Bazen elimizde birçok kitap oluyor ve hangisini okuyacağımıza karar veremiyoruz. Bazen de canımız bir kitap okumak istiyor ama bu kitabın ne olduğuna dair bir fikrimiz olmuyor. İşbu sebeple kurulan bu grupta, okuduğumuz kitaplar hakkında birbirimize yardımcı olabilir, okumak istediğimiz kitaplar hakkında fikir teatisinde* bulunabiliriz diye düşündüm.
* Hep cümle içinde kullanmak istemiştim buraya kısmetmiş.
Bazen elimizde birçok kitap oluyor ve hangisini okuyacağımıza karar veremiyoruz. Bazen de canımız bir kitap okumak istiyor ama bu kitabın ne olduğuna dair bir fikrimiz olmuyor. İşbu sebeple kurulan bu grupta, okuduğumuz kitaplar hakkında birbirimize ... tümünü göster
Şu karşıki sandalı görüyor musun? Bakın sahile yaklaşıyor. Onu yürüten şey nedir? Kürekleri değil mi? Ya şu uçan martılar! Kanatları ylunsa artık uçabilir mi? Düşünce de böyledir. Dört duvar arasına kapatılmak istenirse kanatsız kuş, küreksiz sandal oluverir ve bütün manasını kaybederdiyen büyük yazarın; ilk kez 1944 yılında yayımlanan romanı Birtakım İnsanlar yeniden gözden geçirilerek yayına hazırlandı. TADIMLIKKaşık Adası bin bir sarnıçla doludur. Adada bilhassa geceleyin koşmak çok tehlikelidir. Uzun otların dalgalandığı sırtlarda içleri derin simsiyah subra, sülükler, kurbağalarla dolu sarnıçlara düşmemek için ihtiyatla yürüyoruz.Tam tepeye varınca bir müddet cüce ile etrafa bakındık. Ötede, beyaz evin penceresinde hafif bir ışık vardı. Daha beride ada, çiftlik iken yapılmış, etrafı tel örgülü domuz ahırları hayal meyal fark ediliyordu. Bunlar adada bırakılmış Portekizli genç gemicinin malikânesi idi. Oraya gitmek çok tehlikeli idi. Gemici vahşi hayvanları kedi köpek gibi terbiye etmiş, geceleri salıveriyordu! Ahırların öteki yamacında bir bahçıvan kulübesi vardı. Burada da vahşilerin reisi otururdu. Biraz sonra bu kulübenin penceresinde de bir ışık yandı. O ışığa doğru yavaş yavaş yürüdük. Kapıyı vurduk. Odisiya açtı. Köpekle yalnızdı. Kafasına otlardan bir çelenk geçirmişti. Çıplak ayakları, yanık göğsü, mavi gözleri, incecik yüzü, çizgili mintanıyla Portekizli gemiciye İdristen çok, o benziyordu. Bir korsan çocuğu kadar vahşi, hem de güzeldi. Öyle ki birdenbire içime, onun yanında müthiş bir haydut olmak arzusu geldi. Müthiş bir hayduttum. O reisimizdi.Kapının dışındaki güzel, küçük bir meydanlıktan görünen Heybelinin plajı bir kocaman vapur haliyle ışıklarını yakmış uzaklaşıyor, gidiyordu.Odisiya yine şarkı söylemeye başladı. İdris de öteki çocuklar da bu şarkıyı sonuna kadar dinleyecekler, sonra evvela küçükler bizi bulacak; esir alacak, ondan sonra Portekizlinin malikânesini muhasara edecektik. Teslim olacaktı. Odisiya tekrar Rumca şarkı söyleyecekti. İdris bir şeyler anlatacaktı. Dönecektik.Dönüş münakaşalı geçer. Oyunu bozanlara İdris laf atmaz. Odisiya şarkı söylemez. Küçük cüce içerler; sandalın dibinde bin bir maskaralık yapmazdı.Asıl Adalı biz üçümüz; İdris, Odisiya, ben vardık. Ötekiler