Almanyada politik tiyatronun bir altbaşlığı olarak alınabilecek Belgesel Tiyatronun öncülerinden ve teorisyenlerinden biri olan Peter Weiss, bu kitapta, 1937-44 yılları arasındaki antifaşit direnişi ve bu direnişin içinde yer alan gerçek kişilerin öykülerini anlatıyor. Direnmenin Estetiği, kitaba ruhunu veren Heraklesin kimliğinde James Joyceun Ulyssesi karşısında... TADIMLIKÇevirmenlerin ÖnsözüBazı metinler çevrilmeden önce de ünleriyle bir ülkeye gelebilirler. Direnmenin Estetiği bu metinlerden olmadı. Almanyada üç cildi 1975-1981 yılları arasındaki süreçte yayınlanan ve daha başlangıçta sol entelektüel ve siyasal çevrelerin kült kitabı haline gelen bu devasa metin, tüm giriftliğine ve yoğunluğuna karşın Almanyada çoksatarlardan oldu, ayrıca işçiler arasında da coşkuyla karşılandı ve okuma grupları oluşturuldu. Eleştirmen çevrelerinin, gündelik siyaset yapıyor kaygısıyla başlarda soğuk durduğu, ama zaman içerisinde kendine özgü yazınsal değeri genel kabul görmeye başlayan bu roman, gündelik siyasetin içinden vizyon içeren bir kültür-sanat tarihi ve bir edebiyat alanı yaratıyor. Peter Weissın ikinci yurdu olan İsveçte, ayrıca başta Fransa olmak üzere daha birçok ülkede büyük yankı bulan Direnmenin Estetiği ilginç bir biçimde Anglosakson dünyada güçlü bir ilgi görmedi. İngilizcede üzerine kitaplar olmasına karşın kitabın tamamının İngilizceye çevirisi (bazı girişimler varolsa da) hâlâ yayınlanmamıştır. Metni, angaje bir yazarın bir siyasal söylemi (söylem kavramını, dünya algılayışının, dünya görüşünün kendini metinleştirmesi anlamında kullanıyoruz) olarak okuduğu anlaşılan Anglosakson edebiyat çevrelerinin ilgisizliği belki de metnin Türkiyeye bugüne kadar girmemesinde önemli rol oynamıştır. Metnin Türkçede nasıl karşılanacağını, ilgi görüp görmeyeceğini kestirmekte zorlansak da öneminden ve zenginleştirici etkisinden kuşkumuz yok. Çağdaş Alman yazarlardan ve önemsenen edebiyat eleştirmenlerinden Walter Jens, Peter Weissın bu kitabını devlerin arenasına, kitaba ruhunu veren figür olan Heraklesin kimliğinde James Joyceun Ulyssesinin karşısına çıkarır. Kitabın çevirmenleri olarak biz de bu kütlesel metnin tarihsel ağırlığını sürekli hissettik. İngilizcede sadece birinci cildi yayınlanmış olan, bazı Batı dillerinde bile çevirisi bulunmayan bugüne kadar sadece 7 dile çevrilen kitabı sekizinci dil olarak Türkçeye çevirmek buradaki sorumluluk duygusunu artırıyor.Direnmenin Estetiği, solun tarihsel yeriyle hesaplaşan sosyalist bir yazarın gözünden Batının kültür tarihi olarak değerlendirilebilecek; temaları ve yapısı bakımından derinlikli ve yoğun bir belge/roman. Almanyada politik tiyatronun bir alt başlığı olarak alınabilecek Belgesel Tiyatronun öncülerinden ve teorisyenlerinden biri olan Peter Weissın bu romanı, 1937-1944 arasındaki antifaşist direnişi ve bu direnişin içinde yer alan gerçek kişilerin öykülerini/yaşantılarını merkez alarak, isimsiz bir Ben anlatıcının (sınıf bilincine sahip aydın bir işçinin) bakış açısıyla, tarihi, Antik Yunandan bu yana sanat ve siyaset düzlemlerinde yeniden kuran bir metin. Direniş ve sınıfsal mücadele motifi çerçevesinde solun tarihinin (yazarının sözleriyle sosyalizm adına yapılmış hataların) ve sanatın toplumsal işlevinin sorgulanması, metinde iç içe geçen iki temel düzlem. Roman, metin