İskender Pala Od romanında Yunus Emre’yi anlatıyor...Her yazdığı romanla yüz binlerin kalbini feth eden İskender Pala yeni romanı ‘OD’ ile yeniden okurlarını selamlıyor. Od bir Yunus Emre romanı. Gök kubbemizin her zaman parlayan ve hep çok sevilen, şiirleri gönülden gönüle dolup dilden dile dolaşan Yunus Emre, bu kez OD’un ana kahramanı. İskender Pala’nın ilim ve kültür adamı olmasının yanında, yazar kişiliğinin imbiğinden geçirilerek aşkın tahtına bir kez daha oturtuluyor. 13. yüzyılın her bakımdan kavruk ve yanıp yıkılan ortamına Yunus Emre’nin gelişi tarihi atmosfer içerisinde hakiki anlamına kavuşturuluyor. Yıkıntılar ve yangınlar içinden bir gönül ve bir insanlık anıtının inşa edilişi cümle cümle anlatıyor ve elbette kalbe dokuna dokuna yol alıyor. Romanın her sayfasında Yunus’un hamlıktan saflığa geçişi okunuyor...
İskender Pala Od romanında Yunus Emre’yi anlatıyor...Her yazdığı romanla yüz binlerin kalbini feth eden İskender Pala yeni romanı ‘OD’ ile yeniden okurlarını selamlıyor. Od bir Yunus Emre romanı. Gök kubbemizin her zaman parlayan ve hep çok sevilen, ... tümünü göster
Osmancık, tarihin en uzun ömürlü, en büyük devletini kuran irade, şuur ve karakterin Tarık Buğra'nın yorumuyla romanlaştırılmasıdır. Ben, yola bir görüşü veya yorumu savunmak veya aşılamak için çıkmadım. Bunu hiçbir romanımda yapmadım. Sadece konuyu anlamaya ve anlatmaya çalıştım, diyen Tarık Buğra, Osmancık'ı da aynı anlayışla ve Osmanlı'nın sırrı nedir? sorusundan yola çıkarak yazdığını söylüyor. Bu nedenle, romanda Osmanlı Tarihi ile birtakım paralellikler veya zıdlıklar bulunsada -ki, bunlar önlenemez- karşılaşacağınız, Ey Osmancık; beğsin. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; güceniklik bize, gönül alma sana; suçlama bizde, katlanma sende; bundan böyle, yanılgı bize, hoşgörmek sana; aciz bize, yardım sana; geçimsizlikler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adalet sana; kötü göz bize, şom ağız bize, haksız yorum bize, bağışlama sana. Ey Osmancık bundan böyle, bölmek bize, bütünlemek sana; üşengenlik bize, gayret sana; uyuşukluk bize, rahat bize, uyarmak şevklendirmek, gayretlendirmek sana gibi sözler, aslında, hiç bir tarih kitabında bulamayacağınız, yalnızca romancı Tarık Buğra'nın Kayı Boyu'ndan Osmanlı İmparatorluğu'na götüren karakteri ve anlayışı ortaya çıkarmak için Edebalı'ya söylettiği nasihatlerdır.
Osmancık, tarihin en uzun ömürlü, en büyük devletini kuran irade, şuur ve karakterin Tarık Buğra'nın yorumuyla romanlaştırılmasıdır. Ben, yola bir görüşü veya yorumu savunmak veya aşılamak için çıkmadım. Bunu hiçbir romanımda yapmadım. Sadece ko... tümünü göster
Nazan Bekiroğlu'ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman.
Balkan Savaşı döneminde başlayıp I. Dünya Savaşı'na uzanan bir öykü...
Trabzon'dan ve Tebriz'den doğup birbirlerine doğru yol alan iki hayat; önce deli akan sonra durgunlaşan iki ırmak... Aslında çok ırmak... Tebriz'in en büyük, en asil halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra...