dostluğa, hele sergüzeşte pek dayanamazlardı. Daha doğrusu anaları babaları haber alır, bizimle gezmelerine mâni olurdu. Onun için ekibimiz bazen üç kişiye iniverirdi! O zaman yine sandala atlar. Yine karşıya geçerdik. Bazı geceler orada sabahladığımız olurdu. Çakal, şu binanın açık kapısında, biz içerde, kopuk balık ağlarının, mantarların, çivilerin üstünde hayallerimizle uyurduk. Hiçbir gün tam hakikat konuşulmazdı. Mütemadiyen vahşilerden, korsanlardan bahsederdik. Ben Rumcayı, yalnız anlardım. Odisiya güzel Türkçe konuşurdu. İdris Rumca yarım, tatlı lakırdılar söylerdi.Odisiya bir bahçıvan çocuğudur. En iyi o yüzer, balık tutar, şarkı söyler, kürek çeker, en güzel o gülerdi. Garip bir çocuktu. Birdenbire kederlenirdi. En çok üzüldüğü şey, kendisine ehemmiyet verilmediğini sezmesi idi. En alelade söze bile alınır, bütün dünyaya küskün bir hal alırdı. Sonra en küçük bir müşfik söze karşı kahramanlıklar göstermek isterdi. En çekindiği şey kavga idi. Birden sararırdı. Kekemeleşir, yüzü karma karışık olurdu. Çocukların korktuğu hiçbir şeyden korkmazdı: Ne canavardan, ne kimseden. Ne Portekizli gemiciden, ne vahşilerden. Fakat hakiki bir insan karşısında derhal değişir, kavgada daima aşağıdan alırdı. Öyle çocuklardan dayak yediğini bilirim ki, ben sinirlenirdim onun hesabına. Oyunda, denizde, bin türlü cesareti göze alan bu çocuğun insan karşısındaki hali gayet garipti.
Şu karşıki sandalı görüyor musun? Bakın sahile yaklaşıyor. Onu yürüten şey nedir? Kürekleri değil mi? Ya şu uçan martılar! Kanatları ylunsa artık uçabilir mi? Düşünce de böyledir. Dört duvar arasına kapatılmak istenirse kanatsız kuş, küreksiz sandal ... tümünü göster
Şu karşıki sandalı görüyor musun? Bakın sahile yaklaşıyor. Onu yürüten şey nedir? Kürekleri değil mi? Ya şu uçan martılar! Kanatları ylunsa artık uçabilir mi? Düşünce de böyledir. Dört duvar arasına kapatılmak istenirse kanatsız kuş, küreksiz sandal oluverir ve bütün manasını kaybederdiyen büyük yazarın; ilk kez 1944 yılında yayımlanan romanı Birtakım İnsanlar yeniden gözden geçirilerek yayına hazırlandı. TADIMLIKKaşık Adası bin bir sarnıçla doludur. Adada bilhassa geceleyin koşmak çok tehlikelidir. Uzun otların dalgalandığı sırtlarda içleri derin simsiyah subra, sülükler, kurbağalarla dolu sarnıçlara düşmemek için ihtiyatla yürüyoruz.Tam tepeye varınca bir müddet cüce ile etrafa bakındık. Ötede, beyaz evin penceresinde hafif bir ışık vardı. Daha beride ada, çiftlik iken yapılmış, etrafı tel örgülü domuz ahırları hayal meyal fark ediliyordu. Bunlar adada bırakılmış Portekizli genç gemicinin malikânesi idi. Oraya gitmek çok tehlikeli idi. Gemici vahşi hayvanları kedi köpek gibi terbiye etmiş, geceleri salıveriyordu! Ahırların öteki yamacında bir bahçıvan kulübesi vardı. Burada da vahşilerin reisi otururdu. Biraz sonra bu kulübenin penceresinde de bir ışık yandı. O ışığa doğru yavaş yavaş yürüdük. Kapıyı vurduk. Odisiya açtı. Köpekle