About the AuthorÂndrew E. Benneft graduated from the University of California at Santa Cruz with a BA degree. He receîved a Master of Education degree from Harvard University. He has been involved in English education since 1993 as a teacher and writer. He has taught a variety of subjects including composition, business writing, literatüre, and TOEFL preparation. He enjoys vvriting about international concerns, cultural issues, and the countries of the world. İn his v/riting he hopes to promote cross-cultural understanding through the teaching of English as a global language.
About the AuthorÂndrew E. Benneft graduated from the University of California at Santa Cruz with a BA degree. He receîved a Master of Education degree from Harvard University. He has been involved in English education since 1993 as a teacher and writ... tümünü göster
Tam 50 yıl önce, Türk öykücülüğü büyük bir kırılma yaşadı. Anlatılanlar, üsluplar, kaygılar ve yapılan edebiyat büyük bir değişime uğramış, gerek Avrupanın etkisi gerekse ülkenin içinde bulunduğu durum, hem Türkçeyi hem de öyküyü farklı şekillerde yoğurmuştu. Bu öyle bir dönemdi ki o zaman ilk kitaplarını yayınlayanlar 50 Kuşağı Öykücüleri olarak anılmaya başladılar.
Sel Yayıncılık, bu çok önemli öykücülerden üçünün ilk kitabını yeniden yayınlıyor.
Tam 50 yıl önce, Türk öykücülüğü büyük bir kırılma yaşadı. Anlatılanlar, üsluplar, kaygılar ve yapılan edebiyat büyük bir değişime uğramış, gerek Avrupanın etkisi gerekse ülkenin içinde bulunduğu durum, hem Türkçeyi hem de öyküyü farklı şekillerde yo... tümünü göster
Her şeye “karşı” duran, “karşı” çıkan, “karşı” olan bir adam... Aylak Adam... Bir adı bile yok. “C.” diyor Yusuf Atılgan kısaca.
İnsan her şeye bunca “karşı”yken kendine de “karşı” olmadan nasıl sürdürülebiler bir “karşı” yaşamı?
C., sıradanlığa, tekdüzeliğe, alışılmışın kolaycılığına hiç mi hiç katlanamıyor. Hem farklıyı, hem doğru olanı arıyor. Çabasının boşuna olduğunun da farkında üstelik.
Zor bir karakter, zor bir yaşam, yalın bir roman.
Her şeye “karşı” duran, “karşı” çıkan, “karşı” olan bir adam... Aylak Adam... Bir adı bile yok. “C.” diyor Yusuf Atılgan kısaca.
İnsan her şeye bunca “karşı”yken kendine de “karşı” olmadan nasıl sürdürülebiler bir “karşı” yaşamı?
C., sıradanlığ... tümünü göster
Coğrafya hayatı belirliyor. Dağlar, doruklar, kar hayatı daraltıyor, orada, doğanın tam bir uzantısı gibi yaşayan insanı dar geçitlere, uçurum kenarlarına sıkıştırıyor. Ferit Edgünün dar ve vahşi bir coğrafyaya sıkışmış, Birinci Ses ve İkinci Sesinin konuşmalarından oluşan romanı Kimsenin yedinci baskısı Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.Bu roman da Ferit Edgünün diğer romanları gibi şaşırtıcı, az kelimeyle zengin bir atmosferi sunmakla yetinmeyip, iki kişinin konuşmaları aracılığıyla zihinlerde sorularla kesilen ve yeniden başlanan bir yolculuğu öneren bir roman. Açıkça belirtilmemiş, net göndermeler yapılmamış olmakla birlikte, Hakkâride Bir Mevsimde olduğu gibi Güneydoğuda geçen bir roman bu da. Ferit Edgüyle ilk kez tanışacak olan okur, roman içinde yalnız ve zorlu bir yolculuğa başlayınca, Ferit Edgü okuru olmanın pek de kolay olmadığını anlıyor. Soruların kuşattığı ve sözün anlamını aşıp düşünmenin tadına varılan bu romanda Birinci Ses ve İkinci Sesin konuşmaları, harita üzerinde belirlenmiş, tanımlanmış bir alanı aşıyor. Bu iki ses dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanda yaşıyor olabilirler. Geçmiş yıllarda Ferit Edgünün Av, Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı, Doğu Öyküleri, Yazmak Eylemi, Seyir Sözcükleri, Çığlık, Bir Gemide gibi yapıtlarını yayımlayan Yapı Kredi Yayınları kısa bir süre önce de, Edgünün uzun bir aradan sonra yazdığı öykü kitabı İşte Deniz Mariayı yayımlamıştı. TADIMLIKElinden nasıl kurtuldum, nasıl kapıyı buldum, nasıl kendimi dışarı attım, nasıl tabanları yağladım, bilmiyorum. Ardıma bakmadan koştum. Sağıma soluma bakmadan. Mezarlığa varınca yavaşladım. Soluk soluğaydım. Gün doğmak üzereydi. Az ilerde bir karaltı gördüm. Yaklaştım. Dikenler dolanıyordu bacaklarıma. Birden önümde, tam burnumun ucunda bir kürek belirdi ve bir ses: Bana yardım etmeye mi geldin? Ölü mü, diri mi, ilk anda anlamadım. Dilim damağım tutulmuştu. Onun akrabası mısın? dedi. Kimin? diyemedim. Gökyüzüne çevirdim bakışlarımı. Tek tük görülen sabah yıldızları yitmekteydi. Garip bir ışık (gün doğuşu öncesi ışık) aydınlatıyordu olduğum yeri. Korkuyor musun? dedi eli kürekli adam. Korkman için hiçbir neden yok. Eğer bir yakını değilsen ve yolu buraya düşmüş bir uyurgezer değilsen, eğer cellatın elinden kaçansan, söyle de daha fazla yorulmayayım. Başımla, evet işareti yaptım. Yarı beline değin kazmış olduğu çukurdan çıktı. Elini omzuma koydu. (Kazmasını küreğini çukurun içinde bırakmıştı.) Yazık, dedi. Güzel bir çukur kazıyordum sana. Mezarlığın en güzel yerinde. Rahat bir çukur. Şimdi anlat bakalım, çingenenin elinden nasıl kurtuldun?
