Birbirlerini buldukları anda, ister istemez kaybedeceklerdi.SUAT, HACER, SÜREYYA VE NECİPİN HİKAYESİ.Evli bir çift. Bir kız kardeş.Yakın bir dost.Yalnızlık. Tuhaf bir temas.Önlenemez bir açlık.Tüketen bir kıskançlık ve feci bir son.Tüm aşkların sınırsızca imkan dahilinde olduğu, imkansız temasının neredeyse tamamen saf dışı bırakıldığı günümüze inat bir zamanlar aşk neredeyse yasak, acı ve hasret demekti. Kadınların ve erkeklerin kaderlerini başkaları çizer, onlar da bir şekilde bu kadere ayak uydururdu. Ya da her şeyden, hatta hayattan vazgeçilirdi.
******
Edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olan Mehmet Rauf un Eylül ü yazarın diline hiçbir surette dokunulmadan, eserin üslûb ve ses musikisi olabildiğince korunarak Enfel Doğan tarafından yayına hazırlanmış, kitabın son kısmına romanda geçen kimi kelime ve terkipleri içeren bir sözlük de konulmuştur. Eylül ü, yazılışından yaklaşık yüz yıl sonra özgün diliyle yeniden yayınlayarak kültürümüze hizmet ettiğimiz inancını taşımaktayız.
******
Eylül, mutlu bir evlilik sürmesine karşın eşi Süreyya Beyin arkadaşı Necib Bey ile gizli bir aşk yaşayan Suad Hanımın çıkmazlarını, dönemine göre oldukça derin ve ayrıntılı bir psikolojik yaklaşımla ele alıyor. Bu özelliğinden ötürü Eylül, Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı olarak kabul edilmektedir. Bir yaz, Boğaziçinde bir yalı kiralayan Süreyya Bey ile Suad Hanımın aile dostu Necib onları sık sık ziyaret eder, gece yatılarına kalır. Necib Beyin derin bir saygı beslediği Suad Hanıma ilgisi şiddetli bir sevgiye dönüşür, ancak bunu kendi içinde gizler. Bir gün dayanamaz, Suadın eldivenini çalar. Sonunda hastalanır, humma nöbetleri arasında bu eldiveni sayıklar. Suad bunu öğrenince eldivenin öbür tekini de verir, böylece her ikisinin de birbirine duyduğu aşk açığa çıkmış olur. Arkadaşı ve aşkı arasında kalan Necib ile kocasına bağlı Suad, nefislerini yenerek bu aşkı küllendirmeye çalışırlar.Eylül: Edebiyatımızda ilk psikolojik roman.
******
Bu kitap, edebiyat tarihimizin ilk psikolojik romanıdır.Salonda bahçedekilerin kahkahaları işitilebiliyordu. Süreyya canı sıkılanlara özgü bir tahammülsüzlükle, Çılgın kız! diye söylendi.Balkona açılan büyük kapıdan parmaklığa dayanmış dışarıya baktığı görülen karısı dönüp; Bu gece hava ne güzel! dedi.
******
İlk defa 1900 - 1901 yılları arasında Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilen Eylül ün kitap halinde ilk baskısı 1901 yılında yapılmıştır.Rauf un en önemli eseri olan Eylül, zamanının ilk psikolojik romanı olarak kabul edilir.Romanda, Suad, Süreyya ve Necib üçlüsü arasındaki aşk-sadakat-evlilik üçgeninde, bu insanların ruhsal çözümlemesi yapılmıştır. Evli bir kadınla, kocasının yakın arkadaşı olan bir adam arasında yaşanan yasak aşk ve bunlardan habersiz kocanın ruhsal durumları, kadının ve erkeğin toplumsal rolleri, dönemi itibariyle cesur bir dille anlatılmaktadır.
******
Servet-i Fünun döneminin en önemli romancılarından biri olan Mehmet Raufun Eylülü psikolojik roman türünün yazınımızdaki ilk örneğidir. Yasak bir aşkı psikolojik boyutuyla anlatır, acılar o kadar dayanılmaz bir hal alırki, aşk ateşi daha büyük bir ateşle bitirilir..
