaba harcarlar. Roman, psikolojik tahlillerin yapıldığı ve bu yönüyle edebiyat tarihimizin ilkleri arasında yer alan bir eserdir.
******
Salonda bahçedekilerin kahkahaları işitilebiliyordu.Süreyya, canı sıkılanlara özgü bıkkınlıkla Çılgın kız diye söylendi.Balkona açılan büyük kapıdaki parmaklığa dayanmış dışarıya bakan karısı dönüp: Bu gece hava ne güzel! dedi.
******
Suat, Necip, Süreyya ve diğerleri; Hacer, Fatin, dadı. Boğaziçinde bir yalıda geçirilen upuzun bir yaz mevsimi. Eylül, esas itibariyle Necipin, yakın arkadaşı Süreyyanın karısı Suata olan yasak aşkından ve Suatın da giderek bu aşka karşılık verişinden ibaret görünse de, onu sıradan bir aşk romanı olmaktan çıkaran asıl özellik, karakterlerin ruh tahlillerinin derinliğinde kendini gösterir. Bu özelliğinden dolayıdır ki edebiyatımızda ilk psikolojik roman olan Mehmed Raufun bu ölmez eseri, orijinalitesini bozmayacak seviyede bir sadeleştirmeye tabi tutulmuş olarak, okuyuculara sunulmaktadır.
******
Yazıldığı dönemin en önemli romanı sayılan EYLÜLün Mehmed Raufun ünlü bir yazar olarak anılmasında önemi büyüktür.EYLÜL, gerek yayımlandığı dönemde, gerekse günümüzde psikolojik roman tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Psikolojik roman tanımlaması, özellikle Suat ve Necip arasında dile getirilemeyen, iç dünyada yaşanan, toplumun geleneksel yapısının reddettiği duygulardan kaynaklanmaktadır.Romana ismini veren Eylül, yaz mevsiminin ve bu mevsimde başlayan imkânsız bir aşkın bitişini simgelemektedir. Eylül, hüznün de ifadesidir. Romanın sonunda eylül ayı ile tabiatın görüntüsü üzerine yapılan tasvirlerde de bu hüzne rastlanır.
******
Güneşin kavurucu ateşinin yürekleri yaktığı, o ilk sıcaklığın, zamanla karşı konulamaz bir tutkuya dönüştüğü yaz...Ayrılık rüzgarlarının etrafta sinsice kol gezdiği sonbahar..Kah güneşli sevdaları, kah fırtınalı pişmanlıkları tarif edilemez bir acıyla içinde saklayaonbaharın o en yalnız Eylülü... Türk Edebiyatının bu ilk psikolojik romanında, Suad, Süreyya ve Necib arasındaki fırtınalı ilişkiler ve kahramanların iç dünyalarına doğru uzun ve keyifli bir yolculuk sizleri bekliyor.
******
Süreyya Beyle Suat Hanım beş yıldan beri evlidir. Bir yaz, Boğaziçinde, Yeni Mahallede küçük bir ev kiralarlar. Mutludurlar. Süreyyanın arkadaşı Necip, sık sık gelip yanlarında konuk olarak kalmaktadır. Necip, Suata çok değer vermekte, ona karşı derin bir saygı beslemektedir. Bu değer veriş ve saygı bir gün şiddetli bir sevgiye dönüşür. Genç adam, sevgisini içinde gizlemektedir. Bir gün dayanamaz..
Birbirlerini buldukları anda, ister istemez kaybedeceklerdi.SUAT, HACER, SÜREYYA VE NECİPİN HİKAYESİ.Evli bir çift. Bir kız kardeş.Yakın bir dost.Yalnızlık. Tuhaf bir temas.Önlenemez bir açlık.Tüketen bir kıskançlık ve feci bir son.Tüm aşkların sınır... tümünü göster
Genç ve güzel bir kadın kendisini yaktıktan sonra alevler içinde Cambridge Üniversitesi’nin tarihî yemek salonuna girer. Üniversitede sıra dışı ve korkunç bir şekilde intihar eden pek çok kız öğrencinin sonuncusudur. Bu durum Londra Polisi’nin dikkatini çeker ve intiharlar arasında bir bağlantı olup olmadığını araştırmaya koyulurlar. İntihar eden genç kadınların çoğu kendilerini öldürmeden kısa bir süre önce kâbuslar gördüklerinden ve uykularında tecavüze uğradıklarına inandıklarından bahsetmişlerdir.
