Osmancık, tarihin en uzun ömürlü, en büyük devletini kuran irade, şuur ve karakterin Tarık Buğra'nın yorumuyla romanlaştırılmasıdır. Ben, yola bir görüşü veya yorumu savunmak veya aşılamak için çıkmadım. Bunu hiçbir romanımda yapmadım. Sadece konuyu anlamaya ve anlatmaya çalıştım, diyen Tarık Buğra, Osmancık'ı da aynı anlayışla ve Osmanlı'nın sırrı nedir? sorusundan yola çıkarak yazdığını söylüyor. Bu nedenle, romanda Osmanlı Tarihi ile birtakım paralellikler veya zıdlıklar bulunsada -ki, bunlar önlenemez- karşılaşacağınız, Ey Osmancık; beğsin. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; güceniklik bize, gönül alma sana; suçlama bizde, katlanma sende; bundan böyle, yanılgı bize, hoşgörmek sana; aciz bize, yardım sana; geçimsizlikler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adalet sana; kötü göz bize, şom ağız bize, haksız yorum bize, bağışlama sana. Ey Osmancık bundan böyle, bölmek bize, bütünlemek sana; üşengenlik bize, gayret sana; uyuşukluk bize, rahat bize, uyarmak şevklendirmek, gayretlendirmek sana gibi sözler, aslında, hiç bir tarih kitabında bulamayacağınız, yalnızca romancı Tarık Buğra'nın Kayı Boyu'ndan Osmanlı İmparatorluğu'na götüren karakteri ve anlayışı ortaya çıkarmak için Edebalı'ya söylettiği nasihatlerdır.
Osmancık, tarihin en uzun ömürlü, en büyük devletini kuran irade, şuur ve karakterin Tarık Buğra'nın yorumuyla romanlaştırılmasıdır. Ben, yola bir görüşü veya yorumu savunmak veya aşılamak için çıkmadım. Bunu hiçbir romanımda yapmadım. Sadece ko... tümünü göster
1930'lu yıllarda öyküye taze bir soluk getiren Sabahattin Ali, hikâyelerinde insanın zavallılığını ve gücünü sarsılmaz bir üslupla, masalsı ve destansı biçimde yansıtmayı başardı. Şiir, hikâye ve roman yazan, çeviriler yapan Ali, tüm eserlerinde insan ruhuna ayna tuttu ve gerçeğe bu aynadan baktı. Türk edebiyatının büyük yazarından, içinde sinemaya da aktarılan Hasanboğuldu'nun olduğu 13 düşünen öykü...
1930'lu yıllarda öyküye taze bir soluk getiren Sabahattin Ali, hikâyelerinde insanın zavallılığını ve gücünü sarsılmaz bir üslupla, masalsı ve destansı biçimde yansıtmayı başardı. Şiir, hikâye ve roman yazan, çeviriler yapan Ali, tüm eserlerinde... tümünü göster
Sabahattin Alinin, kızı Filiz ve eşi Aliye Ali tarafından uzun yıllar titizlikle korunan sandığındaki evraklar arasından Nüket Esen, Zeynep Uysal, Engin Kılıç ve Olcay Akyıldızın derlediği hikâye, şiir ve makaleleri ilk kez günışığına çıkıyor. Kitapta yer alan hikâye ve şiirler, hikâye, roman ve şiirlerinde tanımlamakta güçlük çektiğimiz kimi duyguları ustalıkla anlatan, insanın zavallılığı ve gücünü aynı sarsılmaz üslup ve gerçekçi bir yaklaşımla aktaran Sabahattin Alinin bu ustalığa ulaşırken geçirdiği aşamaları örneklemesi; makaleleri ise Sabahattin Alinin siyasal görüş ve mücadelesini yansıtması bakımından son derece önemli belgeler niteliğinde. Kitapta, Çakıcının İlk Kurşunu adlı uzun hikâyenin yanı sıra üç hikâye (O Arkadaşım, Bir Hakitatin Hikâyesi, Barsak); onbir şiir ( İsimsiz, Bir Serenadın Sonu, Kurbağaname, Kurbağaya Mersiye, İsimsiz, Oyuncak, Merhuma Mersiye, Simyager, Sokakta Kalan Adam, İsimsiz); Kağnı adlı hikâyenin opera metni; yazmayı planladığı hikâye ve romanların listesi; sekiz makale (Kadınlar Üzerine Bir Konferans, Türkiye Hapishaneleri, Emperyalistin tarifi, Bu Memleketi Kurtarmak İçin, Milliyetçinin Tarifi, Hürriyet Meselesi, Asıl Büyük Tehlike Bugünkü Ehliyetsiz