******
Bir sonbahar...Sarıya çalan yapraklarla beraber sararan umutlar ve heyecanlar...Yasak bir Aşk var Eylülde, yasak olduğu kadar da temiz ve içten. Yaz mevsimiyle başlayan bir aşkın, sonbaharla birlikte solmaya başlaması ve hayat gibi bir son... Eylül bir Aşk romanıdır. Bazen soluk soluğa bazen hüzünle okuyacağınız bir Aşk. Roman karakterleri aşkları sebebiyle bir takım toplumsal irdelemelere girerler, namus, Aşk, hayat, evlilik sorgulanır. Günümüzde sıradan adına Aşk adı verilen ilişkilerden çok daha saf ve derin bir Aşk anlatılıyor Eylülde. Salt birbirlerini düşünen, dünyayı umursamayan bir Aşk değil Suad ve Necipin aşkı, Suad kocası Süreyyayı da düşünür ve Necip kuzeni Süreyyayı da düşünür. Suad ve Necip, Süreyya uğruna kendi aşklarından vazgeçerler.Eylül romanı Türk edebiyat tarihinin önemli eserlerinden biridir, hem psikolojik hem de toplumsal incelemeler vardır romanda. Gerçekçi-Doğalcı akımın başarılı bir örneğidir.Kısançlıklar, heyecanlar, umutlar, umutsuzluklarve gözyaşı ve Aşk... Eylül...
******
Mehmet Rauf, Sanat için sanat ilkesini reddederek daha iyi bir insanlık, daha mutlu bir gelecek için uğraşma iddiasıyla yola çıkarak Eylülü yazar.Paul Bourget etkisindeki yazar, Eylülde olayları çok yavaş gelişen bir üçgende Suad-Süreyya-Necib ilişkisini inceler. Ancak tek konunun dışına çıkamayıp yoğunlaştığı için edebiyatımızın ilk psikolojik romanını yazmış olur.Süreyyanın denizle oyalanması, çocuksuz ve genç bir kadın olan Suadı tek başına bırakır. Müzikle avunmaya yönelen duyarlılığı, akrabaları Necible sık sık görüşme olanaklarında bir sevgi haline gelir. Necib de kadınsız hayatının ülküsü olarak, hep iyi durumlarda görüştüğü Suadı beğenip sevmeye başlar...
******
Süreyya Bey ve Suad Hanımın mutlu bir evlilikleri vardır. Evliliklerinin üzerinden beş yıl geçmesine rağmen Süreyyanın ailesiyle birlikte oturmaktadırlar. Fakat evin havası, artık Süreyya ve Suada sıkıcı gelmektedir. Süreyya, bir an önce bu evden ayrılıp, denize bakan sakin bir evde yaşamanın, en azından yazı orada geçirmenin hayalini kurmaktadır. Kısa bir süre sonra Süreyyanın hayali gerçekleşir ve Suadın babasından aldığı para sayesinde Boğaziçinde bir yalı kiralarlar.
Süreyyanın arkadaşı Necip, ailenin yakın dostudur. Suad müziğe; Süreyya denize meraklıdır. Biri çoğunlukla evde, diğeri denizde vakit geçirmektedir. Daha çok Suad ile evde kalan Necip, onu sevmeye başlar; Suad da bu sevgiye kayıtsız kalmaz. Zamanla ikisi de iç hesaplaşmalara başlarlar ve sevgilerinin kirletilmemesi için çaba harcarlar. Roman, psikolojik tahlillerin yapıldığı ve bu yönüyle edebiyat tarihimizin ilkleri arasında yer alan bir eserdir.
******
Salonda bahçedekilerin kahkahaları işitilebiliyordu.Süreyya, canı sıkılanlara özgü bıkkınlıkla Çılgın kız diye söylendi.Balkona açılan büyük kapıdaki parmaklığa dayanmış dışarıya bakan karısı dönüp: Bu gece hava ne güzel! dedi.
