Öğrenci değişim programı içinde Fransadan gelen bir grup genç kız Kuzey Kalesine yerleşir. Başlangıçta bazı sorunlarla karşılaşan Fransız kızlar çok geçmeden okulun sihirli havasına kapılarak ortama uyum sağlarlar. Ne var ki, huzurlu başlayan yeni okul dönemi ilerleyen günlerde son derece dramatik bir noktaya gelir. İşte tam bu sırada herkesin sevgilisi, iyiliksever, güzeller güzeli Dolly her zaman ki o sihirli, uzlaştırıcı karakteriyle ortaya çıkar. Asla unutulmayacak Yaramaz Kızların bu son kitabını da bir solukta okuyacaksınız.
Öğrenci değişim programı içinde Fransadan gelen bir grup genç kız Kuzey Kalesine yerleşir. Başlangıçta bazı sorunlarla karşılaşan Fransız kızlar çok geçmeden okulun sihirli havasına kapılarak ortama uyum sağlarlar. Ne var ki, huzurlu başlayan yeni ok... tümünü göster
Titanicte Rubaiyat! Doğunun çiçeği Batının Çiçekliğinde! Ey Hayyam! Yaşadığımız şu güzel anı görebilseydim!Amin Maalouf, Afrikalı Leodan (YKY, 1993) sonra bu kez Doğuya, İrana bakıyor. Ömer Hayyamın Rubaiyatının çevresinde dönen içiçe iki öykü... 1072 yılında, Hayyamın Semerkantında başlayan ve 1912de Atlantikte bit(mey)en bir serüven... Bir elyazmasının yazılışının ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İranın tarihinin de okunuşunun öyküsü/tarihi... TADIMLIKBazen Semerkantta, ağır ve kasvetli bir günün bitiminde, kentin işsiz güçsüz takımı, baharat çarşısının yanı başındaki iki meyhane çıkmazında, Sogd ülkesinin kokulu şarabını içmek için değil, ama gelen gideni gözetlemek ya da çakırkeyif bir kaç akşamcıya saldırmak için dolanıp durur. Ele geçirilen kişi yere serilir, hakaret edilir, baştan çıkartan şarabın kızıllığını ona yüz yıllar boyu hatırlatacak olan bir cehennem ateşine sokulur.İşte Rubaiyat, 1072 yazında, böyle bir olay üzerine yazılmaya başlandı. Ömer Hayyam yirmi dört yaşındaydı ve bir süredir Semerkantta bulunuyordu. O akşam, meyhaneye mi gitmişti yoksa dolaşıp dururken rastlantılar mı onu oraya sürüklemişti? Bilinmeyen bir kenti arşınlamanın taze keyfi, biten günün binlerce biçim alışına açık gözlerle bakış... Gelincik Tarlası Sokağında bir küçük oğlan, aşırdığı elmayı göğsünde tutarak tabanları yağlıyor; çuhacılar çarşısında bir dükkânın içinde, bir kandilin kör ışığında tavla partisi sürüyor, iki zar atışından sonra bir küfür ve tıkırtılı bir gülüş duyuluyordu. İplikçiler geçidinde ise, katırcının biri çeşmenin önünde durup yüzünü yıkıyor, sonra da uyuya kalan çocuğunu öpercesine, dudaklarını uzatıp musluğa eğiliyor, susuzluğunu giderdikten sonra ıslak avuçlarını yüzünde gezdirip şükrediyor, içi boş bir karpuzu yerden alarak su ile dolduruyor ve hayvanının başından aşağıya, o da içebilsin diye boca ediyordu.Tütüncüler Meydanında, gebe bir kadın Hayyama yaklaştı. Peçesini açtığında ancak onbeş yaşında olduğu anlaşılıyordu. Tek söz etmeden, çocuksu dudaklarında tek gülümseme olmadan, Hayyamın elindeki kestanelerden bir kaçını çalıverdi. Hayyam şaşırmadı. Bu Semerkantda eski bir inanıştı. Bir anne adayı, sokakta hoşuna giden bir yabancıya rastlarsa, yiyeceğini elinden almak cesaretini gösterebilmeliydi. Böylece, doğacak çocuk, onun kadar yakışıklı, onun gibi ince uzun, onun kadar soylu ve düzgün hatlara sahip olacaktır. Ömer, uzaklaşan kadına bakarken, elinde kalan kestaneleri yemeye devam etti. O sırada duyduğu bir uğultu, hızlanmasına yol açtı. Az sonra kendini, zincirinden boşanmış bir güruhun ortasında buluverdi. Kolları ve bacakları upuzun, beyaz saçları dağılmış bir ihtiyar, yere serilmiş, çığlıkları öfke ve korkudan hıçkırığa dönüşmüştü. Gözleriyle yeni gelene yalvarmaktaydı. Zavallının çevresini, yirmi kadar titrek