Ateşin bakışlı ateşin duruşlu; ırmağını kendi bildiğince alev ateş akıtmayı seçen bir genç kız Azam. Adı ne aşk ne de dostluk olan bir duyguyla Settarhan'ın ırmağına dolanan Batumlu kitapçı Sophia. Acıyla yoğrulan, yoğruldukça durulaşan, kendi varlıklarını sevdiklerinin varlığında eriten Büyükhanım ve Hacıbey...
Ve hep kendi içine doğru akan, kendi ırmağını gencecik yaşta milleti için kurutan, Trabzon'un "kırık kafiyesi" İsmail, ah İsmail...
İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiği hayatlar, muhaceret, mücadele, kader, farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke ve üç sevda Nazan Bekiroğlu'nun mürekkebi aşk olan kaleminde buluştu. "Nar Ağacı" hayal kadar zengin, roman kadar güzel, tarih kadar gerçek bir hikâye… İncelikle işlenmiş karakterleri, son derece zengin detayları ve dönemi anlatmadaki maharetiyle okuyanı çarpacak ve yıllarca unutulmayacak bir kitap...
Nazan Bekiroğlu'ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman.
Balkan Savaşı döneminde başlayıp I. Dünya Savaşı'na uzanan bir öykü...
Trabzon'dan ve Tebriz'den doğup birbirlerine doğru yol alan... tümünü göster
Mehmed Niyazi edebiyat - roman Savaşla ilgili romanlar ya stratejik bir yerdeki direnişi, yahut da bir askerin yaşadıklarını anlatarak savaşın tamamı hakkında fikir verirler, daha çok da cephe gerisindeki acıları dile getirirler. Mehmed Niyazi; bir yerin veya bir kişinin değil, Çanakkale Savaşı nın romanını yazmıştır. Roman ilk atılan mermiyle başlıyor, bütün cephelerinde sonuna kadar devam ediyor. Yazarımıza göre tarihi roman gerçeğe sadık kalmalıdır; ancak o atmosferi okuyucuya teneffüs ettirmek için malzeme kabilinden tarihe mal olmayacak kahramanlar kullanılabilir; ama Çanakkale de o kadar çok kahraman var ki, buna da gerek duymamıştır.Yorumlar: GELİBOLU BELGESELİProfesör bir dostumun, Gelibolu Belgeselini seyreden sekiz yaşındaki oğlumun İngilizlere acıdığını söylemesine çok üzüldüm yakınmasını duyunca belgeseli izlemek ihtiyacını duydum. Gerçekten dostumun çocuğu haklı; öyle bir film yapılmış ki, seyreden Yazık oldu Anzaklara der. İşin garip tarafı, belgeselde de belirtildiği üzere pek çoğu Çanakkaleye gönüllü gelmişlerdi. Birileri onları zorla getirseydi, belki belgeselde oluşturulmak istenen atmosfere hak verilebilirdi. Belgeseli yapanlar savaşın acı yönlerini, kaçınılmaz olsa da, insanlıkla bağdaşmayacağını vurgulayarak humanist bir çizgi sergilemek istemişler; fakat kantarın topuzunu epeyce kaçırmışlar.Dünyanın en kanlı savaşlarından biri avuç içi kadar kara parçasında cereyan etti. Sonuçları itibarıyla Çanakkale hiçbir savaşla mukayese edilemez. Bu savaşın baş sorumlusu Churchill sonuçlarını şöyle özetliyor; Yenilmez armadamızın üçte biri sulara gömüldü, üçte biri kullanılmaz hale geldi. Başarısızlığımız savaşı iki buçuk yıl uzattı; sekiz buçuk milyon Avrupalının ölümüne sebep oldu. Rusyanın yönetimini komünistler ele geçirdi; bu olay vuku bulurken otuz milyon insan öldü. Rusya, Çini komünistleştirirken elli milyon Çinli hayatını kaybetti. Boğazı geçemeyince Müslümanların, diğer Asyalıların, Afrikalıların, Avrupanın ihtişamından şüpheleri başladı. Biz Hindistan, Pakistan, Bengaldeşden, Arap dünyasından, diğer Avrupalılar da sömürgelerinden çekilmek zorunda kaldılar Churchill yaşasaydı, herhalde