******
Suat, Necip, Süreyya ve diğerleri; Hacer, Fatin, dadı. Boğaziçinde bir yalıda geçirilen upuzun bir yaz mevsimi. Eylül, esas itibariyle Necipin, yakın arkadaşı Süreyyanın karısı Suata olan yasak aşkından ve Suatın da giderek bu aşka karşılık verişinden ibaret görünse de, onu sıradan bir aşk romanı olmaktan çıkaran asıl özellik, karakterlerin ruh tahlillerinin derinliğinde kendini gösterir. Bu özelliğinden dolayıdır ki edebiyatımızda ilk psikolojik roman olan Mehmed Raufun bu ölmez eseri, orijinalitesini bozmayacak seviyede bir sadeleştirmeye tabi tutulmuş olarak, okuyuculara sunulmaktadır.
******
Yazıldığı dönemin en önemli romanı sayılan EYLÜLün Mehmed Raufun ünlü bir yazar olarak anılmasında önemi büyüktür.EYLÜL, gerek yayımlandığı dönemde, gerekse günümüzde psikolojik roman tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Psikolojik roman tanımlaması, özellikle Suat ve Necip arasında dile getirilemeyen, iç dünyada yaşanan, toplumun geleneksel yapısının reddettiği duygulardan kaynaklanmaktadır.Romana ismini veren Eylül, yaz mevsiminin ve bu mevsimde başlayan imkânsız bir aşkın bitişini simgelemektedir. Eylül, hüznün de ifadesidir. Romanın sonunda eylül ayı ile tabiatın görüntüsü üzerine yapılan tasvirlerde de bu hüzne rastlanır.
******
Güneşin kavurucu ateşinin yürekleri yaktığı, o ilk sıcaklığın, zamanla karşı konulamaz bir tutkuya dönüştüğü yaz...Ayrılık rüzgarlarının etrafta sinsice kol gezdiği sonbahar..Kah güneşli sevdaları, kah fırtınalı pişmanlıkları tarif edilemez bir acıyla içinde saklayaonbaharın o en yalnız Eylülü... Türk Edebiyatının bu ilk psikolojik romanında, Suad, Süreyya ve Necib arasındaki fırtınalı ilişkiler ve kahramanların iç dünyalarına doğru uzun ve keyifli bir yolculuk sizleri bekliyor.
******
Süreyya Beyle Suat Hanım beş yıldan beri evlidir. Bir yaz, Boğaziçinde, Yeni Mahallede küçük bir ev kiralarlar. Mutludurlar. Süreyyanın arkadaşı Necip, sık sık gelip yanlarında konuk olarak kalmaktadır. Necip, Suata çok değer vermekte, ona karşı derin bir saygı beslemektedir. Bu değer veriş ve saygı bir gün şiddetli bir sevgiye dönüşür. Genç adam, sevgisini içinde gizlemektedir. Bir gün dayanamaz..
Birbirlerini buldukları anda, ister istemez kaybedeceklerdi.SUAT, HACER, SÜREYYA VE NECİPİN HİKAYESİ.Evli bir çift. Bir kız kardeş.Yakın bir dost.Yalnızlık. Tuhaf bir temas.Önlenemez bir açlık.Tüketen bir kıskançlık ve feci bir son.Tüm aşkların sınır... tümünü göster
Ben artık zelil ve sefil bir günahkâr oldum. Ben artık tarihin en melun çehresi Yehudaya bir nazire oldum. Yehuda nasıl dünyanın pek muazzez bir simasını, efendisini birkaç dinar için sattı ise ben de dünyanın beni en çok sevmiş bir ruhunu, o ruhun hududu olmayan emniyetini, muhitini sattım, dünyada en çok sevdiği bir şeyin kalbini ondan çaldım.Halide Edib Adıvar, kendisine asıl ününü kazandıran yapıtlarından biri olan Handanda evlilik ve aşk ilişkilerini konu alır. İngiliz terbiyesiyle yetişmiş Handan, II. Abdülhamid rejimine karşı mücadele eden Nâzımı reddederek Hüsnü Paşa ile evlenir, ama mutlu olmaz. Mutsuzluğu onu bir beyin kanamasına ve bilinç kaybına götürür.Handanın yeni ve özenli basımını genç kuşakların kaçırmamaları gerekiyor.