kişilerinin öyküleriyle sınırlı kalmayıp sanat ve siyaset tarihinin de temel sorunlarını, karakterlerin perspektifinden yansıtarak gündeme getiriyor. Bu bakımdan tarihsel/toplumsal gerçeklik, metne, karakterleri dolayımlı olarak belirleyen bulanık bir fon gibi değil, doğrudan doğruya entelektüel bir tartışmanın konusu olarak giriyor. Böylece okur, anlatılan dönemin ürünü olan pek çok siyasi ve sanatsal duruşun ve bu duruşların yarattığı tartışma ortamının tanığı oluyor. Peter Weissın metin kişileri, iki düzlem üzerinden, yani siyaset ve sanat üzerinden dünyayı ve kendilerini anlamaya çalışmaktadır. Ancak birbirinden kopmaz bir bütün olarak beliren, ama birbirlerine indirgenemedikleri için birbirleriyle çelişen siyaset ve sanat, sadece dünyayı anlamanın araçları değil, aynı zamanda dönüştürmenin de araçlarıdır onlara göre. Metin kişileri bu anlama ve dönüştürme amacıyla hareket ederken kendileri de ucu açık bir süreç içinde belli tarihsel duraklardan geçmektedir. Direnmenin Estetiği gerçekliğin verilerinden yararlandığı için belgesel ve tarihsel, yazarının gerçek yaşamına göndermeleri olduğu için otobiyografik, metne giren parçaları kendine özgü bir biçimde yorumladığı ve birleştirdiği için kurmaca, metinde belirsiz bir imkân olarak yansıyan bir kurtuluş fikri bıraktığı için ütopik, yandaşı olduğu dünya görüşü karşısında eleştirel olduğu için yeniden kurucu, kullandığı farklı anlatım biçimleriyle hem belgesel-gerçekçi hem gerçeküstücü, Batı kültürünün siyasi tarihi ve sanat tarihiyle metinler üzerinden tartıştığı için metinlerarası ve kültür birikimini yeniden yorumladığı için ufuk açıcı özellikler taşıyan çokkatmanlı bir derya metin. Kaynağını tarihsel gerçeklikten alan roman, gerçekliği aşan metinlerarası ya da söylemlerarası bir yapı kuruyor; gerçekliği (daha doğrusu gerçekliği temsil iddiası içeren belli anlatıları), bir yandan yansıtıyor ama öte yandan onları kendine özgü bir biçimde yan yana, karşı karşıya getirmekle gerçekliği yeniden üretiyor. Böyle olunca romanın hakikati, bir hakikat vaaz etmesinde değil, söylemler ve karşı söylemlerin diyalektiğinden doğan görecelikte beliriyor. Kurulan bu yapının içinde de söylemlerin geçerlilik talepleri sorunsallaştırılıyor. Romanın merkezini, gerçekliğin tarihsel algılanma biçimleri, çeşitli söylemler, anlatılar ve onların arasındaki kurgulanmış ilişkiler oluşturuyor. Direnmenin Estetiğinin dünyası, sol söylemin içindeki söylemlerle, kurumlaşmış sol iktidarın ve yeni bir dil arayan, dolayısıyla henüz kurumlaşmamış, belirsizliklere açık sol muhalefetin diliyle örülü. Bu açıdan romanın dili, kendisini oluşturan önkoşullar ve kendisinin kurduğu olası dünyalar, gönderme alanları ve amaçları açısından genel olarak gerçekliği kuran pratiğin bir parçası. Roman bizim okumamızda (bazı yorumların tersine) sol dünya görüşünün ajitasyonu olmaktan çok uzak, çok perspektifli açık bir yapı sunuyor. Taraf olma, Peter Weissda ilkesel ve bilinçli bir seçim olmakla birlikte, ortodoks bir nitelik veya son sözü söyleme kaygısı taşımıyor; tersine, çizdiği çerçevenin içinde tartışmacı ve eleştirel bir özellik kazanıyor. Çok bildik bir sözcük olan ve kitaba ismini veren direnme (Widerstand) bilinmezleştiriliyor, bir sorgulama konusu haline getiriliyor. Bu nedenle olsa gerek, yazar kitabın içinde Widerstand sözcüğünü bir daha kullanmıyor. Bir dizi yakın anlamlı sözcüğü kullanırken direnme sözcüğünü kullanmaktan kaçınması, ifade ve dil arayışının bir göstergesi, insani bir olgu olarak direnmenin dokusunu kavrama çabası olsa gerek.