Hassas ve depresyona yatkın bir üniversite öğrencisi rolüne bürünen genç dedektif Lacey Flint üniversitede neler olup bittiğini araştırması için Cambridge’e gönderilir. Lacey’nin gerçek kimliğini bilen tek kişi olan psikiyatr Evi Oliver’dan yardım alır. İki kadının üniversitedeki sırları açığa çıkarmak için üstlendikleri görev, hayatlarını tehlikeye sokacak ve çok geçmeden Lacey de kâbuslar görmeye başlayacaktır. Yoksa sıradaki kurban, genç dedektif mi olacaktır?
İntihar Okulu akıl oyunları yapmayı her şeyden çok seven bir yazar tarafından kaleme alınan, uykularınızı kaçıracak, tüyler ürpertici bir gerilim kitabı.
“Mükemmel… Gerilim asla azalmıyor. Ustaca planlanmış bir kurgu ve ölüm kalım savaşı veren, kusursuzca yaratılmış bir kadın kahraman.”
- Publishers Weekly -
“Çok özel bir kitap. Çok katmanlı, ince düşünülmüş ve nefes kesici.”
- Lee Child -
“Bolton’ın yeni kitabı için pek çok methiye düzülebilir ama ben sadece ‘Vay canına!’ demek istiyorum. Son cümleyi okuduktan sonra son bir iki sayfaya dek nefesimi tuttuğumu fark ettim. Evet, kitabın sonu o kadar heyecanlı. Hikâyenin karanlık ve tüyler ürpertici bir havası var, ana karakterler güçlü fakat duygusal açıdan hassas ve olayları önceden kestirmek oldukça zor. Muhteşem bir psikolojik gerilim, okumaya zaman ayırdığınıza kesinlikle değecek. İlk sayfadan itibaren bağımlısı olacaksınız.” RT Book Reviews
“Ters köşeler okurları kendisine hapsedecek ve son paragrafa kadar merak içinde bırakacak.”
- Library Journal -
“İnandırıcı karakterler, çağrışımlar yapan yerler ve bir grup tüyler ürpertici sadist… Bolton’ın son kitabı oldukça tatmin edici ve nefes kesici bir okuma deneyimi yaşatıyor.” Booklist
“Tüyler ürpertici bir gerilim!”
- Lisa Gardner -
“Korku ve gerilim arasındaki ince çizgide gidip geliyor. Zengin ve tedirgin edici.”
- Daily Mirror -
“S. J. Bolton polisiye roman denilince akla gelen ilk isimlerden biri haline geldi.”
- Stylist Magazine -
“Büyüleyici… Eğer böyle devam ederse Bolton’ın milyonlarca hayrana ulaşacağı kesin.”
- The Times -
“Sürükleyici ve ürkütücü… Bolton unutulmayacak bir isim.”
- Grazia -
“Tüyler ürpertici, esrarengiz ve çarpıcı.”
News of the World
“Korkunç ve merak uyandırıcı.”
- Independent -
“İlk sayfasından itibaren sizi ele geçirecek ve kitap bitene kadar merak içinde bırakacak.”
- Literary Review -
“Dehşet verici olaylarla dolu.”
- Time Out -
“Ustaca kurgulanmış, özgün ve korkunç.”