Ben artık zelil ve sefil bir günahkâr oldum. Ben artık tarihin en melun çehresi Yehudaya bir nazire oldum. Yehuda nasıl dünyanın pek muazzez bir simasını, efendisini birkaç dinar için sattı ise ben de dünyanın beni en çok sevmiş bir ruhunu, o ruhun h... tümünü göster
Yakın çevremizde benzerlerini görebileceğimiz gerçeklikte bir baba-kız öyküsü... Babasına hayran Verda, hatta âşık. Biricik kahramanım diyor onun için. Ne var ki, yıllar önce annesiyle babasının boşanmasından sonra ayrı düşmüşler birbirlerine. Çatışmışlar, çelişmişler ama sevgileri içten içe hep sürmüş. Kariyerinde zirveye ulaşmış ünlü avukat Vedat Karacan’ın intiharıyla başlıyor öykü. Bu beklenmedik ölümün ardında yatan gizi çözmek Verda’ya düşmektedir. Geriye dönüp baktığında yüzleştiği keşke’leriyle, pişmanlıklarıyla ve içini kavuran devasa bir özlemle sürecektir babasının izini... Minicik çocuk ellerimi avucunun içine hapsettiğinde, yüreğim yüreğinde eriyordu babacığım. Parmaklarım büyüdü diye mi tutmuyorsun artık ellerimi? Keşke hep küçük kalsalardı... Ne oldu da ayrıldı ellerimiz baba? Hiçbir zaman soramadım bunu sana. Sormak istediğimde fırsat olmadı, fırsat olduğunda cesaretim... Soluk soluğa okuyacağınız, farklı bir Canan Tan romanı...
Yakın çevremizde benzerlerini görebileceğimiz gerçeklikte bir baba-kız öyküsü... Babasına hayran Verda, hatta âşık. Biricik kahramanım diyor onun için. Ne var ki, yıllar önce annesiyle babasının boşanmasından sonra ayrı düşmüşler birbirlerine. Çatışm... tümünü göster
Geçtiğimiz yıllarda Piraye adını taşıyan kitabı ile gündeme gelen Canan Tan, bu kez Eroinle Dans isimli romanı ile okurla buluşuyor.Eroin konusunda, bilimsel ya da günlük tarzında, pek çok kitap yazıldı. Türk ya da yabancı, günlük tutan eroin bağımlıları, anılarını paylaştılar okurlarla. Bulanık kafalarıyla, edebi kaygı gütmeden, bulutların üzerindeki serüvenlerini anlattılar.Gerçek anlamda bir eroin romanı yazmak isteyişim bundan, diyor Canan Tan.Beyinlerin damağında edebiyat tadını duyarak da okunabilmeliydi eroinin hikayesi... Romandaki karakterlerin hepsi hayal ürünü. Ama yaşadıkları öylesine gerçek ki... Eylülü, Dünyayı ya da Alevi değilse bile Ayşeleri, Zeynepleri, Özgeleri bulabilirsiniz yakın çevrenizde...Eroinle Dans, yalnızca bir eroin öyküsü değil. Sigara ve içkiyle başlayıp esrar, kokain, sakinleştirici ya da uyarıcı haplarla süren, uzun, upuzun bir yolun son noktası eroin. Merak, macera arayışı, çarpık ilişkilerin yaşandığı arkadaş çevreleri, rastlantı sonucu içinde bulunulan topluluğa uyum çabaları, bu konulara en uzak duran kişileri bile nasıl da içine çekebiliyor. Romanın iki kahramanı Eylül ve Dünyanın başına gelenler de bunlardan farklı değil. Eylül, ailesinin biricik prensesi; el bebek gül bebek büyütülmüş en iyi okullarda okutulmuş pırıl pırıl bir genç kız. Yolundan sapmasını haklı çıkaracak hiçbir dayanağı yok. Ancak, çok güçlü arkadaşlık ve dostluk bağları bazen bataklığa sürükleyebiliyor insanları. Eroinle Dans, hem güçlü bir arkadaşlığı, hem de böylesine güçlü bir arkadaşlığın sonuçlarını anlatıyor.