İktidarın Devamıdır)... ve Sabahattin Alinin kaleminden sekiz desen ile şiirlerin, kendi elyazısıyla eski Türkçe orijinalleri yer alıyor. TADIMLIKÖnsözSabahattin Ali, Türk edebiyatının önemli isimlerinden biridir. Önce şiirleriyle ortaya çıkar, sonra ise hikâye ve romanlarıyla tanınır. Eserlerinin listesi ilk yayımlanış tarihleriyle önsözün sonunda verilmiştir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında verdiği bu eserlerle edebiyat tarihimizde kendine saygın bir yer edinen Sabahattin Ali, en çok hikâyeleri ile sevilmiştir. Hikâyeciliğimizde toplumcu gerçekçi tarzda yazdığı öyküleri ile bir mihenk taşı sayılır. Gördüklerini gayet sade bir dille, kısa ve açık ifadelerle anlatarak çarpıcı olmayı başarabilen bir hikâyecidir. Hikâyelerinde karakterlerinin kişisel yaşantılarını, onları oluşturan toplumsal koşullar içinde verir. Bireysel ile toplumsalı son derece başarılı bir biçimde birbirinin içinden geçirerek damıtır ve etkileyici bir şekilde hikâye eder. Sabahattin Ali, hikâyelerinin çoğunda dünyayı ikiye ayırır: ezenler ve ezilenler. Bu karşıtlık eserlerinde, zenginler-fakirler, aydınlar-halk, saldırgan erkekler-düşmüş kadınlar, jandarmalar-köylüler, doktorlar-hastalar gibi kılıklara bürünür. Her zaman ezilenlerden yana olan Sabahattin Ali, birçok hikâyesini keskin ve sarsıcı bir biçimde bitirir. Sabahattin Ali, edebiyatçılığının yanı sıra politik görüşleriyle de dikkat çekmiş bir yazardır. Siyaset ile edebiyatın birbirinden pek ayrılmadığı 1930ların ve 1940ların Türkiyesinde solcu bir yazar olarak tanınmış, bu çizgide eserler vermiş ve bu eğiliminden dolayı devamlı mücadele içinde yaşamıştır. 1948de, genç yaşında, esrarengiz bir biçimde öldürülmesiyle Türkiyede edebiyat-siyaset ilişkisinin sorgulandığı bir kişi haline gelmiştir.Türk edebiyatının en önde gelen hikâyecilerinden biri olan ve yaşadıkları ile bir dönem Türkiyesinin sosyo-politik yapısını gözler önüne seren Sabahattin Ali, benim her zaman ilgi duyduğum bir yazardı. Kızı Filiz Ali 1997 yılında babasından kalan, içi evrak dolu bir sandığı bana gösterdiği zaman çok heyecanlandım. Bu sandık ve içindeki kâğıtlar senelerdir Filiz Ali ve annesi Aliye Ali tarafından saklanmaktaydı. Bu evraklardan bazıları çeşitli vesilelerle çıkarılıp -Filiz Ali ve Atilla Özkırımlının hazırladığı Sabahattin Ali başlıklı kitapta olduğu gibi- yayımlanmıştı. Çoğu Arap alfabesiyle kaleme alınmış olan bu yazılardan seçkileri eski yazı bildiği için Aliye Ali yapmıştı. Fakat evrakın tümü elden geçirilmemiş ve içinde neler olduğu saptanmamıştı. Filiz Ali bu işi benim yapmamı istedi. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden Zeynep Uysal, Engin Kılıç, Olcay Akyıldızla bir ekip oluşturduk ve sandığın içindekiler üzerinde çalışmaya başladık. Eldeki malzemenin çoğu Arap alfabesiyle kaleme alınmıştı. 1928deki harf devriminden sonra dahi insanlar ilk öğrendikleri harflerle yazmayı yeğlediklerinden, 1930 veya 1940larda yazılmış olan birçok metin eski harflerle yazılmıştı. Mesela Sabahattin Alinin hikâyelerinin kendi el yazısıyla ve yeşil mürekkepli dolmakalem ile yazdığı orijinallerinin çoğu eski yazıydı. Aynı şekilde Sabahattin Aliye yazılmış mektupların hemen hepsi gene eski yazıyla yazılmışlardı. Bu yüzden bunları okuma sorunu ön plana çıkıyordu. En erken yazılanların 1920lerde yazıldığı göz önüne alınırsa 1990larda ele alınan bu evrak 70 senedir bir sandıkta kapalı kalmış, solmuş, sayfaların