- Daily Mail -
Genç ve güzel bir kadın kendisini yaktıktan sonra alevler içinde Cambridge Üniversitesi’nin tarihî yemek salonuna girer. Üniversitede sıra dışı ve korkunç bir şekilde intihar eden pek çok kız öğrencinin sonuncusudur. Bu durum Londra Polisi’nin dikkat... tümünü göster
Vatan Yahut Silistre Vatan şairi Namık Kemal in, en önemli eserlerindendir. Konusunu yakın tarihimizden alan bu piyeste; kahramanlık ve vatan sevgisi yanında, baba özlemi ve aşk konuları da işlenmiştir. Eserin yazı çevrimi özgün diline sadık kalınarak yeniden yapılmış, sonuna günümüzde az kullanılan kelimelerin sözlükçesi de eklenmiştir.Bu piyesin; gençlerimizin milli benlik ve birlik duygularını güçlendirerek, geleceklerine güvenle bakabilmelerinin sağlanması açısından büyük önem taşıdığına inanmaktayız.\n\n\n\nVatan Yahut Silistre, dört perdeden oluşan bir tiyatro yapıtıdır. Namık Kemal, oyunu Gelibolu mutasarrıfı iken yazmaya başlamış, buradan ayrılıp İstanbula dönünce tamamlamıştır.Vatan Yahut Silistre oyunu, 1 Nisan 1873te İstanbulda Gedikpaşa Tiyatrosunda ilk kez sergilendi. Oyundan sonra olaylar oldu. Coşkuya kapılan halk yazarı sahneye çağırdı. Yazarın orada bulunmaması üzerine sokaklara döküldü. Namık Kemal, yapıtın yazılış amacını tek cümleyle özetler: Yapıtın yazılmasındaki amaç, ulustaki yurtseverlik duygularını dile getirmekti; tiyatro yazma alanında ustalık göstermek değil!\n\nKonusunu yakın tarihimizden alan bu oyun döneminin simgesi olmuş bir tiyatrodur. Eserin yazılmasındaki amaç ise milletteki vatanseverlik duygularını dile getirmektir.\n\nVatan Yahut Silistre, Namık Kemalin ilk piyesidir. Eserde vatanperverlik ve kahramanlık duygularını işlemekte, halkta bu duyguları harekete geçirmek istemektedir. Piyes, 1853 yılında Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında başlayan Kırım Savaşında gönüllü olarak cepheye giden İslam Bey ile asker kılığına girerek kimseye haber vermeden onun ardından Silistreye giden sevgilisi Zekiyenin başından geçenleri anlatır. Türk askerinin vatan uğruna gösterdiği fedakarlığı canlandırır.\n\nBak, hiç hatırına gelir mi ki burada bir zavallı var.
Kendinden ayrılmayı canından ayrılmaktan beter biliyor da
ayrılmamak için bir çare bulamıyor! Seni seven hiçbir zaman
\n\nMilletlerin bağımsızlıklarını ve milli kimliklerini koruyabilmeleri için, daima milli bilinci güçlü bireylere ihtiyacı vardır. Yüz Temel Eser içine dâhil edilmiş olan Vatan Yahut Silistre piyesinin, çocuklarımızın şanlı tarihimizden güç alıp geleceğe güvenle bakan, milli bilinçle yoğrulmuş iyi bir vatandaş olarak yetişmelerinde katkı sağlayacağına inanıyoruz. ...\n\nTürk Edebiyatında vatan ve millet sevgisini ilk defa başarılı bir şekilde işleyen eser Namık Kemalin Vatan Yahut Silistre adlı oyunudur. Yazar, bu oyununda vatan sevgisinin Allah sevgisinden kaynaklandığını ortaya koymaktadır. MEB Talim ve Terbiye Kurulunun 2243 sayılı Tebliğler Dergisinde yayınlanan kararı ile ilköğretim okulu öğrencilerine tavsiye edilmiştir.