Çevirmenler olarak kitabın başında bu tür düşüncelere yer vermemiz belli bir okuma biçimini koşullamak amacını taşımıyor. Elbette her okuma süreci metinlerin anlamını kendine göre yeniden kurar ve her okur metne kendine özgü, bireysel alımlama biçimleriyle yaklaşacağı için metni kendi yaşam dünyasında konumlandırır. Biz çevirmenler olarak bireysel okur perspektiflerinin önünü kesmeden, metni Türkiyenin kültür ve edebiyat bağlamı açısından yeniden düşünmeye çalıştık. Metnin kütleselliğinin getirdiği okuma zorluğunun yanısıra Batı kültür dünyasının yoğunlaşmış bilgisi, yerel tarihsel ve mekânsal bilginin yoğunluğu, Batı (ve Alman) edebiyat geleneği içinde özel bir efekt oluşturan anlatım biçiminin/biçimlerinin örtülülüğü gibi noktalar, bu metin Türkçede (ve Türkiyede) ne yönde okur beklentileriyle buluşur sorusunu ister istemez sorduruyor; ve bize de sordurdu. Aslında temel soru, bu metnin Almanyada oluşumundan 25 yıl sonra Türkçeye çevrilmesinin gereğinin ve anlamının sorgulamasıdır. Kuşkusuz her metin ve onun her çevirisi, çevrildiği dilde ve çevrildiği kültürel dünyada belli karşılıklar bulacaktır; ve bunların ne olması gerektiğini belirlemek bir çevirmen görevi olmadığı gibi, bir metnin çevirisinin okurda yarattığı etkileri izlemek isteği de boşunadır. Bununla birlikte edebi iletişimin gerçekleşmesinde çevirmen de kaçınılmaz olarak anlam kurucu aktörler arasında yer aldığı için, metindeki kapalılıklara, metnin olası okunma-yorumlanma biçimlerine ilişkin verilecek çeviri kararları Türkçede Direnmenin Estetiğinin şekillenmesinin bir parçasıdır. Metni Türkçeye çevirme kararı çok rahat verilmedi. Bu metni Türkçeye neden çevirmediğimiz sorusu bir Alman akademisyen dostumuzdan, siyaset felsefecisi Prof. Dr. Wolfgang Bialastan geldi. Metnin gücü ve Alman edebiyatı içindeki ağırlığı metni çevirmemiz için yeterli bir gerekçe değildi, tersine tam da bu ağırlık yüzünden kitabı çevirme düşüncesine, Türkçede bu metnin çevirisinin iyi bir karşılık bulup bulmayacağı ve çevirinin güçlüklerinin üstesinden nasıl geleceğimiz konularına daha temkinli yaklaştık. Romanı bir çeviri projesi olarak Yapı Kredi Yayınlarına sunmadan önce metne çevirmen gözüyle baktığımız uzun bir süreçten geçtik. Bu nedenle temel kaygımız, yukarıda sonuçlarını özetlemeye çalıştığımız gibi, bir metin analizi yapmaktan; Direnmenin Estetiğini, üretildiği ortamda konumlandırmaktan ibaret değildi doğal olarak. Çevirmen olarak asıl derdimiz çevireceğimiz metni kendi kültür ortamımızla ilişkilendirmekti. Çünkü metnin burada konumlandırılması çeviri kararlarımızı ister istemez etkileyecekti. Bu metnin çevirmenleri olarak bizi hem Türkiyedeki alımlama koşulları, hem de genelde çevirilerden beklentiler (çeviri normları da diyebiliriz) yönlendirdi.Romanın anlam ve alımlanmasına ilişkin soruları iki düzlemde, konu-dil (romanın malzemesi) ve anlatı-dil (romanın anlatım stratejisi) düzleminde ele aldık. Konu-dile ilişkin ortaya atılan sorular, Direnmenin Estetiğinin konularının bizim kültür dünyamızda yer alıp almadığına, alıyorsa okur çevreleriyle ne türden