İnci, zenginliğin ve paranın getirdiği kötülük ve felaketler üzerine yazılmış bir öykü...Meksikalı inci avcısı Kino dünyanın en büyük incisini bulduğunda, yoksulluk içinde geçen hayatının artık değişeceğine inanır. Sonunda karısı Juana ile kilisede nikah töreni yapabilecek, oğulları Coyotitoyu okula yollayabilecektir. Bu hayalleri kuran Kino, incinin komşularında uyandırdığı kıskançlığı göremez...John Steinbeck, akıcı bir dille kaleme aldığı İncide, uygar toplumun değerleriyle az gelişmiş toplumun değerlerini karşılaştırırken, her ikisini de eleştirmekten geri durmuyor...
******
İnci, Steinbeckin tüm dünyada en çok okunmuş ve sayısız kez yeni baskıları yapılmış en ünlü romanlarından biridir. Büyük ve çok değerli bir incinin çevresinde gelişen olaylar zinciri soluk kesici bir anlatımla destansı boyutlara uluşır. Açgözlülüğün, doymak bilmez kâr hırsının insanı nerelere dek sürükleyebileceği belki de hiçbir romanda böylesine yalın, böylesine sarsıcı bir gerçekçilikle vurgulanmamıştır. En azından Fareler ve İnsanlar, Bitmeyen Kavga ve Gazap Üzümleri kadar seveceğiniz ve beğeniyle okuyacağınız çarpıcı bir roman...
******
İnci, zenginliğin ve paranın getirdiği kötülük ve felaketler üzerine yazılmış bir öykü...Meksikalı inci avcısı Kino dünyanın en büyük incisini bulduğunda, yoksulluk içinde geçen hayatının artık değişeceğine inanır. Sonunda karısı Juana ile kilisede n... tümünü göster
Dinmek bilmez karmaşadan yorgun bir dünya; yaklaşan yeni felaketin işaretlerini okuyan gözlerde kaygı. Çözdüğü davalarla Londra sosyetesini büyüleyen dedektif Christopher Banks, 1930'ların bu gergin atmosferinde, bütün tehlikeleri göze alarak Şanghay'da bıraktığı geçmişinin karanlığına dalıyor. Öyküsünü nasıl anlatırsa anlatsın, satır aralarında beliren arayış, umut ve yitiriş girdabına kapılmış Banks'in güncesi iç içe geçmiş iki metin sunuyor adeta. Şatafatlı hayatlar, parlak başarılar, kahramanlık, fedakârlık ve tevazu perdesinin ardında, örselenmiş bir çocuğun ve çevresini sarmış ruh kardeşlerinin, kederli hikâyesi... Çağdaş dünya edebiyatının en önemli isimlerinden Kazuo Ishiguro'dan gerçeklerin acılığını yankılayan bir hayaller âlemi...
Dinmek bilmez karmaşadan yorgun bir dünya; yaklaşan yeni felaketin işaretlerini okuyan gözlerde kaygı. Çözdüğü davalarla Londra sosyetesini büyüleyen dedektif Christopher Banks, 1930'ların bu gergin atmosferinde, bütün tehlikeleri göze alarak Şa... tümünü göster
Modern toplumlarımızın günden güne totaliter rejimlere doğru kaydığı, filozof Slavoj Zizek'in dediği gibi kapitalizmle demokrasi arasındaki sonsuz evliliğin bittiği bir dönemde hepimizin kafasını kurcalayan şey nasıl bir geleceğin bizi beklediği. Eğer insanlık bu gelecekten işaretleri okuyamayıp bu geleceği değiştiremediği takdirde Katharine Burdekin'in 80 yıl önce kurguladığı faşist bir dünya olabilir mi bizi bekleyen?
Şiddet ve hainliğin erkeklere statü kazandırdığı, kadınların damızlık hayvan vasfına indirgendiği bu dünyada herkesin ortaklaşa taptığı tek bir şey vardır: LİDER
1937'de Hitler henüz yaşarken yazılan bu roman, uzun süre unutulmuş ancak 1980'lerde tekrar gündeme gelmişti. "1984" ve "Cesur Yeni Dünya" gibi büyük distopik romanların arasında yer alan Swastika Geceleri en önemli feminist eserlerden biri olarak görülmektedir. Önsözden alıntılarsak:
"Burdekin Swastika Geceleri'inde yedi yüz yıllık Nazi hegemonyasının ardından bir Avrupa hayal ederken, faşizmin tehlikeleri hakkında uyarıda bulunmaktan daha fazlasını yapıyordu. Burdekin'in kitabı, faşizm analizlerini, Hitler ve onun döneminin özelliklerinin ötesine geçerek ifade etmesi açısından önem taşımaktadır. Faşizmin erkek hegemonyasının olağan gerçekliğinden, cinsiyet rolleri açısından erkek ve kadınları kutuplaştıran bir gerçeklikten nitelik olarak değil, nicelik olarak farklı olduğunu iddia eden Burdekin, davranışın "eril" ve "dişil" şekillerini hicvetmektedir. Bu açıdan Nazi ideolojisi, "erkeklik kültünün" en uç noktaya ulaşmış halidir. Erkeklik kültüne karşı öne sürülen güçlü argumanların yanı sıra bu bağlantı, Burdekin'in kitabını 1930 ve 1940'larda yazılmış diğer pek çok anti faşist karşı ütopya kitabından ayırır."