Geçtiğimiz yıllarda Piraye adını taşıyan kitabı ile gündeme gelen Canan Tan, bu kez Eroinle Dans isimli romanı ile okurla buluşuyor.Eroin konusunda, bilimsel ya da günlük tarzında, pek çok kitap yazıldı. Türk ya da yabancı, günlük tutan eroin bağımlı... tümünü göster
Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda ekmek kalmadı; ben hâlâ ham, hâlâ aşkta bir çocuk gibi toy...Hamuş derdi Mevlana kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç bir şairin, hem de nâmı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini.. Kâinatın da tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. Seneler var ki nereye gidersem gideyim o sesi dinledim. Her bir insanı Yaradanın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak verdim. Dinlemeyi sevdim. Cümleleri, kelimeleri ve harfleri... Oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu.Mesneviyi şerh edenlerin çoğu bu ölümsüz eserin b harfiyle başladığına dikkat çeker. İlk kelimesi Bişrev!dir. Yani Dinle! Tesadüf mü dersin ismi Suskun olan bir şairin en kıymetli yapıtına Dinle! diye başlaması. Sahi, sessizlik dinlenebilir mi?Bu romanda her bölüm aynı sessiz harfle başlar. Neden? diye sorma, ne olur. Cevabını sen bul. Ve kendine sakla.Çünkü öyle hakikatler var ki bu yollarda, anlatırken bile sır kalmalı.
A. Z. Zahara - Amsterdam, 2007
******
Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda ekmek kalmadı; ben hâlâ ham, hâlâ aşkta bir çocuk gibi toy...
Hamuş derdi Mevlana kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç bir şairin, hem de nâmı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini..?
Kâinatın da tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. Seneler var ki nereye gidersem gideyim o sesi dinledim. Her bir insanı Yaradanın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak verdim. Dinlemeyi sevdim. Cümleleri, kelimeleri ve harfleri... Oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu.
******
Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti.... tümünü göster
Lucasa göre, Balzacın gerçekliği, bir yandan tek tek tiplerin belli bireysel özelliklerinin, öte yandan onların sınıfın temsilcisi olarak tipik özelliklerinin daima tam bir biçimde verilişine dayanır.
Acı ve büyük bir terkedilmişlik içinde geçen çocukluk yılları... Belki de gerçekten bir ailesi olmasa, Felix yalnızlığa, sevgisizliğe, itilmişliğe daha kolay katlanabilirdi...Henriette... Kadınların en masumu, en yücesi... İhaneti asla kabul edilebilecek bir seçenek olarak görmeyen, namusu, inancı uğruna aşkların belki de en yücesini feda eden bir ka-dın...Bazı kültürlerde zambak, ölümün çiçeğidir. Ebedi aşkı ve ebedi acıyı temsil eder. Felix için Henriette de bir zambaktır...Balzac, bu efsanevi romanında kendisini anlatmış, kendi hayatında yaşadığı pek çok olayı sayfaların arasında oya gibi işlemiştir.Felixin ölümsüz aşkı, sevgili zambağı Henriette ise, Balzaca on beş yıl boyunca her türlü desteği vermiş olan Madame de Bernyden başkası değildir...Balzac, kendinden bir parçayı kattığı bu eserini, İnsanlık Komedisi adı altında topladığı eserlerinin Köy Hayatından Sahneler bölümüne koymuştur.