bir ilişki kurabileceğine yanıt ararken, öncelikle üzerinde durduğumuz nokta anlatı-dile ilişkin sorulardı; Direnmenin Estetiğinin konuları ele alış biçiminin Türkçe edebiyatla ilişkisini nasıl anlamak gerekiyordu, başka bir deyişle bu ele alış biçimi bizim edebiyat geleneklerimizde/alışkanlıklarımızda karşılık bulabilecek, başka metinlerle eklemlenebilecek miydi. Ama bir o kadar önemli olan soru, konu-dil açısından vardı; yani metnin konu ettiği sorun alanları ve dünya gerçekliği bakımından fazlasıyla uzak bir metinle mi karşı karşıyaydık. Metnin ayrıntısına ve izleğine yönelik gözlemlerimizde, Türkiyenin tarihsel olarak verili kültür ve edebiyat ortamının, Direnmenin Estetiği ile okur arasında bir iletişimin kurulması için çeşitli bakımlardan elverişli olduğu sonucuna vardık. Romanın, bütün karmaşıklığına karşın, ne konu-dili ne de anlatı-dili açısından Türkiyenin kültürel ortamında boşlukta sallanan bir metin olmadığı düşüncesindeyiz. Metin buradaki okura da bir bakıma son derece tanış sorunları ve söylem biçimleri sunarken, örneği görülmemiş boyutta bir tarihsel yeniden okuma, bir hesaplaşma içermesiyle yabancı duruyor. Bilineni yeniden düşünmeye çağırıyor, büyük bir sabırla ve tüm patikaları katederek; gerçek mekânların adeta gerçek zaman-mekânlı betimlenmesinden küresel bir bakışa çıkış çabası; böylesi bir hesaplaşmanın zihinsel yükünü taşımaya çağıran bir metin var karşımızda. Peter Weiss, sol idealleri terk etmemiş biri olmasına ve güçlü angajmanına karşın yüzeysellikten alabildiğine uzak bir ressam-tiyatrocu-edebiyatçı düşünür. Bu romanda da solu tarihsel, siyasal ve insani açılardan anlamaya, anlamlandırmaya yönelik inanılmaz boyutta bir enerji sergiliyor. Direnmenin Estetiği hem sol içi gelişmeleri büyüteç altına almaya, hem de solun insanlık tarihi içindeki yerini ve insanın, tüm zamanlarda varolmuş olan mücadele yanını nasıl temsil ettiğini araştırmaya dönük, zihni zenginleştiren ve kültür ve sanat tarihini yeniden okuyan anıtsal bir yapıt.Romanın blok anlatımı içinde karşımıza çıkan sayısız perspektifin ve perspektif katmanlarının iç içe geçmesinin yarattığı giriftliğin, dahası, metnin çok geniş soluklu anlatımından dolayı çok geniş bir alana yayılan bağdaşıklık öğelerinin özgün metin okurunu zorladığını, çeviri okurunu daha da fazla zorlama potansiyeline sahip olduğunu gözden kaçırmamamız gerekiyordu. Metnin gönderme yaptığı temel sorunlar ve kavramlar da Türkiyede çevirinin potansiyel okurunun yabancısı olmamakla birlikte bu açıdan da tam bir bilgi ve düzey simetrisinden söz edilemez. Bu durumlarda bir can simidi olan dipnot bizim de yararlandığımız bir araç oldu; ama dipnota olabildiğince çok bilgi ikmali yapmak amacıyla değil, metnin bütünsel okunmasına katkısı olduğu ölçüde ve özel önem atfettiğimiz noktalarda başvurduk; metnin izlenebilirliğini sağlamak için, okumayı ayrıca zorlaştırabilen dipnotlara başvurmak yerine, bağlantı noktaları olabildiğince açık bir dil kullanmaya çalıştık. Çevirmen olarak, metnin kendiliğinden konuşmasını ne kadar umup ummayacağımız, nerelerde ve hangi saiklerle, metnin sesini güçlendirmemizin uygun olacağına karar verirken de müdahaleci değil kolaylaştırıcı olmaya çalıştık. Ortaya çıkan çeviri için, yerelleştirici olmayan ama metni kendi kültürel alanımızla ilişkilendirmeyi