Modern toplumlarımızın günden güne totaliter rejimlere doğru kaydığı, filozof Slavoj Zizek'in dediği gibi kapitalizmle demokrasi arasındaki sonsuz evliliğin bittiği bir dönemde hepimizin kafasını kurcalayan şey nasıl bir geleceğin bizi beklediği... tümünü göster
ALDIĞI ÖDÜLLER: 1957 Nobel Ödülü 1957 yılında kırk dört yaşında Nobel Ödülünü alan Albert Camus (1913-1960), yaşamı boyunca şu sorunun yanıtını aradı: İnsan toprakla nasıl bağdaşabilir, yoksulluğu yüzünden acı çekerek, ama güzelliğini koruyarak saçma ve yücelik için nasıl yaşayabilir? Camusye göre sanat yalancı bir lüks ve bencil bir edebiyatçının yapıtı değildir. Sanat yaşayabilir, kullanılabilir bir durumdadır; gerçeğe sadık ve onun üzerinde olduğu için, hiç uysallaşmayan saçmalığı ve hiç yok olmayan umudu ile insanın durumunu tepeden tırnağa kapsar. Başkaldıran İnsan, başkaldırının kendisidir, ama ılımlı ve insanın boyutlarında. Başkaldıran İnsan, adalete ve özellikle doğruluğa vurgundur, mutlak olanın iğvasından, mitoslardan, gurur, horlanma ve kanın romantik baş dönmelerinden uzak durur. Ama insan, ne ise, o olmaya yanaşmayan tek yaratıktır. Bu yadsıma onu intihara mı, yoksa bir başkasını öldürmeye mi götürür? Hayır! demeyi bilen insandır Başkaldıran İnsan; ama kime, neye, nerede, nasıl? Başkaldıran insanı kuşatan hayırın içeriği nedir? Bunun yanıtı Başkaldıran İnsanda...
ALDIĞI ÖDÜLLER: 1957 Nobel Ödülü 1957 yılında kırk dört yaşında Nobel Ödülünü alan Albert Camus (1913-1960), yaşamı boyunca şu sorunun yanıtını aradı: İnsan toprakla nasıl bağdaşabilir, yoksulluğu yüzünden acı çekerek, ama güzelliğini koruyarak saçma... tümünü göster
Flaubert, yirmi beş seneye yayılan bir çalışma sonunda bitirip 1869da yayımladığı Duygusal Eğitimde, kendi gençlik yıllarından hareketle bir nesil hikâyesi anlatır. Genç bir hukuk öğrencisi, Frédéric Moreau, kendinden yaşça büyük bir kadına ömür boyu sürecek bir aşkla tutulur ve ona yakın olabilmek için kocasıyla arkadaşlık kurar. Fonda bütün Avrupayı çalkalayan 1848 devrimleri, Fransada İkinci İmparatorluk yönetiminin kuruluşu ve bütün kargaşasıyla Paris hayatı vardır. Ondokuzuncu yüzyıl Fransız edebiyatının çıkardığı en büyük romanlardan biri sayılan Duygusal Eğitim, büyük şair Cemal Süreyanın çevirisiyle, İletişim Dünya Klasiklerinde.Duygusal Eğitimi, çocuklar gibi oyalanmak için ya da hırslı tipler gibi bir şeyler öğrenmek için okuma; yaşamak için oku.Gustave Flaubert George Sande yazdığı bir mektuptan, Aralık 1869Duygusal Eğitim, benim için hayatımda ancak iki-üç dostumun yakınlığıyla karşılaştırabileceğim derecede değerli bir kitap olmuştur; nerede, ne zaman sayfalarını çevirecek olsam, hep şaşkınlığa kapılır, teslim oluverir, hikâyeye kapılır giderim ve kendimi hep Flaubertin manevi oğluymuşum gibi hissetmişimdir zayıf ve beceriksiz oğlu.Franz Kafka Felicee yazdığı bir mektuptan, 15 Kasım 1915, gece yarısıDostoyevskinin bütün romanlarının ismi Suç ve Ceza olabileceği gibi, Flaubertin bütün romanlarının en başta Madame Bovary olmak üzere ismi de pekâlâ Duygusal Eğitim olabilirdi.Marcel Proust
Flaubert, yirmi beş seneye yayılan bir çalışma sonunda bitirip 1869da yayımladığı Duygusal Eğitimde, kendi gençlik yıllarından hareketle bir nesil hikâyesi anlatır. Genç bir hukuk öğrencisi, Frédéric Moreau, kendinden yaşça büyük bir kadına ömür boyu... tümünü göster
Dünyanın herhangi bir köşesinde herhangi bir kadın sıfır noktasında kıskıvrak bekliyor. Umutsuz, çaresiz, ölümle yaşam arasındaki sınırda.
Neval El Seddavi, ölüm hücresinde Mısırlı fahişe Firdevs’le konuşuyor, Firdevs’in anlattığı yaşam öyküsünü aktarıyor bize. Bu dünyada kadın olmanın, hele bir “fahişe” olmanın ne anlama gelebileceğini okuyoruz bu yaşam öyküsünde.
Sıfır noktası neresidir?
Dünyanın herhangi bir köşesinde herhangi bir kadın sıfır noktasında kıskıvrak bekliyor. Umutsuz, çaresiz, ölümle yaşam arasındaki sınırda.
Neval El Seddavi, ölüm hücresinde Mısırlı fahişe Firdevs’le konuşuyor, Firdevs’in anlattığı yaşam öyküsünü akt... tümünü göster
aslardanmaca şu anda kitap okumuyor.