Coğrafya hayatı belirliyor. Dağlar, doruklar, kar hayatı daraltıyor, orada, doğanın tam bir uzantısı gibi yaşayan insanı dar geçitlere, uçurum kenarlarına sıkıştırıyor. Ferit Edgünün dar ve vahşi bir coğrafyaya sıkışmış, Birinci Ses ve İkinci Sesinin... tümünü göster
Bizim kuşağımızın kadınları, belki de herbirinin tek tek hanımefendi olmasından dolayı hanımefendi gibi giyinirlerdi; evet, kadınca ama hanımca da. Erkekler; erkeklerin hepsi beyefendi. Kruvaze veya spor, dökümlü ceketler, ağırbaşlı pardesü ve paltolar; göbekten kemerli ve hafif plili pantolonlar. Saçlar geriye doğru itinayla taranmış, ense ve kulak nâhiyesi açık. Kâkül, ancak çok yakışanlar için hercai bir istisnâ. Ceketlerin hepsinde bilâistisna yaka cebinde titizlikle katlanıp yerleştirilmiş birer beyaz mendil. Kravatlar, bana bakın, ne kadar tuhaf olduğumu görün çığlığıyla edepsiz bir gösteri gayreti içinde değil; genellikle düz desenli, zevkli ve ağırbaşlı renkler hâkim. Hepsi de giyim-kuşamın aslında insanı çerçevelediğini gösteren bir zevkin nümûneleri. Bugünün hâkim modası, insanları elbise taşıyan birer manken olmaya zorladığı ve insandan ziyade onun çerçevesine, yani giyim-kuşama dikkati yönelttiği için zevksiz ve zalim!Argo yok; argo, alt dil; kanundan kaçanların dili. İnsanlar birbirlerine nezâket ve karşılıklı saygı telkin edecek güzel kelimelerle konuşuyorlar. Hayırlı sabahlar.. hürmetlerimi söyleyiniz... hanımefendi nasıllar... müşerref oldum efendim.. gibi kalıplar, söze başlangıcın asgari kelimeleri. Sahici zamanlardı onlar. Eşya, teknoloji ve insan müsellesinin en tabii karar noktasında âhenk bulduğu ama mutlaka insanın eşya ve teknoloji üzerinde hükümran ve nihaî belirleyici olduğu zamanlar.Küçük bakkal dükkânlarını, sanki sihir gösterir gibi kaşla göz arasında işini hünerle gören tamirci esnafını, taş kaplı kaldırımsız sokak döşemelerini, tahta ve sabun kokusunu, kalaylı çorba ve hoşaf taslarını, kapaklı yemek sahanlarını, iple çalışan çıngıraklı kapı zillerini, ebonit gövdeli eski siyah telefonları, kanaviçe yastık örtülerini, sevgi ve emek mahsulü dantellerle süslenmiş, kardan ak beyazişi pencere perdelerini, adam gibi selâm alıp vermeyi özlüyoruz.Ve galiba nostalji böyle bir şey; evdeki hesap çarşıya uymadı pek; ne yapalım; nostalji ise nostalji, gericilikse gericilik ama çeşm-i insaf ile siz söyleyiniz: Haksız mıyız?
Bizim kuşağımızın kadınları, belki de herbirinin tek tek hanımefendi olmasından dolayı hanımefendi gibi giyinirlerdi; evet, kadınca ama hanımca da. Erkekler; erkeklerin hepsi beyefendi. Kruvaze veya spor, dökümlü ceketler, ağırbaşlı pardesü ve paltol... tümünü göster