Füruzan, 1988'de ilk kez yayımlandığında altı ay içinde iki kez basılan bu romanında, iki farklı kültürden gelen insanların Almanya'da kesişen, içiçe geçen dünyalarını serimlerken, sevginin, gittikçe daha da kararan çağımızda bile, birleştirici gücünü anlatıyor.
TADIMLIK
Frau Elfriede Lemmer, komşuları konuk işçi Selman Korkmaz'la karısı Güldane Korkmaz'ın kapılarını çaldıktan sonra, dizlerini örtmek için kullandığı battaniyesini göğsüne bastırdı. Havada bir şey koklar gibi soluklandı. Aynı aralığa açılan dört dairenin ortak kullandığı iki helânın kimi günler daha da ağırlaşan kokusunu ayrımsamaktan çok, öteki dairelerin Almanlarından birine rastlayıp, onun Türklere konuk gittiğini gördükleri andaki tutumlarına tanıklık etmemek için ardına bakmıyordu. Her defasında duyduğu bu tedirginlik yoğunluğunu giderek yitirse bile battaniyesini kucaklayarak yatıştırmak ister gibiydi kendisini. Hızlı adımlar kapıya varıp kapı açılınca Frau Lemmer canlandı. Kalın kara kaşlarının altından gülüş dolu gözleriyle beliren yüze baktı. Yaşından, çelimsizliğinden umulmayacak bir ivecenlikle içeri süzülüp, kapıyı çarçabuk örttü. Bu kez de konukluğunu tanıksız atlatmıştı. Birden her yanını çevreleyen artık o bildik tarçın, kekik, sıcak kahve, acılı lahana, taşmış süt, ilk kez bu odalarda ayrımsadığı kişniş kokusunu nerdeyse sevinçle belenen bir sıcaklık duygusuyla soludu. Guten Abend sevgili komşum Frau Elfriede. Benim adamım Selma'nın heute unsere Arbeitserlaubnisi yoluna girdi. Güldane sevecenlikle dolu yüzünü konuşurken Frau Elfriede'ye yaklaştırıyordu. Akşam yemeğinden sonra durumları anlatmaya Wedding'teki hısımlarımıza gitmemiz vacip oldu. Oturma ziyaretinde bulunacağız. Çok teşekkür ederiz. Ah biliyorum istemezsiniz hep teşekkür edilsin. Fakat biz de mahçuplukla öylece kalakalıyoruz. Ya siz olmasaydınız. Bu da Allah'ın bir işi işte. Gott sei Dank. Bu yarı Almanca yarı Türkçe konuşma sürerken yetmişlerinin ortasındaki Elfriede Lemmer'le otuzlarının başındaki Güldane Korkmaz daracık geçenekte birbirlerine omuz omuza değerek yürüyorlardı. Sırayla açılan üç kapının birinden gelen seslerden, ailenin erkeğinin, iki oğlunun yemekten henüz kalkmadıklarını anladı yaşlı kadın. Selman'ı ne zaman görse yüzünü ikiye bölen gür bıyıklarına, gözlerini yağmurdan, kardan hatta fırtınalardan koruyacak denli küçük bir çatı çıkıntısını andıran kaşlarına şaşardı. Bu yüzün bir gülüşle hemen aydınlanışına da hayranlıkla tanık olurdu hep. Dein Mann heute Aben sehr hübsch. Kamber ile Âdem'i fena azarlıyor. Gut gut... Oturma izni almak şimdi daha kolaydır. Meine kinderlich schlafen. Ah Frau Elfriede ah, o hepten bambaşka. Selman kız oldu diye hâlâ somurtsun. Sanki oğlanlar bizi vezir ettiler. Babasını yaşını aşmadan kendine razı etti bile. Bu kızda Alman aklı var diyorum Selman'a. Bizim aklımıza ne olmuş diye çıkışıyor bana. Erkek kısmı bilirsiniz ya... Uyumadı. Buyur geç. Akşam ekmeğini yedin mi? Hep böyle yapıyorsunuz. Dün gece Selman'la tembih ricasında bulunmadık mı? Gönül koyuyorsun Friede Hanım olmaz ki... Siz bizim buradaki büyüğümüzsünüz. Yemin billah sofraya geçilip helvamdan tadılacak. Masayı hazırlayalım da. Geçin ninesi içeri... Bekliyor bekliyor...Yaşlı kadın, gülüşü gözlerine ulaşmış, romatizmasının eklemlerine verdiği tökezlemeleri azaltmaya çabalayarak, Güldane'nin ezgiyi andıran konuşmasına uyumlu davranışlarla yürüyordu. Ona hep gösterilen bu ilginin somutlaşması gövdesini kucaklıyordu. Ağzında giderek artan bir tat varmış da, onu iyice duymak istiyormuş gibi yutkunarak gözlerini geçeneğin sonundaki iki kanatlı kapıya yöneltti. Teninde yaşlılığın ak maviliğini silen bir pırıltı oluştu. Ailenin oturma, yatak, konuk odası olan yere girer girmez Frau Elfriede Lemmer artık yadırgamadığı o kökten başkalaşmaya yeniden uğramıştı. Battaniyesini, usta işçiliğin hâlâ belirginlikle sürdüğü, yıllar öncesinden kalma ağır ahşap kapının koluna taktı her zamanki alışkanlığıyla. Ayaklarının ucuna basarak köşedeki çocuk karyolasına sevinçle yöneldi.Yüzyılın başlarında yapılmış bu Berlin evinin odalarına özgü yerleşik sobanın sıcaklığından ayrı bir hava oluşuyordu küçük tahta karyolanın üstünde. Başucu ve ayak dörtgenlerinde kucağında çocuk İsa ile Meryem resimleri vardı. Sıradan bir ressamın elinden çıkma, baskıyla çoğaltılmış bu resimlerden karyolanın başucuna geleninde çocuk İsa, olgun turuncu buğday demetlerinin içinde uzaklara açılan bir kapıdan akan altın sarısı güneşin odak noktasında yatıyordu. Bir eşeğin, iki keçinin bulunduğu ağılda Meryem, aşırı kızıllaşmış ince dudaklarıyla gülümsüyordu oğluna. Göçmen işçi Selman atılan eskilerin özel toplama günlerinde binaların sokak kapısına bırakılanların arasından bulmuş olmalıydı bu karyolayı.