kat yerleri yıpranmış, bazıları nem aldığı için lekelenmiş kâğıtlardı.Bundan dolayı yazıları okuma faslımız üç yıl sürdü. Bu süreçte birlikte çalıştığımız ekibin dışında Prof. Dr. Günay Kut ve Yard. Doç. Dr. Zeynep Sabuncu bize çok yardımcı oldular. Kendilerine burada bir kere daha teşekkür etmek isterim. Ayrıca, Kutlukhan Eren ve öğrencilerim Şenel Gerçek ile Onca Tapınça da yazıları okuma konusundaki yardımları için teşekkür ederim. Ortaya çıkan malzeme çok çeşitliydi. Bu malzemeyi üç grup altında toplamaya ve yayımlamaya karar verdik. Birinci grup, bu kitapta ele alınan Sabahattin Alinin yayımlanmamış eserlerinden oluşuyordu. İkinci grup Sabahattin Alinin hayatı boyunca karşı karşıya kaldığı hukuki sorunlarını yansıtan çeşitli mahkemelerinin tutanakları, savunmaları, mahkeme kararlarından oluşuyordu. Üçüncü grup ise, Sabahattin Aliye yazılmış çok sayıda mektupla onun birkaç kişiye yazdığı ve belli ki o kişilerden geri alıp sakladığı veya kendisi için bir kopyasını çıkardığı mektuplardan oluşuyordu. Sabahattin Alinin tüm eserlerini yayımlayan Yapı Kredi Yayınları bu malzemeyi üç kitap halinde yayımlamaya talip oldu. * * *Sabahattin Alinin bu kitaba aldığımız yayımlanmamış eserleri arasında ikisi tam, biri bitmemiş üç kısa hikâye, bir uzun hikâye, on bir şiir, bir hikâyesinin opera formunda yeniden yazımı, ileride yazmayı planladığı hikâye ve romanlarına dair kısa notlar ve bazıları 1940larda gazetelerde yayımlanmış sosyo-politik makaleleri yer alıyor. Yayımlanmamış hikâyelerinden biri, O Arkadaşım, hem sandıktan çıkanlar arasında kendi el yazısıyla var, hem de 15 Mayıs 1928de Irmak dergisinde yayımlanmış. Ama sonra Sabahattin Ali hikâyelerini bir kitapta toplarken bu hikâyeyi aralarına katmamış. Büyük bir bölümü mektup tarzında olan bu hikâye herhalde oldukça zayıf olduğundan sonradan da hiçbir hikâye kitabına alınmamış. Barsak adlı tamamlanmamış hikâye ise, tam Sabahattin Ali üslubunda bir hikâye. Anadoluda yapılan bir otobüs yolculuğu ile başlayan hikâyede nefis bir çevre tasviri ile beraber otobüsün içindekilerin birbirleriyle başlayan ilişkilerinin küçük ayrıntılarla çizimi var. Bozulan otobüsten inen şöför, muavin ve değişik tiplerdeki yolcuların birbirleriyle yaptıkları konuşmalar çok canlı ve gerçekçi. Aralarında oluşmaya başlayan bir gerilimle devam eden hikâye fazla ilerlemeden kesiliyor. Bir Hakikatin Hikâyesi başlıklı hikâyenin anlatıcısı bir öğretmen ve öğrencilerinden bir kıza hissettiği aşkı anlatıyor. Sabahattin Alinin Aydın ortaokulunda öğretmen olduğu 1931 yılında yazılmış bu hikâye. Adının bir hakikatin hikâyesi olması ve Sabahattin Alinin bu hikâyeyi hiçbir yerde yayımlamamış olması dikkat çekiyor. Yazarın özel hayatından bir parçanın hikâyeleştirilmesi olabileceğini akla getiriyor. Çakıcının İlk Kurşunu adlı uzun hikâye, Türk edebiyatında hakkında çok yazılmış ve efsaneleşmiş bir kişinin hikâyesi. 1872 - 1911 yılları arasında Aydında yaşamış olan ünlü bir eşkıyanın, Çakırcalı Mehmet Efe veya Çakıcı Efe denen eşkıyanın hikâyesi. Edebiyatımızda bu konuda yazılmış birçok hikâye ve roman var.