amaçlayan bir çeviri diyebiliriz. Çevirideki genel çizgimizi ifade etmek için biraz sloganlaştırarak söylersek, ne iletişimi tıkayan bir kaynak odaklılığa, ne de metnin estetik özelliklerini indirgeyen bir erek odaklılığa yönelmedik. Eksiksiz çeviriyle anlaşılır çeviri genellikle karşıt etkenler gibi algılanır ve her somut çevirinin bu skala üzerinde belli bir yerde karar kıldığı düşünülür. Bizim için önemli olan metnin inceliklerini verirken anlaşılırlığı da gözetmekti, bunun da bir denge ve tutarlılık sorunu olduğunu düşünmekteyiz. Elinizdeki metin bir çeviri ürünü olarak bu tür bir arayışı sergilemektedir.Metnin iki çevirmenli olmasının ilkesel bir nedeni yok; ama belli aralıklarla edebiyat ve düşünce dünyasına ait kitapları çevirmemize karşın ikimizin de birinci işi çeviri yapmak olmadığı için, böyle yoğun ve hacimli bir işin altına tek başımıza girme cesaretini gösteremedik. Çevirmenlik yaşamımızın kuşkusuz köşe taşı olacak bu çalışmanın altına girerken ve sorunlarıyla boğuşurken açıkçası birbirimizden cesaret aldık. Elbette iki çevirmen olarak aynı metin üzerinde çalışmamızın beraberinde getireceği bazı ek zorluklar da olacaktı. Ama çalışma sürecimiz ve işbölümümüz, bu zorlukları algılanmayacak düzeye indirdi diyebiliriz. Çeviri sürecimizle ilgili önemli bir iki ayrıntıyı burada dile getirmek isteriz. Metnin çevirisinde ne bölümleri paylaşarak işbölümü yapma yoluna gittik, ne de belli işleri sadece birimiz diğerlerini sadece öteki yapmış oldu. Bu işte emeğimizi esirgemediğimizi, bu sayede de yer yer birbirinin içine girecek işler yapacak şekilde çalıştığımızı söyleyebiliriz. Sözgelimi belli yerlerin ilk çevirisini paylaştık, sonra karşılıklı olarak birbirimizin metnini gözden geçirdik. Ama bir bütün olarak metnin son hali tek elden çıktı. Çalışmanın bu aşaması da bir redaksiyon çalışmasından çok (çevirmen-redaktör dengelerinin gözetildiği, çeviriye sınırlı ölçüde müdahaleye dönük tipik bir redaksiyondan çok), çevirinin bütünselliği ve anlatım incelikleri açısından olgunlaşmasını amaçlayan ve her türlü düzenlemeye yetkili bir işlem olarak gerçekleşti. Tüm bu süreçte metnin bizim açımızdan şeffaflaşmasına ve Türkiye ortamında konuşmamıza katkıda bulunan ön tartışmalarımız özellikle önemliydi. Metni sadece kendi aramızda değil, bu çeviri projesinin ortaya çıkmasında yeri olan, Türkiyenin önde gelen çevirmenlerinden, dostumuz ve hocamız Veysel Ataymanla, bu metnin Türkçede yayınlanmasını heyecanla bekleyen arkadaşlarımızdan Attila Geridönmezle birçok bakımdan tartıştık. Türkçede içerik ve anlatım biçimi açısından metnin çeşitli zorlukları karşısında nasıl kararlar almamız gerektiğini deneme çevirileri üzerinde baştan belirlemeye çalıştık. Bu sayede de redaksiyon çalışması köklü değişiklikler yapmadan gelişti. Çeviriyi yayınevine teslim ettikten sonra yayına hazırlama çalışmasını üstlenen Nafer Ermiş ve Fahri Güllüoğlunun metnin akıcılığına katkılarını anmalıyız. İki çevirmen olarak yürüttüğümüz ortak ve karşılıklı denetimli çalışmaya karşın, dışardan bir gözün, çeviri metin okura sunulmadan önce metni baştan sona gözden geçirmesine, bir bakıma pilot okuma yapmasına ihtiyaç çok açık. Çalışmanın bu aşaması da yapıcı işbirliği içinde ve ürüne katkıda bulunacak biçimde gerçekleşti.