sonuçlarına şunları da ilave ederdi; Komünizm Rus milletinin ruhunu boşalttı; onda kurallara canlılık verecek hassa kalmayınca, Sovyet Rusya bir oranda dağıldı; dağılmanın da bu noktada kalmayacağını insanlık görecektir.Yani henüz Çanakkalenin sonuçları devam etmektedir.Bir buçuk saatlik bir belgeselde, on dört ay altı gün süren bir savaşın tam hikayesini beklemek haksızlık olur. Fakat o atmosferi yaşatacak daha isabetli olaylar ve isimler seçilebilirdi. Belli ki çok emek ve imkan sarfedilmiş. Bizim gibi ülkelerde en ucuz şey bilgidir. Birkaç gerçek uzmanla takviye edilseydi, daha güzel sonuç alınabilirdi. Çanakkale son dönem tarihimizin laboratuarıdır. Milli mücadelede adlarını gururla andığımız bütün kumandanlar Çanakkalede Albay,Yarbay, Binbaşı olarak görev yapmışlardır. Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Kazım İnanç, Ali Fuad, Cafer Tayyar, Deli Halit ve daha pek çokları savaştılar. Belgeselin uzunluğu düşünülürse, Mustafa Kemal Atatürk yerli yerine oturtulmuştur. Ama Anzakların romantik mektupları uzun uzun okunurken, diğerlerinden tek kelime edilmemesine ne demeli? Vehip, Faik, Mehmet Ali, Trommer, Veber ve Çanakkalede göğüslerini siper etmiş daha nice paşaların adlarının telaffuz edilmemesinin izahı mümkün mü? Savaşın kaderinde çok etkili olan 57. Alayın kumandanı Hüseyin Avni Bey gözardı edilebilir mi? Ki o, orada şehit oldu; komutayı ele Yusuf Ziya Bey aldı; o da şehit oldu; komutayı ele Hasan Fehmi Bey aldı; o da şehit oldu... Oranın ruhunu sergileyen Yüzbaşı Woitersle Üsteğmen Mustafa Asımın kapışmalarını dile getirmemeyi anlamak mümkün mü? Hele Üsteğmen Nazifin (Çakmak) şehadeti nasıl ihmal edilebilir? Yirmi altıncı Alayın kumandanı Kadri Beyden, o bölgedeki yarılmayı önleyen Lütfü Beyden hiç söz etmemenin mantığı var mı?Yanlışlara gelince sayılamayacak kadar çok; birkaç örnek vermek icap ederse, ilk önce, 1915 yılının 19 Şubatında ilk mermi Çanakkaleye düşmedi. İlk mermi 3 Kasım 1914de, saat üçü on geçe Seddülbahir tabyalarına düştü. İki farklı resim gösteriliyor, ikisine de Selahaddin Adil Bey deniyor, aynı adammış gibi ele alınıyor. Halbuki Çanakkalede iki farklı Selahaddin Adil Bey var; birisi Boğazdaki müstahkem mevkilerde, diğeri Arıburnunda. Belgeselde Fransızların İngilizlerle beraber Seddülbahir bölgesine, Sığındere taraflarına çıktığı söylendi. Oysa ilk gün Fransız, Senegal, Tunus birlikleri Anadolu^daki Kumkaleye çıktılar. Çıplakköyden gelen Şevki Bey komutasındaki birliklerimiz tarafından denize döküldüler. Şevki Beyin kahramanlığını yeni nesillerin bilmesi kime, ne zarar verir? Anzaklı conilerle dost olduğumuz doğrudur. Ne çare ki onlar dostluğumuzu kötüye kullanıp lağım kazarak askerimize büyük zarar verdiler. Yarbay Tevfiki ve birliğini kurtarmak için Albay rüştünün fedakarlığı işlenmez mi?Belki filmi İngiltere ve eski sömürgelerinde pazarlamak gayesi güdüldüğünden dolayı Churchillin Çanakkalede zehirli gaz kullanmak için Avam Kamarasından Evet savaşlarda zehirli gaz kullanmak yasaktır; Türkler müslümandır, dolayısıyla insan sayılmazlar, zehirli gaz kullanmamızda bir sakınca yoktur diyerek etki istediğinden söz edilmek istenmemiş olabilir. Fakat gelecek nesillere, bugünlere nerelerden gelindiğini göstermek bakımından, hatırlatılamaz mıydı?Mehmed Niyazi / 28.3.2005...