* Sabahattin Ali bu hikâyeyi kendi üslubu ve politik görüşüne uygun olarak yeniden yazmış. Abdülhamit döneminde geçen hikâyede Çakıcının ilk kurşununu atıp dağa çıkmasını, Abdülhamite karşı Anadolu halkının isyanının başlangıcı olarak sunuyor Sabahattin Ali. Zeybekler anlatılırken onların halis Türk ırkı olduğu belirtiliyor. Zeybeklere ve Çakıcıya karşı Abdülhamitin yolladığı güçler Arnavutlardan ve Çerkeslerden oluşuyor. Tüm bu düşman güçlerini Çakıcı ve çetesi yeniyor. Hikâyenin sonunda Çakıcıyı ancak gene bir Zeybek vurabiliyor ama aslında başkasını vurmak isterken yanlışlıkla Çakıcıyı vuruyor. Yani Çakıcı sonunda ölüyor ama yenilmiyor. Hikâye sömürenler ve sömürülenler üzerine kurulu. Abdülhamit döneminde düzenin bozukluğu, ekonomik eşitlik olmaması, çok zengin ve çok fakirlerden oluşan bir düzende mütegallibelerin (zorbaların) zulümleri anlatılıyor. Padişah tahtta kaldığı sürece hürriyet olamayacağı ifade edilerek meşrutiyet eleştiriliyor. Bu arada İttihat ve Terakkinin de Çakıcıya düşman olduğu belirtiliyor. Çakıcı Efenin hikâyesi kurulu bozuk düzene karşı çıkan bir halk kahramanının hikâyesi olarak anlatılıyor. Sabahattin Alinin yayımlanmamış eserleri arasında kendi el yazısıyla, çoğu hece vezniyle ve halk şiiri tarzında yazdığı on bir tane de şiiri var. 1928 tarihli bir şiirini yedi meşaleciler gibi diye sunuyor. Ünlü kurbağalı şiir tarzında yazdığı biri küçük, dört kurbağalı şiiri daha var. Sokakta Kalan Adam ise, çok değişik tarzda bir şiir denemesi. Başlığı olmayan şiirlerden bir tanesi, belli ki 1932de Konyada hapisteyken yazdığı bir şiir. Bu şiirlerinin bir kısmının yanına resimler de çizmiş. Bu eserlerin ardından bir opera metni geliyor. Sabahattin Ali Kağnı adlı hikâyesini opera metni olarak da kaleme almış. Üç perdelik bu opera metninde sahnedeki görsellik ön planda; müzik ve aryalar ile ilgili bir bilgi yok. Sabahattin Ali, 1938 ile 1945 arasında Devlet Konservatuvarında öğretmen ve dramaturg olarak çalışmış. Bu sırada Alman tiyatro ve opera yönetmeni Carl Ebertin tercümanlığını yapmış. Tiyatro ve opera ile ilgilendiği bu süre zarfında kendi eserlerini de sahne düzeni içinde yeniden düşünmek istemiş olabilir. Sabahattin Ali kendi için tuttuğu kısa notlarda yazmayı planladığı hikâye ve romanların bir listesini yapmış. Önce hikâye veya romanların isimlerini koymuş ve ardından da bunların yazılması için okunmasını gerekli bulduğu eserleri not etmiş. Listede tarih yok ama yazılacakların bazılarını Almanyada, bazılarını Türkiyede yazmanın uygun olacağını belirttiğine göre bu listeyi Almanyaya gitmeden hemen önce -Almanyaya gidişi belli olduktan sonra- 1928de yapmış olma olasılığı yüksek. Sabahattin Alinin evrakı arasında, 1932 yılında Konya Halkevinde verdiği kadınlar hakkında bir konferans metni de var. Başlığı olmayan bu konuşmada ülkede kadın erkek eşitliği için gerekli olan zihniyet değişikliklerini tartışıyor ve kadınların eğitiminin önemi üzerinde duruyor. 1933te yazdığı Türkiye Hapishaneleri başlıklı yazıda ise, Türkiyedeki suçlu insan profilini çıkarıyor. Türkiye hapishanelerindeki mahkûmların gerçek mücrim olmadıklarını, cehalet ile zihniyet ve telakki farkları yüzünden kanuna aykırı davrandıklarını belirtiyor. Gazetelerde çıkmış altı makalesinden dört tanesi Ocak - Mart 1944 tarihlerinde Tan gazetesinde yayımlanmış yazılar. Bu yazılarında Sabahattin Ali zaman zaman Falih Rıfkı Atayın Ulusta yazdığı yazıları eleştiriyor. Daha sonra, 1947 yılında, Falih Rıfkı ile mahkemelik oluyorlar. Bu yazılar A. Metin imzasıyla çıkmış. Diğer iki makalesi Sabahattin Ali imzasıyla yayımlanmış. Bunlardan biri Ocak 1948de Yirminci Asırda, diğeri Şubat 1948de Zincirli Hürriyette çıkmış. Bu makalelerde hürriyet kavramı tartışılıyor, devletin nüfus artışı önerisi eleştiriliyor, emperyalizmin