yalnızdı. Kafasına otlardan bir çelenk geçirmişti. Çıplak ayakları, yanık göğsü, mavi gözleri, incecik yüzü, çizgili mintanıyla Portekizli gemiciye İdristen çok, o benziyordu. Bir korsan çocuğu kadar vahşi, hem de güzeldi. Öyle ki birdenbire içime, onun yanında müthiş bir haydut olmak arzusu geldi. Müthiş bir hayduttum. O reisimizdi.Kapının dışındaki güzel, küçük bir meydanlıktan görünen Heybelinin plajı bir kocaman vapur haliyle ışıklarını yakmış uzaklaşıyor, gidiyordu.Odisiya yine şarkı söylemeye başladı. İdris de öteki çocuklar da bu şarkıyı sonuna kadar dinleyecekler, sonra evvela küçükler bizi bulacak; esir alacak, ondan sonra Portekizlinin malikânesini muhasara edecektik. Teslim olacaktı. Odisiya tekrar Rumca şarkı söyleyecekti. İdris bir şeyler anlatacaktı. Dönecektik.Dönüş münakaşalı geçer. Oyunu bozanlara İdris laf atmaz. Odisiya şarkı söylemez. Küçük cüce içerler; sandalın dibinde bin bir maskaralık yapmazdı.Asıl Adalı biz üçümüz; İdris, Odisiya, ben vardık. Ötekiler dostluğa, hele sergüzeşte pek dayanamazlardı. Daha doğrusu anaları babaları haber alır, bizimle gezmelerine mâni olurdu. Onun için ekibimiz bazen üç kişiye iniverirdi! O zaman yine sandala atlar. Yine karşıya geçerdik. Bazı geceler orada sabahladığımız olurdu. Çakal, şu binanın açık kapısında, biz içerde, kopuk balık ağlarının, mantarların, çivilerin üstünde hayallerimizle uyurduk. Hiçbir gün tam hakikat konuşulmazdı. Mütemadiyen vahşilerden, korsanlardan bahsederdik. Ben Rumcayı, yalnız anlardım. Odisiya güzel Türkçe konuşurdu. İdris Rumca yarım, tatlı lakırdılar söylerdi.Odisiya bir bahçıvan çocuğudur. En iyi o yüzer, balık tutar, şarkı söyler, kürek çeker, en güzel o gülerdi. Garip bir çocuktu. Birdenbire kederlenirdi. En çok üzüldüğü şey, kendisine ehemmiyet verilmediğini sezmesi idi. En alelade söze bile alınır, bütün dünyaya küskün bir hal alırdı. Sonra en küçük bir müşfik söze karşı kahramanlıklar göstermek isterdi. En çekindiği şey kavga idi. Birden sararırdı. Kekemeleşir, yüzü karma karışık olurdu. Çocukların korktuğu hiçbir şeyden korkmazdı: Ne canavardan, ne kimseden. Ne Portekizli gemiciden, ne vahşilerden. Fakat hakiki bir insan karşısında derhal değişir, kavgada daima aşağıdan alırdı. Öyle çocuklardan dayak yediğini bilirim ki, ben sinirlenirdim onun hesabına. Oyunda, denizde, bin türlü cesareti göze alan bu çocuğun insan karşısındaki hali gayet garipti.
Şu karşıki sandalı görüyor musun? Bakın sahile yaklaşıyor. Onu yürüten şey nedir? Kürekleri değil mi? Ya şu uçan martılar! Kanatları ylunsa artık uçabilir mi? Düşünce de böyledir. Dört duvar arasına kapatılmak istenirse kanatsız kuş, küreksiz sandal ... tümünü göster
"Az şekerli yaptın değil mi?" diye sordu.
"Az şekerli kahveyi ihtiyarlar içer" dedi kahveci, "delikanlılar için orta şekerli münasip gördüm, öyle yaptım."
"Sen öyle münasip gördükten sonra biz de öyle içeriz" dedi çocuk.
"Az şekerli yaptın değil mi?" diye sordu.
