kafaustuedebiyat.tumblr.com

Profil Resmi
0 takip ettiği ve 1 takip edeni var. 1 değerlendirme yapmış.

Son Aktiviteler

Profil Resmi
kafaustuedebiyat.tumblr.com bir değerlendirme yaptı.
İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 11 yıl, 7 ay
Dost / Yaşamasız

Modern Türk öykücülüğünde altın kuşak olarak tanımlanabilecek 1950 kuşağının önde gelen isimlerinden birisidir Vüsat O. Bener. 1950de New York Herald Tribune gazetesi ile Yeni İstanbul gazetesinin ortaklaşa düzenledikleri öykü yarışmasında Dost adlı öyküsüyle adını duyurdu. Yarım yüzyılda ortaya koyduğu az sayıdaki öykü, roman ve oyunlarla edebiyatımızda etkili ve saygın bir yer edindi. Şimdi bütün yapıtlarıyla YKYde...Bener, konuşma dilini tüm doğallığıyla, ona yoğunluk kazandırarak kullanır. Behçet Necatigil, onun için Gerçekleri aydınlıktan uzaklaştırıp soyutlamalara götürme çabaları ve anlatışındaki yeniliklerle çağdaşı hikâyecilerden ayrı bir yol tuttu der.Elinizdeki toplam, ilk kitapları Dost ve Yaşamasızla birlikte, yazarın 1986ya kadar yazdığı öyküleri kapsıyor. Buradaki öykülerden Dost Fransızcaya, Batak Almancaya, İlki İngilizceye çevrilmişti. TADIMLIKAvuntuGün ılıdı. Yapağı kokulu yeni bir gün. Boz bir gün. Herhangi bir gün. Günlerden biri. Isınır birazdan. Soğumayı özlerim. Soğuyup dağılmayı.Suskunluğun gücünü düşünüyordum, salyalarımın ıslattığı yastık üzerinde. Kızarık dualar mırıldanıyordu ihtiyar kadın, uykusuz. Uzamış gölgesi iki kat. Kınalı titreşimler ak saçlarında. Ağlıyordu. Ağlama, dedim, hafiflersin. O, hafifler. Yenilen alaycı görmüyor. Parmaklarını kıpırdatmadan yıkabilir. Ağlamayı kesersen, onu sana gösteririm. Ölüsünü. Ölüsünü gösteririm sana, dedim.Ölünceye dek zayıftı. Ciğerlerinin bütün gücüyle yaşamaya çabaladı. Öldükten sonra yenilgiyi attı üstünden. Gururunun olanca büyüklüğüyle. Bana öyle geldi. Büyüdü. Sonsuzluğun dayanıklılığı durur.Mavinin durulduğunu, durulup dibe çöktüğünü duyuyorum. Gökten. Bugün gömülecek. Çürür sonra, dökülür bir bir. Çimli bir toprak gibi kafasına tutunan saçlarını çekip alabileceksin. Saçlarının çürük yeşil olduğunu sanıyorum. Unutmadım rengini. O renk bana yalancı geldi. Çürük yeşil saçları. Islak. İnadını salıvermiş. Kirpikleri de. Oynak yerleri, uylukları dağılacak dokunu dokunuverince. Kavruk göz kapakları gevşer. İnanan. Gene de kaskatı, kozasında. Direnirken acındırıyordu. Pisti. İğrençti.Gerçek ölümün benimki olduğunu iyi biliyorum. İnandıramam. Hiç kimseyi. Hiç kimse, hiç kimseyi inandıramaz. O, inandırdı yokluğuna. Tam yokluğuna. Tam yokluğa inanıyorum. İnandırmanın korkunç erdemine erdi. Farkında olmadan.Dağlarda, mağaralarda otlar üredi. Uyuşuk gerinmeler başladı. Kekik güneşten yeşilini emiyor. Kekik kokuları yayılır havaya. Tomurcuklar büklümlenir iç içe. Doğum, doğumun dokunan sıvaşık elleri: Kamaşmalıdır ölümden yana. Ölüme doğru gerilme var her şeyde.Doyamadan gitti dünyasına... Dolu, tok girintisiz. Öyle diyor, anası. Yavrum, doyamadan diyor, kadın. Kafamı yastığın altına gömüyorum.Açılan bir delikten kanımın ığıl ığıl boşaldığını duydum. Bulanıktı. Yavaşça kararıyordu ortalık. Işık sızmamalı. Isırılmış elmaların diş yerlerine sinen koku. Kırpınan zar kanatlar. Genişleyip daralan gözdelikleri. Yağmurun kabarttığı izli bir tarlada, insanlar vardı, başları önünde tırtıl boğumlarıyla yol alan. Hiçbirinin başı önünde değildi. Bana öyle geliyordu. Kurtulmayı özlüyorlardı. Bitse bu iş. Unutulsa.Koyuluklar geldi gözümün önüne. Pıhtı rengi. Kan oturmuş mor. Vuruk moru. Bir yakarak eflatun çakılıyordu bazı. Boğazlanan birinin kıhıltısı. Sonra ağırlık, durmadan ağırlaşan ağırlık. Ezilmediğim. Daha, daha da ağır... İri dişliler. Zorlanıp zorlanıp dönemeyen. Birbirine geçmiş, zorlanıp zorlanıp...İhtiyar kırık dualar mırıldanıyordu. Uzaklarda bir tekerlek gıcırtısı. Solugan ciğerlerin sürüklediği. Köpek hüznüyle dolaşan yumuk ayaklar sezinledim. Bunlar kimsenin değil.Ağlamayı kesersen, dedim. Duydu. Duyduğunu omuzlarından anladım. Bükkün. Hıçkırmalı mıyım şimdi? Dövünmeli mi? Gösterecek misin? Görecek. Bütün tiksintisiyle yüzüne kapanacak. Ölümü sevmez. Ölümü sevmediği için ölümsüzlüğün farkında değil. Benim seni öldürmüş olmama üzülebilir misin? Yalvarmazsın artık. Küçücük kuşkular içini kemirmez. Ama herkes öyle diyor. Anan öyle diyor. Gülmeli miyim şimdi? Bağıra bağıra. Yenilen alaycı, bilmeliydi nasıl yenildiğimi. İsteyebilir miydim korkunç gücüyle karşıma dikilmesini?O, buna layık değildi. Sadece yaşamak. Yaşamadan kavlak derisini geride bırakıp, pırıldayarak süzülen bir yılan gibi sıyrılmak, dedim.Köklerine su yürümüş gövde, onun adına heybetli, gür.Soğumayı özlerim. Bir ölünün gözlerindeki sonsuz hayranlığı kim sevebilir? Sonsuz delip geçmeyi.Ölümü pelte gövdemle kucaklıyorum. Katı katı. Donmuş bir ışık gibiydi. Parça parça kırılabilir. Dudaklarında soğuk değişmezlik. Yattığı yerde tek.Lanetli gök! Erimelerin küçüklüğü, bulaşıklığı. Canlı çığrışanlar. Düdük sesleri, rayları esneterek gözlerimin içinden geçen tren...Ürpermeyen yanağını olanca sevgimle öptüm.

