Sinema ve kitap bilgisini sınayıcı, eğlenceli bir test.
Sinema ve kitap bilgisini sınayıcı, eğlenceli bir test.
Adı bilinmeyen bir ülkenin kralı, en yakın yardımcıları Bilge ve Soytarı ile birlikte ülkesinin gelişmesi için çalışırken bir gece tuhaf bir düş görür. İşin ilginç yanı, Bilgenin ve Soytarının da aynı gece aynı düşü görmeleridir. Gördükleri gizemli işaretlerin, duydukları sözlerin anlamlarını çözemeseler de, içinde bulundukları ruhsal boşlukla bir ilgisinin olduğunu düşünürler. Ve Kral ülkede bir dinler turnuvası düzenlemeye karar verir. Turnuvanın sonucuna göre ülkenin resmi dinini belirleyecektir. Dünyanın bellibaşlı dinlerinin başındaki kişilere de tanrıtanımazlara da çağrıda bulunur, birer temsilci göndermelerini ister. Bir Müslüman, bir Hıristiyan, bir Musevi, bir Hindu, bir Budist, bir de tanrıtanımaz, halkın karşısında inançlarını tanıtmaya başlarlar. Bu arada beklenmedik, istenmedik olaylar olur. Sonunda Kral ve yardımcıları bir karara varırlar. Kral, Bilge ve Soytarı, son derece eğlenceli, yalın bir dille bellibaşlı dinleri tanıtan bir roman Bir masal gibi başlayan, gerçekdışı bir roman örgüsünün içinde sürüp giden, ama günümüzün çok önemli bir sorununu; değişik dinlerden insanların birbirlerine göstermeleri gereken hoşgörüyü işleyen, dinler arası diyalogu kurmaya çalışan bir kitap. Shafique Keshavjeenin pek çok dile çevrilen bu kitabı, dinsel terörün yakıcı bir şiddetle varlığını duyurduğu dünyamızda, bütün dinlere eşit uzaklıkta duruşuyla dinler üzerinde konuşulabileceğinin, tartışılabileceğinin ve bunun şiddetle başvurmadan yapılabileceğinin kanıtı.
Adı bilinmeyen bir ülkenin kralı, en yakın yardımcıları Bilge ve Soytarı ile birlikte ülkesinin gelişmesi için çalışırken bir gece tuhaf bir düş görür. İşin ilginç yanı, Bilgenin ve Soytarının da aynı gece aynı düşü görmeleridir. Gördükleri gizemli i... tümünü göster
Adı bilinmeyen bir ülkenin kralı, en yakın yardımcıları Bilge ve Soytarı ile birlikte ülkesinin gelişmesi için çalışırken bir gece tuhaf bir düş görür. İşin ilginç yanı, Bilgenin ve Soytarının da aynı gece aynı düşü görmeleridir. Gördükleri gizemli işaretlerin, duydukları sözlerin anlamlarını çözemeseler de, içinde bulundukları ruhsal boşlukla bir ilgisinin olduğunu düşünürler. Ve Kral ülkede bir dinler turnuvası düzenlemeye karar verir. Turnuvanın sonucuna göre ülkenin resmi dinini belirleyecektir. Dünyanın bellibaşlı dinlerinin başındaki kişilere de tanrıtanımazlara da çağrıda bulunur, birer temsilci göndermelerini ister. Bir Müslüman, bir Hıristiyan, bir Musevi, bir Hindu, bir Budist, bir de tanrıtanımaz, halkın karşısında inançlarını tanıtmaya başlarlar. Bu arada beklenmedik, istenmedik olaylar olur. Sonunda Kral ve yardımcıları bir karara varırlar. Kral, Bilge ve Soytarı, son derece eğlenceli, yalın bir dille bellibaşlı dinleri tanıtan bir roman Bir masal gibi başlayan, gerçekdışı bir roman örgüsünün içinde sürüp giden, ama günümüzün çok önemli bir sorununu; değişik dinlerden insanların birbirlerine göstermeleri gereken hoşgörüyü işleyen, dinler arası diyalogu kurmaya çalışan bir kitap. Shafique Keshavjeenin pek çok dile çevrilen bu kitabı, dinsel terörün yakıcı bir şiddetle varlığını duyurduğu dünyamızda, bütün dinlere eşit uzaklıkta duruşuyla dinler üzerinde konuşulabileceğinin, tartışılabileceğinin ve bunun şiddetle başvurmadan yapılabileceğinin kanıtı.