"Az şekerli kahveyi ihtiyarlar içer" dedi kahveci, "delikanlılar için orta şekerli münasip gördüm, öyle yaptım."
"Sen öyle münasip gördükten sonra biz de öyle içeriz"... tümünü göster
"Az şekerli yaptın değil mi?" diye sordu.
"Az şekerli kahveyi ihtiyarlar içer" dedi kahveci, "delikanlılar için orta şekerli münasip gördüm, öyle yaptım."
"Sen öyle münasip gördükten sonra biz de öyle içeriz" dedi çocuk.
"Az şekerli yaptın değil mi?" diye sordu.
"Az şekerli kahveyi ihtiyarlar içer" dedi kahveci, "delikanlılar için orta şekerli münasip gördüm, öyle yaptım."
"Sen öyle münasip gördükten sonra biz de öyle içeriz"... tümünü göster
Riyakârlık aşağılığın en son haddidir. Sahiden iyi insanlar, kötüler hakkında laf söylemezlerdi. (...) Riyayı kaldırırsanız mesele yoktur, kötüler hemen saflarına iyiyi alıverirler. Önemli olan kötülüğü iyilikle beraber ortadan kaldırmaktır. O zaman insanlık denilen şey kafasını kaldırır: Durun bakalım, der, biz de varızdiyen büyük yazarın; ilk kez 1953 yılında yayımlanan romanı Kayıp Aranıyor yeniden gözden geçirilerek yayına hazırlandı. TADIMLIKKöy halkı meziyetli insanlardı. Haksızlıktan ve yalandan ürkerlerdi. Ürkmeyenler de kuvvetli bir delil buluncaya kadar beklemeyi daha makul bulur, beklerlerdi. Yalandan çekinmeyen birini beklerlerdi. İşte Kamarot İrfan tam onların beklediği gibi biriydi. Evvelki sene nişanlanmış, gelip köyde bir Rum karısının evine yerleşmişti. Cart curt etmeyi, köyde ağa geçinmeyi, herkese yüksekten bakarak laubali olmayı, kendine büyük küçük köy sakininin İrfan Ağabey demesini, okumuş, yazmışlık taslamayı, kavgalara müdahale edip haksızı değil zayıfı ezmesini seven bir adamdı.İşte İrfanın önce gizli gizli sonra erkeklik taslarcasına aşikâre anlattığı pek korkunç bir hikâye köy sakinlerinden bir kısmının Nevin hakkındaki Konsolosun deli kızından öteye geçmeyen müsamahakâr kızgınlıklarının birdenbire şimdiye kadar uyuklamış bir kine, bir zalimliğe çevrilmesine sebep oldu. Nevin bâbında üç türlü bir düşünce topluluğu meydana geldi.Birinciler hiçbir dedikoduya karışmayan, Nevinin hallerini serbest yetişmesine veren, kabahati babasına yükleyen namuslu insanlardı. İkinciler onun bu halini kendileri yapamakdıkları için şimdilik hoş görenlerdi. Üçüncü bölüğe gelince Nevin onlarla icap etmeyince konuşmazdı. Bunlar görünüşte Nevin hakkında düşünen ikinci kısma benzer, hoşgörür takımındandılar. Ama Nevin onların için için ne kadar zalim, kıskanç, kindar ve fırsat kollar olduklarını, adeta beş hissiyle karışık bir ilave hisle, kavrayıvermişti. Böyleleriyle fazla konuşmaz, çekingen durur, istemeyerek kendiliğinden bir kayıtsızlık gelir bir yerine yerleşirdi. Bu kayıtsızlığında bilmeyerek o kadar ileri giderdi ki, bu hal, sonunda bir önem vermeyiş gibi gözükmeye başlardı. Böyle bir önem vermemek halinin onların kin ve zalimliğini artıracağını Nevin anlamayacak kadar onlara karşı hareketlerinde kendiliğindendi. Mademki onu sevmiyorlar, hareketlerini çirkin görüyorlar, ahbaplığa lüzum yoktur, diye bile düşünmemişti.Geçerlerken onları şimdiye kadar hiç tanımamış, bilmemiş gibi başka tarafa bakar, selam vermezdi. Bu hissinde de samimi idi. Bu ilgisizliği hiç hesaplı, düşünceli bir şey değildi. Garip bir surette kendiliğindendi.