Modern Türk öykücülüğünde altın kuşak olarak tanımlanabilecek 1950 kuşağının önde gelen isimlerinden birisidir Vüsat O. Bener. 1950de New York Herald Tribune gazetesi ile Yeni İstanbul gazetesinin ortaklaşa düzenledikleri öykü yarışmasında Dost adlı ... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 11 yıl, 8 ay
Profil Resmi
kafaustuedebiyat.tumblr.com okumuş bitirmiş.
Dost / Yaşamasız

Modern Türk öykücülüğünde altın kuşak olarak tanımlanabilecek 1950 kuşağının önde gelen isimlerinden birisidir Vüsat O. Bener. 1950de New York Herald Tribune gazetesi ile Yeni İstanbul gazetesinin ortaklaşa düzenledikleri öykü yarışmasında Dost adlı öyküsüyle adını duyurdu. Yarım yüzyılda ortaya koyduğu az sayıdaki öykü, roman ve oyunlarla edebiyatımızda etkili ve saygın bir yer edindi. Şimdi bütün yapıtlarıyla YKYde...Bener, konuşma dilini tüm doğallığıyla, ona yoğunluk kazandırarak kullanır. Behçet Necatigil, onun için Gerçekleri aydınlıktan uzaklaştırıp soyutlamalara götürme çabaları ve anlatışındaki yeniliklerle çağdaşı hikâyecilerden ayrı bir yol tuttu der.Elinizdeki toplam, ilk kitapları Dost ve Yaşamasızla birlikte, yazarın 1986ya kadar yazdığı öyküleri kapsıyor. Buradaki öykülerden Dost Fransızcaya, Batak Almancaya, İlki İngilizceye çevrilmişti. TADIMLIKAvuntuGün ılıdı. Yapağı kokulu yeni bir gün. Boz bir gün. Herhangi bir gün. Günlerden biri. Isınır birazdan. Soğumayı özlerim. Soğuyup dağılmayı.Suskunluğun gücünü düşünüyordum, salyalarımın ıslattığı yastık üzerinde. Kızarık dualar mırıldanıyordu ihtiyar kadın, uykusuz. Uzamış gölgesi iki kat. Kınalı titreşimler ak saçlarında. Ağlıyordu. Ağlama, dedim, hafiflersin. O, hafifler. Yenilen alaycı görmüyor. Parmaklarını kıpırdatmadan yıkabilir. Ağlamayı kesersen, onu sana gösteririm. Ölüsünü. Ölüsünü gösteririm sana, dedim.Ölünceye dek zayıftı. Ciğerlerinin bütün gücüyle yaşamaya çabaladı. Öldükten sonra yenilgiyi attı üstünden. Gururunun olanca büyüklüğüyle. Bana öyle geldi. Büyüdü. Sonsuzluğun dayanıklılığı durur.Mavinin durulduğunu, durulup dibe çöktüğünü duyuyorum. Gökten. Bugün gömülecek. Çürür sonra, dökülür bir bir. Çimli bir toprak gibi kafasına tutunan saçlarını çekip alabileceksin. Saçlarının çürük yeşil olduğunu sanıyorum. Unutmadım rengini. O renk bana yalancı geldi. Çürük yeşil saçları. Islak. İnadını salıvermiş. Kirpikleri de. Oynak yerleri, uylukları dağılacak dokunu dokunuverince. Kavruk göz kapakları gevşer. İnanan. Gene de kaskatı, kozasında. Direnirken acındırıyordu. Pisti. İğrençti.Gerçek ölümün benimki olduğunu iyi biliyorum. İnandıramam. Hiç