DOSTLUĞUN BÜYÜSÜ ÜZERİNE OLAĞANÜSTÜ BİR ROMAN
“Ateşböceği Yolu’nda Kristin Hannah sevgi ve sadakat üzerine keskin ve unutulmaz bir hikaye yazmıştır.”
Jacquelyn Mitchard
“Kristin Hannah 70 ve 80’lerin heyecanını ve enerjisini ortaya sermektedir ve bunu öyle bir derin seviyede yapmaktadır ki okuyucuları iki kadın arasındaki dostluğun tam kalbine taşıyor.
Ateşböceği Yolu bir şaheser.”
Elin Hilderbrand
“Hayatımızdaki en önemli şeylerden biri olan ebedi dostluk üzerine dokunaklı, enfes bir roman.”
Elizabeth Buchan
“Bu muhteşem romanın sayfalarını çok hızlı geçmek istemeyeceksiniz. Kapıyı kilitleyin, telefonunuzu kapatın, ve yanınıza bir paket mendil alıp koltuğunuza yerleşin. (Sonra uyarmadı demeyin.) Kristin Hannah’dan başka hiç kimse kadınların dostluğunu tüm acısı, tatlısıyla bu kadar güzel yazamazdı.
Harika bir yazar.”
Susan Elizabeth Phillips
“Ateşböceği Yolu okumayı neden sevdiğimizi bize bir kez daha hatırlatıyor.”
Patricia Gaffney
DOSTLUĞUN BÜYÜSÜ ÜZERİNE OLAĞANÜSTÜ BİR ROMAN
“Ateşböceği Yolu’nda Kristin Hannah sevgi ve sadakat üzerine keskin ve unutulmaz bir hikaye yazmıştır.”
Jacquelyn Mitchard
“Kristin Hannah 70 ve 80’lerin heyecanını ve enerjisini ortaya sermektedir... tümünü göster
Sadako Sasaki... Hiroşimalı binlerce küçük kızdan biri. 1945te iki yaşındaymış. Yaralanmamış, hastalanmamış. Okuluna gidiyormuş güzel güzel. Yıllar geçmiş. Sadako, kentinin her gün biraz daha düzeldiğini, yeni yapılar yapıldığını görmüş. On iki yaşındayken birden hastalanmış. Radyasyonun vücutta yarattığı onulmaz bir hastalıkmış bu. Doktorlar, uzmanlar incelemişler, kurtuluş olmadığını anlamışlar. On ikisindeki Sadako ölecek!.. Kendi de biliyor bunu! Ama Japon geleneğine göre kağıttan bir turna kuşu yapan kişinin dileği muhakkak gerçekleşir. Sadakoya oyalanması için bu inancı veriyor çevresi. Mektuplar alıyor bu konuda. Sadako, hasta yatağında başlıyor kağıttan turnalar yapmaya. Çok uğraştım ben, yapamadım o kuşları. Bir, iki, üç kez katlıyorsun, kıvırıyorsun, derken bir turna çıkıyor ortaya. Sadako günlerce uğraşmış, yüz, iki yüz, beş yüz, altı yüz, tam altı yüz kırk dört ağıt turna yapmış. Onlar birbirine bağlanıyor ince ipliklerle, metrelerce uzayan bir kuş dizisi çıkıyor ortaya. Sadako Sasaki bin turnayı tamamlarsa ölümden kurtulacağını umut ederek, gece gündüz kağıttan kuşlar yapması geliyor gözümün önüne, 644üncünün bitişi 645inciye başlayamamak ve çekip gitmek şu hem güzel, hem çirkin, hem yüce, hem aşağılık dünyadan... (OKTAY AKBAL)
Sadako Sasaki... Hiroşimalı binlerce küçük kızdan biri. 1945te iki yaşındaymış. Yaralanmamış, hastalanmamış. Okuluna gidiyormuş güzel güzel. Yıllar geçmiş. Sadako, kentinin her gün biraz daha düzeldiğini, yeni yapılar yapıldığını görmüş. On iki yaşın... tümünü göster
Ay Sarayı, yeni Amerikan romanının en ilginç, en yetenekli yazarlarından biri sayılan Paul Auster'ın çok beğenilen bir romanı. Romanın başkişisi olan Marco Stanley Fogg, artık kıpırdamamaya, çalışmamaya, yemek yememeye ve bütün bunların doğuracağı tehlikeleri göze almaya karar verir. Böylece, nereye kadar gidebileceğini bu süreç içinde neler olup biteceğini merak eder. 60'lı yılların çocuğu olan Fogg, yorulma nedir bilmeden geçmişinin anahtarlarını arar, yazgısının temel bilmecesinin yanıtlarını bulmaya çalışır. Manhattan'ın kanyonlarından Utah'ın çöllerine yolculuk yapan Fogg, şaşırtıcı ve zengin olaylarla ve kişiliklerle karşılaşır. Roman, insanların Ay'da ilk kez yürüdükleri yaz mevsiminde başlayıp zaman içinde ileri geri hareket ederek üç kuşağı kapsar. Rastlantı ve belleğin yönlendirdiği Ay Sarayı'nda trajedi ve kefaret ödeme, lirizm ve mizah iç içedir. Bugüne kadar yayımladığı romanlarıyla yaşadığı çağın en iyi, en özgün romancılarından biri olmaya aday gösterilen ve müthiş bir hayal gücüne sahip olduğunu, daha sonra yazdığı Yükseklik Korkusu adlı romanında da kanıtlayan Paul Auster'ın en eğlenceli yapıtlarından olan Ay Sarayı'nın keyifle okunacağına inanıyoruz.