İşte bu kısım Kamarot İrfanın hikâyesiyle birdenbire işi azıttılar. O geçerken yerlere tükürdüler. Öyle ki birçokları pis, adi karı, şıllık kelimelerinden öksürük, aksırık, tıksırık seslerinden ve nidalarından yuvarladıkları bir homurtuyu o geçerken homurdanmaya başladılar.Nevin bir zaman bunlara ne yaptığını, neden ona bu kadar düşman kesildiklerini anlayamadı. Hani istedikleri de olmuştu: Nevin onlar hakkında düşünmeye koyuldu. Ama yine de eski halinde fazla bir değişiklik görülmedi. Yalnız bu sefer eskiden olduğu gibi onlar yanından geçerken kayıtsız duramıyor, bir uykudan uyandırılmış gibi onları tanıyor, gülümseyecek bir muhaverede ise donakalıyor, gülemiyordu. Söyleyeceği bir şey varsa söyleyemiyordu. Bir yerde rastlarsa hafifçe, pek belli belirsiz bir rahatsızlık duyuyor, yanlarından uzaklaşabilmek için telaş gösteriyor, acele ediyordu.En korktuğu şey küçük görülmekti. İnsanlardan her zaman kendini aşağı görmüştü. Hattâ küçük görmüştü. Görmüştü ama başkası tarafından öyle görülmek onu çok üzerdi. Buna da tahammül etmek, aldırış etmemek gerekiyordu. O pis kamarot kendini insanlardan nasıl üstün sayıyordu, bir görmeliydi. İrfan Ağabey! İrfan Ağabey, dedikleri zaman nişanlısı için bile değil, elbiseleri için iftihar edercesine günde üç defa urba değiştiriyordu.Kanadadan aldığı kalın gömlekleri, eski ayakkabılarını, kar külahını giyer, geyik başlı bastonunu koltuğunun altına sıkıştırır. Zulmedecek, kendi üstünlük hastalığını şehvet gibi tatmin edecek bir biçare insan arardı. Yüzü ve dudakları al al, bıyıkları kıpkırmızı olduğu halde bir yeşil gülümseme ile dört yanına bakardı, üstü başı, omuzu kıçı bir hizada korkunç bir mahlûktu. Hiçbir hayvan, onun kadar çirkin olamazdı. İhtiyar çöpçü atları güzeldi. Uyuz eşekler güzeldi. Her tarafı yırtık, gözleri irinli hasta kediler güzeldi. Sokak köpekleri ne güzeldi! Hamamböcekleri, zinalar harikulade idi. Bizim çirkin dediğimiz; yüzleri, bilinmiş, tadılmış, resmi çizilmiş olmayan kendi halinde insancıklar güzeldi. Ama o, sıhhatli yanaklarına, beyaz dişlerine, kırmızı bıyıklarına, kumral saçlarına rağmen çirkindi. Çirkinliğin en korkuncu ile çirkindi. O bu köyde bulundukça hani insanın üstüne kazara bir yerden bir pislik sürünür de insan neresinde olduğunu kestiremez, arada sırada birdenbire keskin ve öğürtücü bir koku duyar. İşte onun köyde bulunduğu günleri Nevin, kokusundan, bu pislik kokusundan tanırdı...
Riyakârlık aşağılığın en son haddidir. Sahiden iyi insanlar, kötüler hakkında laf söylemezlerdi. (...) Riyayı kaldırırsanız mesele yoktur, kötüler hemen saflarına iyiyi alıverirler. Önemli olan kötülüğü iyilikle beraber ortadan kaldırmaktır. O zaman ... tümünü göster
bsraydn şu anda kitap okumuyor.