kimseyi. Hiç kimse, hiç kimseyi inandıramaz. O, inandırdı yokluğuna. Tam yokluğuna. Tam yokluğa inanıyorum. İnandırmanın korkunç erdemine erdi. Farkında olmadan.Dağlarda, mağaralarda otlar üredi. Uyuşuk gerinmeler başladı. Kekik güneşten yeşilini emiyor. Kekik kokuları yayılır havaya. Tomurcuklar büklümlenir iç içe. Doğum, doğumun dokunan sıvaşık elleri: Kamaşmalıdır ölümden yana. Ölüme doğru gerilme var her şeyde.Doyamadan gitti dünyasına... Dolu, tok girintisiz. Öyle diyor, anası. Yavrum, doyamadan diyor, kadın. Kafamı yastığın altına gömüyorum.Açılan bir delikten kanımın ığıl ığıl boşaldığını duydum. Bulanıktı. Yavaşça kararıyordu ortalık. Işık sızmamalı. Isırılmış elmaların diş yerlerine sinen koku. Kırpınan zar kanatlar. Genişleyip daralan gözdelikleri. Yağmurun kabarttığı izli bir tarlada, insanlar vardı, başları önünde tırtıl boğumlarıyla yol alan. Hiçbirinin başı önünde değildi. Bana öyle geliyordu. Kurtulmayı özlüyorlardı. Bitse bu iş. Unutulsa.Koyuluklar geldi gözümün önüne. Pıhtı rengi. Kan oturmuş mor. Vuruk moru. Bir yakarak eflatun çakılıyordu bazı. Boğazlanan birinin kıhıltısı. Sonra ağırlık, durmadan ağırlaşan ağırlık. Ezilmediğim. Daha, daha da ağır... İri dişliler. Zorlanıp zorlanıp dönemeyen. Birbirine geçmiş, zorlanıp zorlanıp...İhtiyar kırık dualar mırıldanıyordu. Uzaklarda bir tekerlek gıcırtısı. Solugan ciğerlerin sürüklediği. Köpek hüznüyle dolaşan yumuk ayaklar sezinledim. Bunlar kimsenin değil.Ağlamayı kesersen, dedim. Duydu. Duyduğunu omuzlarından anladım. Bükkün. Hıçkırmalı mıyım şimdi? Dövünmeli mi? Gösterecek misin? Görecek. Bütün tiksintisiyle yüzüne kapanacak. Ölümü sevmez. Ölümü sevmediği için ölümsüzlüğün farkında değil. Benim seni öldürmüş olmama üzülebilir misin? Yalvarmazsın artık. Küçücük kuşkular içini kemirmez. Ama herkes öyle diyor. Anan öyle diyor. Gülmeli miyim şimdi? Bağıra bağıra. Yenilen alaycı, bilmeliydi nasıl yenildiğimi. İsteyebilir miydim korkunç gücüyle karşıma dikilmesini?O, buna layık değildi. Sadece yaşamak. Yaşamadan kavlak derisini geride bırakıp, pırıldayarak süzülen bir yılan gibi sıyrılmak, dedim.Köklerine su yürümüş gövde, onun adına heybetli, gür.Soğumayı özlerim. Bir ölünün gözlerindeki sonsuz hayranlığı kim sevebilir? Sonsuz delip geçmeyi.Ölümü pelte gövdemle kucaklıyorum. Katı katı. Donmuş bir ışık gibiydi. Parça parça kırılabilir. Dudaklarında soğuk değişmezlik. Yattığı yerde tek.Lanetli gök! Erimelerin küçüklüğü, bulaşıklığı. Canlı çığrışanlar. Düdük sesleri, rayları esneterek gözlerimin içinden geçen tren...Ürpermeyen yanağını olanca sevgimle öptüm.