Füruzan, 1988'de ilk kez yayımlandığında altı ay içinde iki kez basılan bu romanında, iki farklı kültürden gelen insanların Almanya'da kesişen, içiçe geçen dünyalarını serimlerken, sevginin, gittikçe daha da kararan çağımızda bile, birleşti... tümünü göster
Füruzan, 1988'de ilk kez yayımlandığında altı ay içinde iki kez basılan bu romanında, iki farklı kültürden gelen insanların Almanya'da kesişen, içiçe geçen dünyalarını serimlerken, sevginin, gittikçe daha da kararan çağımızda bile, birleştirici gücünü anlatıyor.
TADIMLIK
Frau Elfriede Lemmer, komşuları konuk işçi Selman Korkmaz'la karısı Güldane Korkmaz'ın kapılarını çaldıktan sonra, dizlerini örtmek için kullandığı battaniyesini göğsüne bastırdı. Havada bir şey koklar gibi soluklandı. Aynı aralığa açılan dört dairenin ortak kullandığı iki helânın kimi günler daha da ağırlaşan kokusunu ayrımsamaktan çok, öteki dairelerin Almanlarından birine rastlayıp, onun Türklere konuk gittiğini gördükleri andaki tutumlarına tanıklık etmemek için ardına bakmıyordu. Her defasında duyduğu bu tedirginlik yoğunluğunu giderek yitirse bile battaniyesini kucaklayarak yatıştırmak ister gibiydi kendisini. Hızlı adımlar kapıya varıp kapı açılınca Frau Lemmer canlandı. Kalın kara kaşlarının altından gülüş dolu gözleriyle beliren yüze baktı. Yaşından, çelimsizliğinden umulmayacak bir ivecenlikle içeri süzülüp, kapıyı çarçabuk örttü. Bu kez de konukluğunu tanıksız atlatmıştı. Birden her yanını çevreleyen artık o bildik tarçın, kekik, sıcak kahve, acılı lahana, taşmış süt, ilk kez bu odalarda ayrımsadığı kişniş kokusunu nerdeyse sevinçle belenen bir sıcaklık duygusuyla soludu. Guten Abend sevgili komşum Frau Elfriede. Benim adamım Selma'nın heute unsere Arbeitserlaubnisi yoluna girdi. Güldane sevecenlikle dolu yüzünü konuşurken Frau Elfriede'ye yaklaştırıyordu. Akşam yemeğinden sonra durumları anlatmaya Wedding'teki hısımlarımıza gitmemiz vacip oldu. Oturma ziyaretinde bulunacağız. Çok teşekkür ederiz. Ah biliyorum istemezsiniz hep teşekkür edilsin. Fakat biz de mahçuplukla öylece kalakalıyoruz. Ya siz olmasaydınız. Bu da Allah'ın bir işi işte. Gott sei Dank. Bu yarı Almanca yarı Türkçe konuşma sürerken yetmişlerinin ortasındaki Elfriede Lemmer'le otuzlarının başındaki Güldane Korkmaz daracık geçenekte birbirlerine omuz omuza değerek yürüyorlardı. Sırayla açılan üç kapının birinden gelen seslerden, ailenin erkeğinin, iki oğlunun yemekten henüz kalkmadıklarını anladı yaşlı kadın. Selman'ı ne zaman görse yüzünü ikiye bölen gür bıyıklarına, gözlerini yağmurdan, kardan hatta fırtınalardan koruyacak denli küçük bir çatı çıkıntısını andıran kaşlarına şaşardı. Bu yüzün bir gülüşle hemen aydınlanışına da hayranlıkla tanık olurdu hep. Dein Mann heute Aben sehr hübsch. Kamber ile Âdem'i fena azarlıyor. Gut gut... Oturma izni almak şimdi daha kolaydır. Meine kinderlich schlafen. Ah Frau Elfriede ah, o hepten bambaşka. Selman kız oldu diye hâlâ somurtsun. Sanki oğlanlar bizi vezir ettiler. Babasını yaşını aşmadan kendine razı etti bile. Bu kızda Alman aklı var diyorum Selman'a. Bizim aklımıza ne olmuş diye çıkışıyor bana. Erkek kısmı bilirsiniz ya... Uyumadı. Buyur geç. Akşam ekmeğini yedin mi? Hep böyle yapıyorsunuz. Dün gece Selman'la tembih