Ay Sarayı, yeni Amerikan romanının en ilginç, en yetenekli yazarlarından biri sayılan Paul Auster'ın çok beğenilen bir romanı. Romanın başkişisi olan Marco Stanley Fogg, artık kıpırdamamaya, çalışmamaya, yemek yememeye ve bütün bunların doğuraca... tümünü göster
Bu kitap yenidoğan bebekler ayaklanıp da ortalığı birbirine katana kadar geçen süreçte anneleri rahatlatacak tavsiye ve bilgiler içerir. Hiçbiri doktor tavsiyesi yerine geçmez, zaten doktorlar da genelde böyle şeyler söylemez.
Ş. Ç.
Bu kitapta yazanlar Tuna, Mete ve Name’yle birlikte öğrendiklerimdir. Sütüm gelmeyip de kendimi çaresiz hissettiğimde, bebek sesine uyanıp da nasıl susturacağını bilemediğim gecelerde, o gecelerin uykusuz sabahlarında, doğum kilolarım dolayısıyla kendimi çok çirkin hissettiğim anlarda, bakıcı ararken, kreş bakarken, ek gıda sürecinde, hastalıklarında, hastane odalarında, çocuk büyütürken neyi, ne zaman, nasıl yapmam gerektiğini bilmediğim zamanlarda hep bana anlayışla gülümseyip “geçer” diyecek bir el hissetmek istedim sırtımda. Sen de bu kitabı, böyle anlarda ihtiyacın olacak o el olarak algıla…
Bizden bir iki nesil önceki o annelerle bizi kıyaslamaktan kendimi alamıyorum. Çoğu zaman kendi çocukluğumla modern dünya arasında sıkışıp kaldığım anlar oldu. Sonra en doğrusunun içimden ne geliyorsa, en doğru gördüğüm neyse o olacağına kanaat getirdim. Hala çocuklarla ilgili bir sorunla karşılaştığımda uzmanlar ne diyor bir ona bakıyorum, babaannem-anneannem ne diyor bir de onlara danışıyorum, sonra bir de kalbime soruyorum, sen ne dersin diye.
Öyle demeyin, annelerin kalbi konuşur. Benimki konuşuyor ve şimdi şunları söyledi: Söyle o yeni annelere, sakin olsunlar ve tadını kaçırmasınlar. Çocuk yapmanın da bakmanın da...
Bu kitap yenidoğan bebekler ayaklanıp da ortalığı birbirine katana kadar geçen süreçte anneleri rahatlatacak tavsiye ve bilgiler içerir. Hiçbiri doktor tavsiyesi yerine geçmez, zaten doktorlar da genelde böyle şeyler söylemez.
Ş. Ç.
Bu kitapta yaza... tümünü göster
Acaba beni cezalandırmak için babasryfa işbirliği yapması mümkün olabilir mi? Bana acımayabilir mi? diye düşündü. Bunları düşünürken kendini tutamayıp ağlamaya başladı. Gözyaşlarını göstermemek için hemen ayağa kalktı ve koşarcasına taraçaya çıktı. Artık düşünürken zihni zorlanıyordu. Benliğinin ikiye ayrıldığını hissedip kendi kendine, Şimdi düşünmemeliyim, düşünmemeliyim, dedi. Bir yere gitmeli. Ama nereye? Ne zaman? kiminle? Moskovaya akşam treniyle gideyim. Serge ve Annouchkayı da yanıma alırım. Yanımıza en çok gerekli şeyleri alırız. Ama önce her ikisine de mektup yazmalıyım. diye düşündü. Hemen salona girip yazı masasının önüne geçti ve kocasına yazmaya başladı.
******
Anna Karenina, Rusların kendi ülkelerini ve dönemin aristokratlarını en doğru yanlarıyla yansıtan bir romandır. Lev Tolstoyun 1876-77 yılları arasında kaleme aldığı Anna Kareninanın ana teması her şeyden önce Rus ailesidir. Bu romanda Tolstoy, dürüst bir evliliğin açık mutluluğuyla evlilik dışı bir aşkın yol açtığı düş kırıklıklarını ve düşleri karşılaştırmaktadır. Anna Karenina, dönemin üst kademedeki bir memurunun karısıdır. Onu, hovarda Vronski ile kurduğu ilişkide hazin bir son beklemektedir.