Modern Türk öykücülüğünde altın kuşak olarak tanımlanabilecek 1950 kuşağının önde gelen isimlerinden birisidir Vüsat O. Bener. 1950de New York Herald Tribune gazetesi ile Yeni İstanbul gazetesinin ortaklaşa düzenledikleri öykü yarışmasında Dost adlı ... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 11 yıl, 7 ay
Kayıp Sembol (Robert Langdon, #3)

Dan Brown; Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar'dan sonra Kayıp Sembol'de insanlığın yüzyıllardır beklediği bir gerçeğin peşinde... Harvard Simgebilim Profesörü Robert Langdon, Kongre Binasında konferans vermesi için yakın bir arkadaşından davet alır. Ancak, Washington'a varır varmaz oldukça garip bir durumla karşı karşıya kalan profesör, kendini korkunç bir oyunun ortasında bulur.
Kongre Binasına bırakılmış olan bir sembolün -yakın arkadaşı Peter Solomon'ın kesik eli- varlığını haber veren bir telefon, Langdon'ı hiç de yabancısı olmadığı bir dünyaya davet etmektedir. Antikçağlarda kullanılan bu sembolik çağrı, daveti alan kişiyi ezoterik bilgeliğin hüküm sürdüğü, çok eskilerde kalmış kayıp bir dünyaya sürükleyecektir.
Sonu belli olmayan bu mistik daveti arkadaşını kurtarmak için kabul eden Langdon, bir anda masonik sırların, saklı kalmış tarihin ve o güne dek görmediği yerlerin gizli dünyasında inanılmaz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. Artık cevaplanması gereken sorular vardır: İnsanlığın Altın Çağı, açılmaması gereken bir kapının aralığından sırlarıyla birlikte yok mu olacak, yoksa hikmetin ışığında tüm soruların cevapları mı bulunacaktır?...