tanımı yapılıyor, milliyetçiliğin ne olduğu anlatılıyor. Asıl Büyük Tehlike Bugünkü Ehliyetsiz İktidarın Devamıdır başlıklı son makalede, Amerikadan yardım alabilmek için ülkede kızıl tehlike varmış gibi göstermeye çalışan iktidarın eleştirisi yapılıyor. Bu makale Sabahattin Alinin öldürülmeden önce yazdığı son yazılardan olmalı. Bu yazıda oldukça sert bir hükümet eleştirisi dikkat çekiyor. Sabahattin Ali bu makalelerin çoğunu zamanında gazetelerde yayımlamış. Gerek bunlar, gerekse yayımlamadığı iki makalesi Sabahattin Alinin toplumsal ve siyasal görüşlerini aksettirdikleri için bugün hâlâ önemli. Sabahattin Alinin bu kitapta yayımlanan bilinmeyen hikâye ve şiirlerinin bazıları biraz savruk, belli ki üzerinde pek çalışılmamış. Bu bakımdan kendisinin yayımlamadığı ya da kitaplarına almadığı çalışmaları bugün gün yüzüne çıkarmanın yazara haksızlık olduğu düşünülebilir. Ama Sabahattin Ali gibi önemli bir yazarın kaleminden çıkan her şeyin ortaya çıkmasının, külliyatının tümünün görülebilmesi açısından gerekli olduğunu düşünüyorum. Nüket EsenEkim, 2000
Sabahattin Alinin, kızı Filiz ve eşi Aliye Ali tarafından uzun yıllar titizlikle korunan sandığındaki evraklar arasından Nüket Esen, Zeynep Uysal, Engin Kılıç ve Olcay Akyıldızın derlediği hikâye, şiir ve makaleleri ilk kez günışığına çıkıyor. Kitapt... tümünü göster
Bütün Öyküleri 2: Gözüm sekiz arşın kalınlığındaki taş duvarları aşıyor, güverte kenarında eteklerini uçurarak vincin işlemesini seyreden kızları, merdivenden kocaman yatak denkleri indirmeye çalışan hamalları görüyordu. Yerimden fırlamak, gardiyanları, jandarmaları şöyle elimin tersiyle iterek çıkıp yürümek, bir sandala atlayıp gemiye varmak ve kaptana: Çek! demek istiyordum. Gözümde tüten ne şehirler, ne de kırlar ve ormanlardı. Açık denizleri, etrafında duvar olmayan uçsuz bucaksız yerleri arıyordum. Ama ruhumuz böyle gökyüzlerinde uçup dururken birdenbire yere inip insan küçüklüğü ile karşılaşmak ne tuhafa oluyor. - (Katil Osmandan) -- Bu ikinci ciltte, Sabahattin Alinin 1940lı yıllarda yayımlanan Yeni Dünya ve Sırça Köşk adlı öykü kitaplarıyla, tek oyunu Esirler bir araya geliyor. Sabahattin Ali, ışığını ve izini günümüze de düşürüyor. TADIMLIKKahve ocağına giden kapının yanında, üst kısmı küçük bir halı ve etekleri eski bir kilimle örtülü, kürsü kılıklı bir kerevet vardı. Üç kişiden ibaret saz heyeti, yerli hasır iskemlelerin üzerine, göze batan bir ciddilikle oturmuşlardı. İçlerinden biri inmek isteyince, bir metreye yakın bir yerden atlamaya mecburdu. Hanende Melek böyle zamanlarda küçük garson Hamdiyi çağırarak yardımını ister, bir eliyle onun omuzuna dayanıp ötekiyle eteğini tutarak ince bacaklarını aşağı uzatırdı. Bu anlar o civarda oturmuş hovarda müşteriler için mühim fırsatlardı. Baygın, fakat istek dolu gözler derhal o tarafa çevrilir, tatlı bir şey yenmiş gibi posbıyıklar alt dudakla yalanırdı. Sigara dumanlarıyla nefes buğularından kahvenin pencereleri o kadar sislenmişti ki, dışarda şarıl şarıl yağan yağmurun ancak sesi işitiliyor, camlardan süzülen damlalar içerden görünmüyordu. Ortada dolaşan iki garson, tıka basa dolu olan salonda kendilerine güçlükle yol açabiliyorlardı. Çamurlu ayakkabıların tebahhurundan hasıl olan ağır bir koku, yarısından çoğu sarhoş olan müşterileri büsbütün sersemletiyor, zaman zaman sazı bastıracak kadar yükselen bir gürültü, sık sık açılıp kapanan kapıdan sokağa vuruyordu....