\n\nMillî Eğitim Bakanlığınca Türk ve dünya edebiyatında 100 Temel Eser in önce ortaöğretimde ardından ilköğretimde belirlenmiş olmasını, ülkemizdeki okuma oranını artırmaya yönelik bir çaba olarak görüyoruz. Bir başlangıç olarak ilköğretimde 100 Temel Eser ümit vericidir; ilköğretim seviyesindeki çocuklarımıza bu eserleri okutmayı başarabilirsek, okuyan toplum olma yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır. İlköğretimde 100 Temel Eser in bir başka olumlu yönü de; aynı eserleri okumuş, o eserlerdeki dil varlığı ile duygu ve düşünce zenginliğini fark etmiş bireylerin oluşturacağı bir toplumun daha hoşgörülü, daha paylaşımcı olmasını sağlamasıdır.\n\nSilistre kalesi, bizzat Rus Orduları Başkomutanının yönettiği seksen bin kişilik bir ordu tarafından 15 Mayıs 1854te kuşatılır. Kale, Arnavutluktan Iraka kadar İmparatorlukun hemen her yerinden gelen gönüllülerin de içinde olduğu toplam on bin kişilik bir güçle savunulmaktadır. Kırk üç gün süren yoğun saldırıları başarıyla püskürten Müslüman savaşçılar, yiyecek ve cephaneleri tükendiği için, tek kurtuluş yolu olarak görülen bir yarma hareketiyle koca orduyu bozguna uğratırlar. Son derece yalın bir olay üzerine kurulan Vatan yahut Silistre, tüm teknik kusurlarına karşın, Osmanlı toplumuyla tiyatronun buluşmasını sağlamış ve yazarının hiç ummadığı ölçüde etkili olmuştur. Yazarı izleyerek söylersek, Vatan yahut Silistre, Türk tiyatrosunu bulunduğu noktadan ilerilere taşımış, gelişimi açısından da tam bir dönüm noktası oluşturmuştur.\n\nBu eser, defalarca kitap olarak basılarak, defalarca da oyun olarak oynanarak günümüze dek gelmiştir. Bugün de, konusu itibarıyla tazeliğini ilk günkü gibi korumaktadır. Eser, konusunu yakın tarihimizden almıştır. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan bu eser, başka dillere de çevrilmiştir.Biz bu eseri, özellikle genç kuşağımız tarafından daha da iyi anlaşılması dileğiyle, itinayla ve orijinal metnine sadık kalarak sadeleştirmeye çalıştık. ...\n\nZihnimden babamın, annemin sevgisini çıkardın; kardeşimin mezarı gönlümde idi, onu bile unutturdun. Şimdi hayali de, kendi gibi kara topraklarda yatıyor. Mezarını görmeden hatırıma gelmiyor. Ne uyuyabiliyorum, ne de irademe hakim olabiliyorum... içimde başka hiçbir şeye arzu kalmadı; gönlümde senden başka birşey bırakmadın. Şimdi kendini de benden alacaksın. Hem de bunun müjdesini kendin getiriyorsun. Kalbimi yaracaktın da bana bu merhameti, bu insafı mı gösterecektin? Sonunda ne olacak? O, bu memleketten gider, ben de dünyadan giderim. Ömrümün her lezzetini kaybettikten sonra kara toprağın nesi var? Birkaç dakikalık can acısından mı korkacağım?\n\nİslam Bey, gönlündeki tüm aşkları bir yana bırakarak savaşa koşar. Ne var ki gidenlerin geri dönemeyeceğini bilen Zekiye, İslam Beyi yalnız göndermeyi düşünmemektedir...Oynandığı dönemde büyük fırtınalar kopararak Namık Kemalin Magosaya sürülmesine sebep olan bir eser; Vatan Yahut Silistre. Oyunun sahnelendiği gece sokaklar boşalmış, Gedikpaşa Tiyatrosu, üst düzey yöneticilerin de aralarında bulunduğu bir kalabalıkla hınca hınç dolmuştur. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistre yalnız ülkemizde değil, Avrupada da ilgi uyandırmış ve beş dile çevrilmiştir.\n\n
Vatan Yahut Silistre Vatan şairi Namık Kemal in, en önemli eserlerindendir. Konusunu yakın tarihimizden alan bu piyeste; kahramanlık ve vatan sevgisi yanında, baba özlemi ve aşk konuları da işlenmiştir. Eserin yazı çevrimi özgün diline sadık kalınara... tümünü göster