Sonradan görme insanlar maymun gibidir, maymun becerikliliği vardır onlarda. Yukarıda görür insan onları, tırmanırken çevikliklerine hayran kalınır ama doruğa ulaştıklarında artık yalnızca ayıp yerleri görünür(...) Bütün bir gün boyunca ayaklarımın dibine uzanarak sessizce yatabilirdi, bana bakarak dalar, bir cariye gibi sevişme saatini bekler gibi yapar, bir yandan da bu saatin gelmesini çabuklaştırmaya çalışırdı.Zevk yönünden bayağı verimli, bu zevkleri deneylerin yarattığı bilgilerle çeşitlendiren ama bilgisini tutkusunun taşkınlıkları altında gizleyen bir aşkın kışkırtıcı hazlarının pençesinde geçirdiğim ilk altı ayı hangi sözcüklerle anlatmak mümkün olabilir bilemem.(...) Cinsellikten uzak bir aşk isteklerin şiddetiyle ayakta kalır. Sonra hiçbir yönden size benzemeyen biz erkekler için öyle bir an gelir ki, her şey acıdır.Bizde böyle bir güç vardır ki onu kullanmaktan vazgeçtiğimiz an artık erkek olmaktan vazgeçmiş oluruz. Kendisini besleyen besinden yoksun kalan yürek kendi kendisini yer, ölüm değilse bile ölüm öncesi bir durum sayılan bir bitkinlik duyar. Doğayı uzun süre aldatamazsınız, en küçük bir fırsatta çılgınlığa benzer bir güçle uyanır.Vadideki Zambak... Balzacın başyapıtlardan biri. Şimdi Oğlak Klasikleri arasında...
Balzac, Vadideki Zambak romanı için şöyle der: Benim her gün olup biten gizli ya da açık olaylara, bireysel yaşamın eylemlerine, bunların nedenleriyle ilkelerine, şimdike dek tarihçilerin yalnız ulusların genel yaşantılarındaki olaylara verdikleri önem kadar önem verdiğimi göreceklerdir. Indre Vadisinde madame de Mortsaufla aşkı arasında olagelen o gizli savaş belki herkesin bildiği o ünlü savaşlardan herhangi biri kadar büyüktür.
Balzac, geçen zamanla güçlenen bu olağanüstü romanda dehasını ortaya koyuyor ve ihtişamlı Loire Vadisinde geçen benzersiz bir aşkı betimliyor.Genç ve başarılı Felix ile kendisinden yaşça büyük, güzeller güzeli Henriettein yolu imkânsız bir aşkta kesişiyor. Ancak Henriettein, Felixin içten sevgisine verdiği beklenmedik yanıt vadideki zambak ve aşkın kadınsı yönüyle ilgili gerçekleri gözler önüne seriyor.Otobiyografik özelliğiyle sıradışı ve romantik bir eser olanVadideki Zambak, Balzacın kendisinin de sayısız romanı arasında en sevdiği yapıtıdır.17. yüzyıl Fransasında toplum hayatına dair güçlü ipuçları veren ve duygusal bir yakınlaşma üzerine kurulu roman Mebin100 Temel Eser listesindedir.
Vadideki Zambak, gerçekçi romanın öncüsü olan Honore de Balzacın en popüler romanıdır. Bazı eserleri dikkatle okunduğunda, yaşanılan zamana göre eşsiz bir toplum bilimini ince bir sadelikle anlatmaktadır. Romantizmin en güçlü yazarlarından biri olan Fransız yazar, bu romanda bir gönül ilişkisinin insan hayatında kapanmaz yaralara neden olabileceğini, ayrılık ve kavuşmalarla güçlenen bir aşkın insanları değişik boyutlara sürüklediğini anlatmaktadır. Aşkın zaman ve mekan tanımadığını, mutluluktan hüzne dönüştüğünü ve aşklın gerçek gücünü bu romanı okuduğunuzda daha iyi anlayacaksınız.