Bütün Öyküleri 2: Gözüm sekiz arşın kalınlığındaki taş duvarları aşıyor, güverte kenarında eteklerini uçurarak vincin işlemesini seyreden kızları, merdivenden kocaman yatak denkleri indirmeye çalışan hamalları görüyordu. Yerimden fırlamak, gardiyanla... tümünü göster
İşte adaşım, sana seven bir Çingenenin hikayesi. Çiçeklerin açtığı mevsimde, senin kollarına yaslanan ve çiçekler kadar güzel kokan bir vücutla uzak su kenarlarında oturmak ve öpüşmek, yoruluncaya kadar öpüşmek hoş şeydir... Seni gördüğü zaman zalimce başını çeviren mağrur bir dilberin kapısı önünde ve ay ışığı altında sabaha kadar dolaşmak, bunu candan arkadaşlara ağlayarak anlatmak, -söz aramızda- gene hoş şeydir. Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir. - (Değirmenden) -- Kimi yazarların yapıtları size göz kırpar, kendine doğru çeker hep. Sabahattin Ali işte bu yazarlardandır. YKY bu daima genç ustanın portresini tamamlama yolunda ilk adımı atıyor. TADIMLIKAkdenizin yalı şehirlerinden birinde öyle bir genç vardı ki, kendisine rast geldikleri zaman, mahcubiyetle başlarını eğen kadınlar, onu çok kere rüyalarında görürlerdi. Ve zerdeva tüyleri gibi yumuşak olan kumral bıyıkları genç kızların minimini kalplerini gıcıklamaktan geri kalmazdı. Fakat bu gencin, dalgalı saçlarından, lacivert gözlerinden ve bir şark kamçısı gibi kıvrılan vücudundan daha kıymetli bir şeyi vardı: Güzel nişanlısı- Bir zamanlar bütün şehir delikanlılarının hayalini dolduran bu genç kızın, daima düşünüyormuş gibi gergin duran alnı artık bir kardeş busesi için en münasip yerdi. Çünkü o delikanlılar biliyorlardı ki, doğunun donuk pembeliğini taşıyan dudaklar başkasına nasip olmuştur. Ve menevişlerindeki manayı kimsenin okuyamadığı kahverengi gözler yalnız bir kişinin önünde kıvılcımlanacaktır. Bu kız aynı zamanda şehrin en iyi viyolonsel çalanıydı. Oturduğu iskemlede bir ayağını geri uzatıp dolgun göğsünü çalgısına dayadığı zaman, öyle sesler çıkarırdı ki, memleketin ihtiyar ve üstat musikişinasları bile başlarını arkaya çevirerek gözlerini kurulamaya mecbur olurlardı. Genç kız, nişanlısıyla beraber olmadığı zamanlar yalnız viyolonseliyle konuşurdu; ve ona, nişanlısından dinlemek istediği şeyleri söyletirdi. Lakin gafil genç bunu bilmiyor, onun, çalgısını kendisi kadar çok sevmesini kıskanıyordu. Ve bir gün: Ey sevgilim dedi, ey narin vücudunun, ipek saçlarının, donuk pembe dudaklarının değil, bütün ihtiras ve iptilalarının da bana ait olmasını istediğim sevgilim, artık viyolonseli bırak, yalnız beni dinle, yalnız benim kalbimin tellerinde nağmeler bulmaya çalış.
İşte adaşım, sana seven bir Çingenenin hikayesi. Çiçeklerin açtığı mevsimde, senin kollarına yaslanan ve çiçekler kadar güzel kokan bir vücutla uzak su kenarlarında oturmak ve öpüşmek, yoruluncaya kadar öpüşmek hoş şeydir... Seni gördüğü zaman zalimc... tümünü göster
Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf'un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu.
Kuyucaklı Yusuf Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. Hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hiyakesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.
Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebe... tümünü göster
haybat20 şu anda kitap okumuyor.