sakallı, sopalı adam almış, az ötede keyifli bir seyirci kitlesi birikmişti. Aralarından biri, Hayyamın kızgın yüzünü görünce: Önemli değil, bu Uzun Cabirden başkası değil dedi. Ömer sıçradı, bir utanç dalgası gelip boğazında düğümlendi, kendi kendine: Cabir, Ebu Alinin arkadaşı! diye söylendi. Ebu Ali, aslında sık rastlanan bir isimdi. Ama ister Buharada olsun, ister Cordobada, ister Belhde olsun, ister Bağdatta, adı saygı ile anılırsa, kim olduğu kolaylıkla anlaşılır. Bu, İbn-i Sinadan başkası değildir. Batıda Avicenne diye bilinen! Ömer onu tanımış değildi. Onun ölümünden onbir yıl sonra doğmuş, ama onu, kuşağının en büyük ustası, bütün bilimlerin üstadı, Mantık havarisi olarak kabul etmişti. Hayyam tekrar söylendi: Cabir, Ebu Alinin en sevdiği arkadaşı! Cabiri gerçi ilk kez görüyordu ama, talihsiz yaşamı hakkında bilgisi vardı. İbn-i Sina, Cabiri kendi halefi sayar, yalnız düşüncelerini sergilemedeki ataklılığını ve pervasızlığını eleştirirdi. Cabir, bu kusuru yüzünden günlerce hapis yatmış, meydan dayağına çekilmiş, son kamçılanması Büyük Semerkant Meydanında, ailesinin gözleri önünde gerçekleşmişti. Cabir bu hareketi asla unutmamıştı. Cesur, gözüpek bir adam iken nasıl olmuştu da böyle ihtiyara dönüşmüştü? Herhalde karısının ölümü yüzünden! Karısı öldükten sonra, yırtık pırtık giysilerle, sendeleye sendeleye, saçma sapan konuşarak dolaşmaya başlamıştı. Cabirin peşinden, gülüşüp bağrışan, ellerini çırpan, attıkları taşlarla onun, gözlerinden yaş akıtacak kadar, canını yakan bir çocuk ordusu giderdi.
Titanicte Rubaiyat! Doğunun çiçeği Batının Çiçekliğinde! Ey Hayyam! Yaşadığımız şu güzel anı görebilseydim!Amin Maalouf, Afrikalı Leodan (YKY, 1993) sonra bu kez Doğuya, İrana bakıyor. Ömer Hayyamın Rubaiyatının çevresinde dönen içiçe iki öykü... 107... tümünü göster
Yeni Yalan Zamanlarda İnci Aral, zamanla, kendisiyle, toplumla, değerlerle, sözlerin ardındaki anlamlarla, yaşamın şablonlarıyla, bizlere mutlak gerçekler gibi gösterilen görüntü gerçekleriyle ya da gösterilmeyip saklanan ve gizli gerçek diye sunulan şeylerdeki kofluklarla ironik bir dille hesaplaşıyor. Eleştirel bakışı yanında bu roman, duygu dolu yeni sevilerin ve bundan doğan çaresizliklerin de anlatıldığı bir sanat yapıtı. Aile içi şiddetin ve ensestin yansıtıldığı bölümler ise acının yürekteki el izleri gibi paralayıcı. Çarpıcı, şaşırtıcı, yeniliklerle dolu bir kitap... - Ayla Kutlu / Cumhuriyet Kitap / S. 253- Yeni Yalan Zamanlarda, düşsel ile nesnel hayatın, yalan ile gerçeğin uçlarında soluk soluğa , lirik, şiirsel bir anlatım var. Ayrıntılarda soluklanan ve bütünü elden kaçırmadan diyeceğini diyen bir yazma disipliniyle karşı karşıyayız. Hayatımızın gittikçe omurgasızlaştığı, düş gücü ve yüreklilik sıkıntısı çektiğimiz bir süreçte sert konuların üzerine yürümekten çekinmeyen bir yazarla yüzyüze gelmek romanımız adına çok sevindirici bir durum. - Leyla Şahin / Cumhuriyet Kitap / S. 253- İnci Aral, Yeni Yalan Zamanlarda; düşler, alegoriler ve kafalarındaki sorularla çırılçıplak, sanrılar içinde kalmış roman kişileri yoluyla, gerçeklikler dünyasından hayal ve düşler dünyasına yolculuğa çıkarıyor okuru. Bu kişiler, günümüz plastik hayatlarının eğik düzleminde şizofrenik kaymalar gösteren insanların bölünmüş benliklerinin simgeleridir. Bu kitabın bütün kesimlerce okunup tartışılmasınıı, iyici değerlendirilmesini isterdim...
Yeni Yalan Zamanlarda İnci Aral, zamanla, kendisiyle, toplumla, değerlerle, sözlerin ardındaki anlamlarla, yaşamın şablonlarıyla, bizlere mutlak gerçekler gibi gösterilen görüntü gerçekleriyle ya da gösterilmeyip saklanan ve gizli gerçek diye sunulan... tümünü göster