************
Tolstoyun en önemli romanı olarak kabul gören Anna Karenina kesinlikle insanı paramparça eden, yürek yakan bir hikâye. Sevgisiz evliliğinin içinde tutsak olmuş Anna, akıl almazı yapıyor ve yakışıklı Kont Vronsky uğruna sahip olduğu her şeyden vazgeçiyor. Tolstoyun seçtiği finalden de anlaşılacağı üzere, 19. yüzyıl Rusyasında böyle bir kadın davranışı asla hoş karşılanmıyor. Duygusal ve asi Anna ile yakışıklı asker Vronsky arasındaki sonu feci biten, hazin aşk hikâyesi tarihin en büyük romanlarından biri. Anna tutku yoksunu evliliğini reddedip toplumun ikiyüzlülüğüne katlanmak zorunda kalınca trajediler birbirini kovalıyor. 19. yüzyıl Rusyasının geniş ve zengin tuvali üstüne çizilen bu resimde, yedi ana karakter, aralarındaki daimi uzlaşmazlıklar, şehir hayatı ve kırsal yaşam arasındaki tezatlıklar, her türlü aşk ve ailevi mutluluk Anna Kareninanın ana eksenini belirliyor. Çarpıcı, canlı, bağlayıcı ve içeriğinin ağır yüküne rağmen son derece rahat okunabilen Anna Karenina, nesiller boyu elden düşmeyecek.Vladimir Nabokov, Tolstoyun Anna Kareninasını dünya edebiyatının en büyük aşk öykülerinden biri şeklinde nitelendirmiş. Matthew Arnold ise romanı yaşamdan bir kesit diye tanımlamış. Çarlık Rusyası döneminde geçen Anna Karenina tutkulu aşk ve felaket getiren sadakatsizlik üzerine zengin ve karmaşık bir hikâye.
******
Acaba beni cezalandırmak için babasryfa işbirliği yapması mümkün olabilir mi? Bana acımayabilir mi? diye düşündü. Bunları düşünürken kendini tutamayıp ağlamaya başladı. Gözyaşlarını göstermemek için hemen ayağa kalktı ve koşarcasına taraçaya çıktı. A... tümünü göster
Boleyn Kızı ve Kraliçenin Soytarısı romanının yazarından, Kraliçe Elizabeth döneminin ilk yıllarını ve o tehlikeli günleri anlatan, nefes kesici bir roman. İngilterenin yeni kraliçesi olmuş Elizabethi bekleyen iki büyük tehlike vardı: Fransızların, İskoçyayı istila edip İskoçya Kraliçesi Maryyi tahta geçirme tehdidi ve Elizabethin, vatan hainliğinden hüküm giyip zindanda kalmış Robert Dudleyye olan tutkulu aşkı. Ancak Dudley zaten evliydi ve kendini ona adamış karısı Amy, Roberttan asla umudunu kesmeyecekti, özellikle de görevine yeni atanmış Protestan bir kraliçe için. Sevgili kocasından ayrılıp onu özgür bırakmamakta kararlıydı ancak kocasının gözdesi olmayı da başaramıyor, kocasını sarayın zevk ve sefasından uzak tutamıyordu. Bu evliliğe karşı olan başkaları da vardı ancak onlar da farklı sebepten karşı çıkıyorlardı Elizabethe. Kraliçenin en bilge danışmanı William Cecil, Elizabethin siyasi ilişkiler adına faydalı bir adayla evlenmesi gerektiğini biliyordu; amcası Dudleyden nefret ediyordu ve Elizabethle evlenmesi için önce ölüsünü çiğnemesi gerek diye yeminler ediyordu. Âşıklar üçgeninin arkasındaysa başka nifaklar yaşanıyordu: Protestanlar, papazlar, suikastçılar, diplomatlar ve para peşindekiler. Elizabeth iflasın eşiğindeki ülkesinin başına geçer geçmez, ülkeyi bir de asla kazanılma ümidi olmayan bir savaşa sürükleyince İngiliz parasının değeri de iyice yok oluyordu.Ancak bu arada birisi gizli bir eylemin peşine düşecekti ve işte o andan itibaren Elizabeth, Dudley ve yeni yükselen imparatorluk için hiçbir şey planlandığı gibi olmayacaktı.Tarihi gerçekleri çağımızda devam eden söylentilerle birleştirip karıştıran Philippa Gregory, Tudor günlerini anlatan karanlık ve gerilim dolu bir roman ortaya çıkarıyor ve büyük kraliçe I. Elizabethi daha önce hiç kimsenin göstermediği bir şekilde resmediyor. Tutkulu, korku dolu ve duygusal ihtiyaçları bitmeyen bu kraliçeyi hiçbir şey durduramıyor.
Boleyn Kızı ve Kraliçenin Soytarısı romanının yazarından, Kraliçe Elizabeth döneminin ilk yıllarını ve o tehlikeli günleri anlatan, nefes kesici bir roman. İngilterenin yeni kraliçesi olmuş Elizabethi bekleyen iki büyük tehlike vardı: Fransızların, İ... tümünü göster