ricasında bulunmadık mı? Gönül koyuyorsun Friede Hanım olmaz ki... Siz bizim buradaki büyüğümüzsünüz. Yemin billah sofraya geçilip helvamdan tadılacak. Masayı hazırlayalım da. Geçin ninesi içeri... Bekliyor bekliyor...Yaşlı kadın, gülüşü gözlerine ulaşmış, romatizmasının eklemlerine verdiği tökezlemeleri azaltmaya çabalayarak, Güldane'nin ezgiyi andıran konuşmasına uyumlu davranışlarla yürüyordu. Ona hep gösterilen bu ilginin somutlaşması gövdesini kucaklıyordu. Ağzında giderek artan bir tat varmış da, onu iyice duymak istiyormuş gibi yutkunarak gözlerini geçeneğin sonundaki iki kanatlı kapıya yöneltti. Teninde yaşlılığın ak maviliğini silen bir pırıltı oluştu. Ailenin oturma, yatak, konuk odası olan yere girer girmez Frau Elfriede Lemmer artık yadırgamadığı o kökten başkalaşmaya yeniden uğramıştı. Battaniyesini, usta işçiliğin hâlâ belirginlikle sürdüğü, yıllar öncesinden kalma ağır ahşap kapının koluna taktı her zamanki alışkanlığıyla. Ayaklarının ucuna basarak köşedeki çocuk karyolasına sevinçle yöneldi.Yüzyılın başlarında yapılmış bu Berlin evinin odalarına özgü yerleşik sobanın sıcaklığından ayrı bir hava oluşuyordu küçük tahta karyolanın üstünde. Başucu ve ayak dörtgenlerinde kucağında çocuk İsa ile Meryem resimleri vardı. Sıradan bir ressamın elinden çıkma, baskıyla çoğaltılmış bu resimlerden karyolanın başucuna geleninde çocuk İsa, olgun turuncu buğday demetlerinin içinde uzaklara açılan bir kapıdan akan altın sarısı güneşin odak noktasında yatıyordu. Bir eşeğin, iki keçinin bulunduğu ağılda Meryem, aşırı kızıllaşmış ince dudaklarıyla gülümsüyordu oğluna. Göçmen işçi Selman atılan eskilerin özel toplama günlerinde binaların sokak kapısına bırakılanların arasından bulmuş olmalıydı bu karyolayı.
Füruzan, 1988'de ilk kez yayımlandığında altı ay içinde iki kez basılan bu romanında, iki farklı kültürden gelen insanların Almanya'da kesişen, içiçe geçen dünyalarını serimlerken, sevginin, gittikçe daha da kararan çağımızda bile, birleşti... tümünü göster
Annemden gelen mektuplar giderek kısalıyordu. Kurşunkalemle yazılmış ve ayaküstü karalanmış şeylerdi bunlar. Çok da hüzünlüydüler. "Sevgili küçüğüm," diyordu son mektubunda, "yalvarırım beni düşünme, benim için üzülme. Korkusuz bir adam ol. Bana ihtiyacın olmadığını artık bilmelisin. Artık çocuk değilsin, bir erkeksin. Başkalarının yardımı olmadan da ayakta durabilirsin. Sevgili küçüğüm çabuk evlen. Çünkü yanıbaşında bir kadının varlığına kesin ihtiyaç duyacaksın. Belki de sana yaptığım en büyük kötülük buydu. Özellikle de iyi bir kitap yazmaya bak. Çünkü seni ancak böyle bir çalışma yatıştırabilir. Sen her zaman iyi bir sanatçıydın. Beni düşünme. Sağlığım iyidir. Annen." Ölümünden önceki son birkaç gün içinde iki yüz elliye yakın mektup yazmış, bunları topluca, İsviçre'deki bir arkadaşına göndermiş. Bu mektuplar düzenli aralıklarla bana, cepheye gönderilmiş. Ve böylece annem, öldükten sonra bile bana güç ve yüreklilik aşılamaya devam etmişti. Tam üç buçuk yıl boyunca.
Annemden gelen mektuplar giderek kısalıyordu. Kurşunkalemle yazılmış ve ayaküstü karalanmış şeylerdi bunlar. Çok da hüzünlüydüler. "Sevgili küçüğüm," diyordu son mektubunda, "yalvarırım beni düşünme, benim için üzülme. Korkusuz bir ada... tümünü göster