Kimi zaman bir savaş bir kentin, bir ülkenin kaderini değiştirir, kimi zaman bir tek kişi koca bir ailenin... Leyla: Yalılarda doğmuş büyümüş bir paşazade, bir Osmanlı soylusu... Ali Yekta: Uşaklık kaderini değiştirme ihtirasıyla yanıp tutuşan bir İstanbullu... Rukiye-Roxy: Almanyada doğmuş, seks modelliği yapmış bir hip-hopçı... Livaneli, birbirini hiç tanımayan bu üç ayrı kişiliğin yaşamını, bir İstanbul romanında birleştiriyor. Kentlisi-köylüsü, varsılı-yoksulu, din hocası, söz sahibi bankacısı, gazetecisi... Her birinin bir nedenle ötekinin yaşamına girdiği, onu değiştirdiği, günümüz Türkiyesi... Ve bir roman kahramanı gibi öne çıkan pırıltılı Boğaziçinde, Bosnalılar Yalısının ilginç dünyası... Leylanın Evi, dünyada sadece yaptığı müzikle değil, çeşitli dillere çevrilen, sinemaya aktarılan ve ödül alan kitaplarıyla da tanınan Livanelinin Mutluluktan sonraki romanı...
Kimi zaman bir savaş bir kentin, bir ülkenin kaderini değiştirir, kimi zaman bir tek kişi koca bir ailenin... Leyla: Yalılarda doğmuş büyümüş bir paşazade, bir Osmanlı soylusu... Ali Yekta: Uşaklık kaderini değiştirme ihtirasıyla yanıp tutuşan bir İs... tümünü göster
2013'de kaç kitap okumayı planlıyorsunuz?
2013'de kaç kitap okumayı planlıyorsunuz?
Neden yazarız? Daha doğrusu neden anı defteri tutarız? Yaşamımızın her döneminde, ama özellikle ilk gençlik çağında, sorunlarımızı, mutlu mutsuz anılarımızı bizi yargılamadan dinleyen, paylaşan birilerine gereksinim duyarız. Ve -bu biri- evet, bildiğiniz, anı defterimizdir. On beş yaşındaki Serra tüm duygularını, düşüncelerini anı defteriyle paylaşıyor. Annesiyle babası neden garip davranıyorlar? Yoksa yolunda gitmeyen bir şeyler mi var? Çeşmede tatil günlerinde tanıştığı yeni arkadaşları Serranın yaşamında ne gibi değişikliklere neden olacaklar? Tüm bu sorunların cevaplarını Serranın anı defterinde bulacaksınız.
Neden yazarız? Daha doğrusu neden anı defteri tutarız? Yaşamımızın her döneminde, ama özellikle ilk gençlik çağında, sorunlarımızı, mutlu mutsuz anılarımızı bizi yargılamadan dinleyen, paylaşan birilerine gereksinim duyarız. Ve -bu biri- evet, bildiğ... tümünü göster
Biliyorum, imkansız aşk bu! Ama hükmedemiyorum kendime... demişti Murat. Çünkü, yüreğim seni çok sevdi!.. Ardından da dizelere dökmüştü sevdasını. Yüreğim seni çok sevdi O yürek talan O yürek yangın yeri O yürek sen istiyor Bir tek seni... Aslı ile Muratın İstanbul-Bursa-Amerika üçgeninde yaşadıkları destansı aşkın öyküsü... Herkesin kendinden bir şey bulabileceği kadar gerçek...
Biliyorum, imkansız aşk bu! Ama hükmedemiyorum kendime... demişti Murat. Çünkü, yüreğim seni çok sevdi!.. Ardından da dizelere dökmüştü sevdasını. Yüreğim seni çok sevdi O yürek talan O yürek yangın yeri O yürek sen istiyor Bir tek seni... Aslı ile M... tümünü göster
Ona birçok isim takmışlardı ama melek o isimlerden biri değildi... Sebastian Ballister, Dainlerin adı çıkmış Markisi, çok kötü ve çok tehlikeli biriydi. Saygı duyulacak hiçbir kadın bu lanetli adamla birlikte olmak istemezdi. Dain Markisinin de onlarla ilgisi yoktu zaten. Günah işleyip durmaktan vazgeçmiyor, gamsızca yolunda ilerliyordu. Ta ki bir gün bir dükkân kapısı açılana ve o kadın içeriye girene dek... O, bu dünyadaki en kötü adama âşık olamayacak kadar zeki bir kadındı... Jessica Trent kararlı, genç bir kadındı ve erkek kardeşinin yoldan çıkmasına ne pahasına olursa olsun engel olacaktı. Onu kurtarmak hem ailesini hem de ailesinin geleceğini kurtarmak anlamına geliyordu. Ve genç kadın bu yolda gerekirse şeytanla işbirliği yapmaktan kaçınmayacaktı. İşin zor tarafı, karşısındaki şeytanın inanılmaz derecede karşı konulmaz oluşuydu ve esas kurtarılması gereken Jessicanın ta kendisiydi!
Ona birçok isim takmışlardı ama melek o isimlerden biri değildi... Sebastian Ballister, Dainlerin adı çıkmış Markisi, çok kötü ve çok tehlikeli biriydi. Saygı duyulacak hiçbir kadın bu lanetli adamla birlikte olmak istemezdi. Dain Markisinin de ... tümünü göster
Yazın uzun günlerinde daha çok çalıştığı hâlde, akşamları evine önceki gibi yorgun olarak değil, büyük bir coşku ve neşe ile gelirdi. Yürürken koşar, söylerken güler, önceleri geldiği zaman bir parça dinlenmek için üzerine düştüğü iskemlelerin hiç birinde oturamaz, evin içinde sürekli dolaşır dururdu. Yüzünde, pırıldamak için zamanın en küçük iznini bekleyen gençliğin taze rengi peyda oldu. Yirmi yaşında iken kendisini güçsüz bırakan böyle bir tebessümün karşısında hiç bulunmadınız mı?
Yazın uzun günlerinde daha çok çalıştığı hâlde, akşamları evine önceki gibi yorgun olarak değil, büyük bir coşku ve neşe ile gelirdi. Yürürken koşar, söylerken güler, önceleri geldiği zaman bir parça dinlenmek için üzerine düştüğü iskemlelerin hiç bi... tümünü göster