Vadideki Zambak, kocasıyla mutlu olmayan Henriette ile kendisinden daha genç olan Felixin imkânsız aşkını anlatır. 19. yüzyıl Fransız edebiyatının iki büyük yöneliminin, romantizmle gerçekçiliğin kavşak noktasında, aşk izleği çevresinde gelişir. Balzac, aşka derin bir gerçekçilik kazandırırken, çağının toplumsal olguları ve koşullarını yansıtmaya da büyük bir özen göstermiştir. Eser, Fransadaki devrim sonrası toplumsal hayat hakkında da ipuçları içermekte, duygusal bir yakınlaşmayı anlatmaktadır. Yeşil vadiler, sık ormanlar arasındaki güzel şatolar tüm gerçekçiliği ile tasvir edilir. Vadideki Zambak, en güzel aşk romanlarından biridir.
Balzac, acı ve ıstırabı en hissedilir şekilde romanına yansıtmıştır. Başka bir gözden aşkın ıstıraplı yüzünü roman severlere çok iyi aktarmış ve özgün anlatımıyla okuyucuların beğenisini kazanmıştır. Ayrıca kişi ve yer tasvirlerinde büyük ustalıkla okuru olayın içine sürüklemiştir.
İnsanlık Komedisi başlığı altında topladığı roman ve öyküleriyle tanıdığımız Fransız yazar Honoré de Balzac, özellikle romanda gerçekçilikle doğalcılığın yaratıcısı olarak görülmüştür. Klasik roman türünün yerleşmesinde büyük payı olan Balzac, gerek olağanüstü gözlem yeteneği, gerek olağandışı bellek gücü, gerek insan doğasını derinden kavrayışıyla, birçoklarının gözünde roman sanatının Shakespeareidir.Vadideki Zambak, 19. yüzyıl Fransız edebiyatının iki büyük yöneliminin, romantizmle gerçekçiliğin kavşak noktasında, aşk izleği çevresinde gelişir. Henriette de Mortsaufun büyük tutkusuyla görev duygusu arasındaki çileli çırpınışları, bu yapıtı, dünyanın en ünlü aşk romanlarından biri kılmıştır. Balzac, aşka derin bir gerçekçilik kazandırırken, çağının toplumsal olguları ve koşullarını yansıtmaya da büyük bir özen göstermiştir.19. yüzyıl romanının ölümsüz örneklerinden biri olan Vadideki Zambakı, usta bir yazar ve çevirmenimizin, Tahsin Yücelin Türkçesiyle sunuyoruz.
Fransız yazar Honoré de Balzac (1799-1850), edebiyat dünyasının kendisinden, tarihçi, psikolog ve mükemmel bir gözlemci diye söz ettiği en büyük isimlerinden biridir. XIX. Yüzyıl edebiyatında Romantizmin hüküm sürdüğü bir dönemde gerçekçilik akımının öncüsü olan Balzac, modern romanın da babası sayılır. Romanlarında kendi zamanının dünyasını romantizmden büsbütün soyutlanamasa bile büyük bir gerçekçilikle yansıttı. Fransanın çeşitli bölgelerinden ve her toplumsal tabakadan kişilere yer verdiği eserlerinde tarihsel ve toplumsal koşulların damgasını taşıyan sayısız tipler aracılığıyla insanın yükselme tutkusu ve para kazanma hırsı gibi insani eğilimlerini işledi. Öldüğünde, ardında 85i tamamlanmış, 50si taslak halinde 135 eser bıraktı.Vadideki Zambak platonik aşkların en güzel anlatılışıdır.Yazarın hayatıyla sıkı sıkıya bağlı olan roman Balzacın olgunluk çağının önemli eserlerinden biridir.
İlk gençlik heyecanlarıyla okunan kitapların etkisini, o ilk okumanın verdiği benzersiz hazzı unutmak mümkün mü? İletişim ve bilgi edinme imkânlarının son hızla arttığı bir çağda, gençlerimizi ve çocuklarımızı kitapların dünyasıyla buluşturmak eskisi kadar kolay olmasa gerek. Bu anlamda, Millî Eğitim Bakanlığının ilköğretim ve ortaöğretime yönelik 100 Temel Eser seçimi; öğrencilere, velilere ve öğretmenlere, kısacası kültür dünyamıza katkıda bulunacak herkese yararlı olacak niteliktedir.