Adı bilinmeyen bir ülkenin kralı, en yakın yardımcıları Bilge ve Soytarı ile birlikte ülkesinin gelişmesi için çalışırken bir gece tuhaf bir düş görür. İşin ilginç yanı, Bilgenin ve Soytarının da aynı gece aynı düşü görmeleridir. Gördükleri gizemli i... tümünü göster
İlk gençlik heyecanlarıyla okunan kitapların etkisini, o ilk okumanın verdiği benzersiz hazzı unutmak mümkün mü?İletişim ve bilgi edinme imkânlarının son hızla arttığı bir çağda, gençlerimizi ve çocuklarımızı kitapların dünyasıyla buluşturmak eskisi kadar kolay olmasa gerek. Bu anlamda, Millî Eğitim Bakanlığının ilköğretim ve ortaöğretime yönelik 100 Temel Eser seçimi; öğrencilere, velilere ve öğretmenlere, kısacası kültür dünyamıza katkıda bulunacak, herkese yararlı olacak niteliktedir
******
Bir Metis klasiği olan Akdeniz, Fernand Braudelin yönetiminde, okura Akdeniz tarih ve coğrafyasını okumanın zevkini tattırmak için hazırlanmış özel bir edisyondur. Braudelin makaleleri dışında uzman tarihçiler Roger Arnaldez, Maurice Aymard, Jean Gaudemet, Piergiorgio Solinas ve Georges Dubynin katkılarını içeren kitabı geçmiş yıllarda Mekân ve Tarih ile İnsanlar ve Miras başlıkları altında iki ayrı cilt olarak yayımlamıştık; bu üçüncü basımda ikisini tek ciltte topladık. Akdenizi yeni kuşaklardan zevkle okuyacak okurlarımız olduğunu biliyoruz.
************
Bulunmaz bir fırsat.Bu akşam,yani12 Aralık 1906 günü, ülkemden ayrılıp Mısıra gideceğim. Bu, bana İmkansız gibi geliyor. Ama, hayallerimin en güzel masalı olacak
************
Adrien Zograffi, ilk kez 1906nın Aralık ayında, yirmi iki yaşındayken, ülkesinden ayrılıyor. İskenderiyeye gitmek üzere Köstence Limanından vapura biniyor. Bu onun hayatında önemli bir gün. Genç idealistimiz, Büyük Savaş öncesine kadar, Akdeniz aşığı olarak kalacaktır...
************
Adriyen Zografi, yirmi yaşlarında, ilk defa 1906 yılı Aralık ayında ülkesinden ayrılıyor. İskenderiyeye gitmek üzere Köstence limanından vapura biniyor.Bu, onun hayatındaki önemli sayfalardan biridir. Büyük savaşın başlangıcına kadar genç idealistimiz, Akdenize sevdalanacaktır. Hatta onu tutku derecesinde sevecek ve ona bağlanacaktır. Romanya, annesinin üzüntü ve sıkıntılar içinde olduğu İbrail, onu ancak kırlangıçların yuva kurmalarına yetecek kadar kısa süreler içinde yeniden görebilecektir. Bu sayfalarda, Adriyen, Akdenizin masal dünyasını kendi ağzından anlatmaktadır. Her şey onun bakış açısından dile getirilmektedir.
************
En eski uygarlıkları koynunda beslemiş olan cömert Akdenizin güneşli kıyılarında başıboş bir yaşamın şiirleriyle dolu bu yapıt, Istratinin en çok sevilen kitaplarından biridir ve 100 Temel Eser arasında anılmaktadır.
************
Panait İstrati fırtınalı bir yüzyılın tanığıydı. Hanedanlıkların sarsılıp dağıldığı, iktidarların altüst olduğu, savaşların, büyük ekonomik krizlerin kapıda beklediği bir çağda, savrulmuş, acı çeken, dibe vurmuş insanların masalcısıydı. Onun öykülerinde hayat, en karanlık çukurda bile bir yandan tadına doyulmayacak bir serüven, bir yandan da kalemlerin yazmakta güçlük çektikleri bir trajedi olarak çıkar karşımıza. Bir dönem sosyalist hareket içinde yer almış olan İstrati, politikanın kurtarıcı misyonundan kuşku duymuş, bu dünyayı ister Mısır güneşinin altında ister Romanya karlarının donduruculuğunda olsun, bir tür çilenin, bireysel direnmenin sahnesi olarak sunmuştur. İstratide savrulma ile arayış iç içe geçmiştir. Bu arayışta İstanbulun yanı sıra, o dönemde Osmanlı topraklarında oldukları için kendi tarih ve kültürümüzden yansımalar taşıyan birçok Akdeniz kıyı kentinin ışıklı, sıcak kıyılarında dolaşmaların şiirini de buluyoruz.Kültürler mozaiğinde arayış.