Mehmed Niyazi edebiyat - roman Savaşla ilgili romanlar ya stratejik bir yerdeki direnişi, yahut da bir askerin yaşadıklarını anlatarak savaşın tamamı hakkında fikir verirler, daha çok da cephe gerisindeki acıları dile getirirler. Mehmed Niyazi; bir y... tümünü göster
Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez çevrildi. Atatürk, kitabı okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran olmuştu. Derhal kitabın ülkedeki okulların, özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilmesini emretti. Türk askerleri ülkelerindeki yaşamı yenilemek için mutlaka bu kitabı okumalıydılar. O vakitler, kitap o kadar çok ilgi gördü ki, Kuran-ı Kerimden sonra en çok okunan kitap haline geldi. Bu kitap tüm yoksulluğa, imkansızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiyayı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne sermektedir.
******
Bu kitap,karlar altında ölüm uykusuna yatmış bir ülkenin uyanış destanıdır. Bir avuç idealist, çalışkan ve mütavazi aydının sırtladığı bu destan, sadece yaşandığı ülkenin sınırları içinde,yaşandığı zamanda ve tek bir milletin hafızasında kalmayacak kadar ufuk açıcı ve ilham verici bir mücadelenin öyküsüdür. Bu kitabın, on yıllardır dünyanın hemen hemen tüm dillerine çevrilmiş olmasına ve milletlere; cahillikle, geri kalmışlıkla, ümitsizlikle mücadele etme heyecanını aşılamasına şaşmamak gerekir! Kişisel gelişim kitaplarının, çoğu içi boş öğüt ve tavsiyelerini bir kenara bırakın! Ve Grigory Petrovun Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabına baş ucunuzda yer açın!
************
Bazı devletler, halk olarak korkunç krizler geçirir ya da tümüyle perişan bir hale düşerler. Bazı uluslar ise hayatlarına iyi bir düzen kazandırırlar. Bu misallerin her ikisi de sadece devlet adamları, bakanlar, milletvekilleri için önem taşımaz; ulusun her bir üyesini de ilgilendiren meselelerdir. İster beyin gücüyle, ister kas gücüyle çalışsın; bütün erkekler, kadınlar, yaşlılar, gençler, kentliler, köylüler, hep bu sorunları düşünmelidir.
************
Tüm imkansızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın halkla omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir uygarlık mücadelesi verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak bir şekilde gözler önüne sürmektedir.
************
Köylüler daha iyi, daha sıcak elbiseler giymeye başladı. İmalathanelerde binlerce elbise, palto, kundura ve iç çamaşırı üretimine başlandı. Her şey için en sağlam ve en güzel malzemeler seçildi. Bu elbiseleri giyen köylüler, bir bayram manzarası gösterir oldu. Yüzlerce yamadan meydana gelmiş paçavra elbiseler ortadan kalktı. Öksürükler, nezleler, bronşitler ve soğuk algınlıkları kesildi. Verem kurbanları yarı yarıya azaldı, çocuk ölümleri durdu. Trahomun kökü kazındı. Birçok yhalk, böyle bir hastalığın varlığını bile unuttu. Artık herkes daha sağlıklı ve sağlamdı...Beyaz Zambaklar Ülkesinde, bir modernleşme projesinin başarıya ulaşma öyküsüdür. Bu kitap, ülkesini ilerletme arzusunu taşıyan milletlere bu uğurda nasıl çalışılacağını ve neler yapılması gerektiğini gösterir.
******
Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez çevrildi. Atatürk, kitabı okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran olmuştu. Derhal kitabın ülkedeki okulların, özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilme... tümünü göster