Balzac, Vadideki Zambak romanını 1835 yılında, 36 yaşındayken, ölümünden on beş yıl önce kaleme almıştır. Ölümünden bir yıl önce eşi Hanskaya yazdığı bir mektupta, Balzac annesinin canavarlığından söz eder. Ailesinin ona çizdiği eğitim yolunu izlemek istemeyen, yazar olma ve para kazanma mücadelesini özgürleşme mücadelesiyle özdeşleştiren, ömür boyu iflaslarla, borçlarla uğraşan Balzac, bir yandan da hayatının kadınını yılmadan arayıp durmuştur. Vadideki Zambakın baş kişisi ve anlatıcısı Félix de Vandenesse, Balzacla örtüştüğü ölçüde, bize, Balzacın, küçük bir çocukken pansiyonlarda başlayan hayat mücadelesini, arayışlarını, çalkantılarını, düş kırıklıklarını, ölü yıllarını, uzun acılarını anlatan bir tür özyaşamöyküsü sunmaktadır.Vadideki Zambak: Sonsuz arayış.
Arzuna boyun eğiyorum... Onun bizi sevdiğinden daha fazla bizim kendisini sevdiğimiz kadının bu ayrıcalıklı konumu, mantığın kurallarını bize tamamen unutturmaktadır. Alnınızda ufacık bir çizginin bile oluşmasını önlemek için, küçücük bir reddedişten kaynaklanan acılı dudaklarınızdaki hüzün ifadesini görmemek için her türlü mucizeleri yaratıp uzaklıkları aşar gelir, kanımızı akıtır ve geleceğimizi hiçe sayarız.
Akşam, ayaklarımızın altında hışırdayan güzün kuru yaprakları üzerinde gezinirken bana,- Mutsuzuluk ve acılar sonsuz oluyor, mutlulukların ise bir sınırı var, dedi. Geçici mutluluklarıyla karşılaştırdığı acılarını açıklayan sözlerdi bunlar.- Hayata iftira etmeyin.Siz aşkı bilmiyorsanız, onun ta göklere kadar yayılan zefkleri vardır.- Susun bu konuda hiçbirşey bilmek istemiyorum.Grölandlı bir insan İtalyada ölürdü! Sizin yanınızda sakin ve mutluyum.Size bütün düşüncelerimi söyleyebilirim; güvenimi yıkmayın.Neden sizde de bir rahibin erdemi ve özgür bir erkeğin çekiciliği bulunmasın.Kontesin elini tutup deliler gibi çarpan kalbimin üzerine koydum.- Siz insana bardak bardak baldıran zehrini şerbet gibi içirtebilirsiniz.Genç kadın sanki şiddetli bir açı duymuş gibi elini çekti.
İsteğine boyun eğiyorum.Kendisinin bizi sevdiğinden daha çok bizim kendisini sevdiğimiz kadının ayrıcalıklı durumu, akim kurallarını bize bütün yönleriyle unutturmaktadır. Alnınızda küçücük bir çizginin dahî oluştuğunu görmemek için, en ufak bir redden kederlenen dudaklarınızdaki hüzün ifadesini gidermek için mucizeler yaratıp uzaklıkları aşar gelir, kanımızı döker ve geleceğimizi hiçe sayarız. Bugün geçmişimi bilmek istiyorsun, al işte öğren. Fakat Natalie bilmeni istediğim birşey var: ben bugüne değin sana itaat ederek dokunmaya bile kıyamadığım anıları çiğnemek zorunda kaldım.
Lucasa göre, Balzacın gerçekliği, bir yandan tek tek tiplerin belli bireysel özelliklerinin, öte yandan onların sınıfın temsilcisi olarak tipik özelliklerinin daima tam bir biçimde verilişine dayanır.
Acı ve büyük bir terkedilmişlik içinde geçen ç... tümünü göster