Dan Brown; Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar'dan sonra Kayıp Sembol'de insanlığın yüzyıllardır beklediği bir gerçeğin peşinde... Harvard Simgebilim Profesörü Robert Langdon, Kongre Binasında konferans vermesi için yakın bir arkadaşınd... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 11 yıl, 8 ay
Profil Resmi
kafaustuedebiyat.tumblr.com kütüphanesine ekledi.
Kayıp Sembol (Robert Langdon, #3)

Dan Brown; Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar'dan sonra Kayıp Sembol'de insanlığın yüzyıllardır beklediği bir gerçeğin peşinde... Harvard Simgebilim Profesörü Robert Langdon, Kongre Binasında konferans vermesi için yakın bir arkadaşından davet alır. Ancak, Washington'a varır varmaz oldukça garip bir durumla karşı karşıya kalan profesör, kendini korkunç bir oyunun ortasında bulur.
Kongre Binasına bırakılmış olan bir sembolün -yakın arkadaşı Peter Solomon'ın kesik eli- varlığını haber veren bir telefon, Langdon'ı hiç de yabancısı olmadığı bir dünyaya davet etmektedir. Antikçağlarda kullanılan bu sembolik çağrı, daveti alan kişiyi ezoterik bilgeliğin hüküm sürdüğü, çok eskilerde kalmış kayıp bir dünyaya sürükleyecektir.
Sonu belli olmayan bu mistik daveti arkadaşını kurtarmak için kabul eden Langdon, bir anda masonik sırların, saklı kalmış tarihin ve o güne dek görmediği yerlerin gizli dünyasında inanılmaz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. Artık cevaplanması gereken sorular vardır: İnsanlığın Altın Çağı, açılmaması gereken bir kapının aralığından sırlarıyla birlikte yok mu olacak, yoksa hikmetin ışığında tüm soruların cevapları mı bulunacaktır?...

Dan Brown; Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar'dan sonra Kayıp Sembol'de insanlığın yüzyıllardır beklediği bir gerçeğin peşinde... Harvard Simgebilim Profesörü Robert Langdon, Kongre Binasında konferans vermesi için yakın bir arkadaşınd... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 11 yıl, 8 ay
Robinson Crusoe

Kitap, İngiltere'de yaşayan orta halli bir ailenin en küçük oğlu olan Robinson Crusoe'nin dünyayı gezme hayalleri ile çıktığı yolculukları ve bu sırada karşılaştığı olayları anlatır. Bu yolculuklar sırasında, seyahat ettiği gemi batınca ıssız bir adada 28 yıl tek başına yaşamak zorunda kalır. Sonradan eklenen ve Robinson Crusoe'nun Yeni Serüvenleri adı verilen ikinci kitapta, Robinson döner. Burada bir süre kaldıktan sonra yine denize açılır. Madagaskar'dan, Çine Rusya'ya geçerek İngiltere'ye döner. Bu yolculuklarda ticaret yapar ve kendi kültürünü bu ülkelerinkiyle karşılaştırır. Kitapta dürüstlük, cesaret, özveri, yaratıcılık, dayanışma ve serüven duygusu gibi kavramlar işlenmekte.

Kitap, İngiltere'de yaşayan orta halli bir ailenin en küçük oğlu olan Robinson Crusoe'nin dünyayı gezme hayalleri ile çıktığı yolculukları ve bu sırada karşılaştığı olayları anlatır. Bu yolculuklar sırasında, seyahat ettiği gemi batınca ıss... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 11 yıl, 8 ay
Daha Fazla Göster

kafaustuedebiyat.tumblr.com şu an ne okuyor?

kafaustuedebiyat.tumblr.com şu anda kitap okumuyor.

Favori Yazarları (1 yazar)

Favori yazarı yok.