************
Adriyen Zagrofi, 22 yaşında iken, ilk kez 1906 Aralıkında ülkesinden yola çıkıyor. Köstenceden İskenderiyeye gitmek için Köstencede gemiye biniyor.Bu onun ömründe sayılı bir gün. Büyük savaşın öngününe kadar, idealist genç Akdeniz hayranı olmuştur. Romanya ve annesinin perişan bir şekilde mücadele verdiği ibrail, onu ancak kırlangıçların yuva kuracağı süre kadar az zaman aralıklarıyla görebiliyor.Kitapta Adriyen, Akdenizde yaşadığı macera ve adeta masal dünyasının kendi kaleminden anlatmaktadır.
******
İlk gençlik heyecanlarıyla okunan kitapların etkisini, o ilk okumanın verdiği benzersiz hazzı unutmak mümkün mü?İletişim ve bilgi edinme imkânlarının son hızla arttığı bir çağda, gençlerimizi ve çocuklarımızı kitapların dünyasıyla buluşturmak eskisi ... tümünü göster
Adana'da ayaklanmalar olmuştu. Kalabalık, Ermeni mahallesini yağmalamıştı. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların provası gibi bir şeydi. Ama bu bile dehşetti. Yüzlerce ölü. Belki de binlerce. Can çekişen Osmanlı İmparatorluğu ve Beyrut ile Fransa arasında yaşamı sürüklenen İsyan. Doğunun Limanları bu yüzyılın başını, bir insanın trajik tarihinin içinden anlatıyor. Grubun dışında kimsenin, eylemlerimden kuşkulanmadığından emindim. Ancak bir gün, son sayıyı almak için Ballon dAlsace birahanesine gittiğimde, jandarmanın bira kamyonunu sardığını gördüm. Askerler gidip geliyor, gazete tomarlarını taşıyorlardı. Birahane, çınar ağaçları ile çevrili bir meydana bakıyordu ve patron, güzel havalarda dışarıya masalar koyardı. Meydana altı küçük sokaktan çıkılırdı. Gerekli bir önlem olarak, her zaman aynı sokaktan gelmezdim. O gün, birahaneye bir hayli uzak bir sokaktan gitmiş ve neler olup bittiğini zamanında görebilmiştim. Dümdüz yürümeye devam etmiş, önce yavaş, sonra hızlı daha sonra da koşarak yoluma devam etmiştim. İçimde korkudan başka, başarısız olmanın verdiği üzüntüden başka, bir de suçluluk duygusu vardı. Böyle durumlarda bu her zaman hissedilir ama bende hafif bir duygudan öte bir şeydi. Jandarmaların dikkatini çeken ve peşine düştükleri ben miyim, birahanedeki gizli yerin ortaya çıkması benim yüzümden mi diye durmadan düşünüp duruyordum. Neden ben? Çünkü birkaç hafta önce beni endişelendiren ama daha sonra üzerinde durmadığım bir olay olmuştu. Bir öğleden sonra, evden çıktığımda, nöbet tuttuğu açıkça belli olan bir jandarma ile burun buruna geldim; beni görünce allak bullak olmuş, merdivenin altına saklanmaya kalkışmıştı. Önce merak etmiş, dikkatli olmam gerektiğini düşünmüş ama sonra omuzlarımı silkmiş, bu olaydan ne Brunoya ne Bertranda söz etmiştim. Oysa şimdi vicdan azabı çekiyordum. Bu gerçek bir işkenceydi. O gün, birahaneden uzaklaşınca, oturduğum semte yöneldim, Montpellierde adına Yumurta denilen Komedi Alanının yanıbaşına... Ama doğrusu bu muydu? Aslında, üç türlü hareket edebilirdim: hemen yok olabilir, gara gidip ilk trene atlar, yakalanmaktansa bilinmeyen bir yere gidebilirdim. Soğukkanlılıkla odama gider, tehlikeli olabilecek her kâğıdı yok eder, kimse beni ihbar etmeyecek ümidiyle normal yaşamıma dönebilirdim. Bir de orta yol vardı: odama gider, düzene sokar, ihtiyacım olabilecek birkaç parçayı yanıma alır, ev sahibi Madam Berroya arkadaşlarımın beni sayfiyeye davet ettiklerini söyler, bu da aniden yok oluşumla ilgili kuşkuları dağıtmış olurdu. Bu sonuncusunu seçtim. Panik ile güven arası bir duyguyla. Yolda sağa sola sapmış, beni izlemiş olanların işlerini zorlaştırmak istemiştim...
Adana'da ayaklanmalar olmuştu. Kalabalık, Ermeni mahallesini yağmalamıştı. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların provası gibi bir şeydi. Ama bu bile dehşetti. Yüzlerce ölü. Belki de binlerce. Can çekişen Osmanlı İmparatorluğu ve Beyrut... tümünü göster
Hitlercilerin milyonlarca insanı öldürmelerinden sonra, kalkmış onları asıyorsun. Milyonları öldürmelerinden önce nerdeydin peki, o zaman ne düşünüyordun? Düzinelerle ceset oturup düşünmen için yeterli neden değil miydi? İnsanlığının kıpırdanması için milyonlarca ceset mi gerekliydi?
---
Ne kurşun sıkma ne de darağacına çekme seni içinde bulunduğun bataklıktan çekip çıkaramaz. Şöyle bir kendine bak, Küçük Adam. Kurtuluşunun tek yolu, tek umudun budur, kendine bak!
******
Wilhelm Reichın, deyimleşmiş küçük adama seslenişi, bilimsel değil, insanca bir belgedir. 1946 yazında, yayımlanma amacı olmadan, Orgon Enstitüsünün arşivi için yazılmıştır. Uzun yaşam ve acı deneyimlerinden damıtılan, kendi gerçek gereksinimlerinden bilincine varmaları ve artık zalimce kendi kendilerini mahvetmekten vazgeçmeleri için, insanlara yöneltilmiş sarsıcı bir çağrıdır.
************
Binlerce yılın bakış açısından görebiliyorum seni, binlerce yıl geçmişten ve binlerce yıl gelecekten bakıyorum sana. Kendinden korkma duygundan kurtulmanı istiyorum. Daha mutlu ve daha insana yaraşır bir yaşam sürmeni istiyorum. Kasılmış bir beden yerine. Canlı, yaşayan bir bedenin olsun istiyorum: çocuklarından nefret etmek yerine onları sevmeni, karına, evlilik gereği işkence yapmak yerine onu mutlu etmeni istiyorum.
************
Freudun dostu ve yardımcısı Wilhelm Reichin olağanüstü manifestosu. Tüm insanlığa, hepimize, tüm küçük adamlara yöneltilmiş tehditkâr bir söylev. Ama bütünüyle bizim, insanın, halkın yanında. Dinle Küçük Adam, tarihsel sorumluluğuınun bilincinde Avrupalı bir aydının kaleminden çıkmış, küçük, parlak, ufuk açıcı bir uyarı. Çoktan klasikleşmiş bir vicdanî başkaldırı. Her okurun kitaplığında bulunması gerekiyor.
Açıkça görülüyor ki, insanın içindeki yaşamgücü zayıftır; tehlikelere karşı dayanıksız durumdadır. Vebalı bireye elini uzatsa, kolunu kaptıracak, varı-yoğu alınacak, sonra da kendisiyle alay edilecek ya da ihanete uğrayacaktır; güvendiği herkes onu aldatacaktır. Bu böyle gelmiştir; ancak böyle gitmemelidir. İnsanın içindeki yaşamgücünün korunma ve gelişmesi savaşımında, katılık gerektiği durumlarda katı olunmasının zamanı gelmiştir; insan, hakikatlere korkmadan tutunduğu sürece katı davranışlarla doğallığını yitirecek değildir.
******
Hitlercilerin milyonlarca insanı öldürmelerinden sonra, kalkmış onları asıyorsun. Milyonları öldürmelerinden önce nerdeydin peki, o zaman ne düşünüyordun? Düzinelerle ceset oturup düşünmen için yeterli neden değil miydi? İnsanlığının kıpırdanması içi... tümünü göster
cumartesicumartesi şu anda kitap okumuyor.