İki çevirmen olarak çalışmamız bu işte bize cesaret vermekle kalmayıp, çeviriden aldığımız keyfi de artırdı, dahası çeviri kararlarımıza güvenimizin artmasını sağladı. Aynı zamanda çeviribilim alanında akademisyen tarafımızın olması nedeniyle, gerek kendi çeviri deneyimlerimizi, gerekse gözlemlediğimiz çeviri sorunlarını üniversitedeki birlikteliğimizde sıklıkla tartışmamıza karşın, bu çeviri işinde gösterdiğimiz çeviri tutumlarımızda karşılıklı olarak ulaştığımız uyumun derecesi bizi de şaşırttı. Bu çalışmanın bizim kendi çeviri deneyimimizde ve Türkiyede çeviri sorunlarına bakışımız açısından yeni bir yeri olduğundan kuşkumuz yok.Çevirisi 5 yıldan fazla bir sürece yayılan bu zorlu metni Türkçede sunarken anlamlı bir iş yaptığımız umudunu ve metnin zenginliğini geniş bir çevreyle paylaşma heyecanını taşıyoruz. Kültürün ve sanatın ayrıcalıklı sınıfların ve kişilerin tekelinden kurtarılıp insanlığın ortak mirası haline getirilmesinin, özgürleşme mücadelesinin de asli unsuru olduğuna inanan Peter Weissın bu ütopyasına bizim çevirimiz de kendi hayalleriyle katılıyor.Çağlar Tanyeri, Turgay Kurultay
Almanyada politik tiyatronun bir altbaşlığı olarak alınabilecek Belgesel Tiyatronun öncülerinden ve teorisyenlerinden biri olan Peter Weiss, bu kitapta, 1937-44 yılları arasındaki antifaşit direnişi ve bu direnişin içinde yer alan gerçek kişilerin öy... tümünü göster
Almanyada politik tiyatronun bir altbaşlığı olarak alınabilecek Belgesel Tiyatronun öncülerinden ve teorisyenlerinden biri olan Peter Weiss, bu kitapta, 1937-44 yılları arasındaki antifaşit direnişi ve bu direnişin içinde yer alan gerçek kişilerin öykülerini anlatıyor. Direnmenin Estetiği, kitaba ruhunu veren Heraklesin kimliğinde James Joyceun Ulyssesi karşısında... TADIMLIKÇevirmenlerin ÖnsözüBazı metinler çevrilmeden önce de ünleriyle bir ülkeye gelebilirler. Direnmenin Estetiği bu metinlerden olmadı. Almanyada üç cildi 1975-1981 yılları arasındaki süreçte yayınlanan ve daha başlangıçta sol entelektüel ve siyasal çevrelerin kült kitabı haline gelen bu devasa metin, tüm giriftliğine ve yoğunluğuna karşın Almanyada çoksatarlardan oldu, ayrıca işçiler arasında da coşkuyla karşılandı ve okuma grupları oluşturuldu. Eleştirmen çevrelerinin, gündelik siyaset yapıyor kaygısıyla başlarda soğuk durduğu, ama zaman içerisinde kendine özgü yazınsal değeri genel kabul görmeye başlayan bu roman, gündelik siyasetin içinden vizyon içeren bir kültür-sanat tarihi ve bir edebiyat alanı yaratıyor. Peter Weissın ikinci yurdu olan İsveçte, ayrıca başta Fransa olmak üzere daha birçok ülkede büyük yankı bulan Direnmenin Estetiği ilginç bir biçimde Anglosakson dünyada güçlü bir ilgi görmedi. İngilizcede üzerine kitaplar olmasına karşın kitabın tamamının İngilizceye çevirisi (bazı girişimler varolsa da) hâlâ yayınlanmamıştır. Metni, angaje bir yazarın bir siyasal söylemi (söylem kavramını, dünya algılayışının, dünya görüşünün kendini metinleştirmesi anlamında kullanıyoruz) olarak okuduğu anlaşılan Anglosakson edebiyat çevrelerinin ilgisizliği belki de metnin Türkiyeye bugüne kadar girmemesinde önemli rol oynamıştır. Metnin Türkçede nasıl karşılanacağını, ilgi görüp görmeyeceğini kestirmekte zorlansak da öneminden ve zenginleştirici etkisinden kuşkumuz yok. Çağdaş Alman yazarlardan ve önemsenen edebiyat eleştirmenlerinden Walter Jens, Peter Weissın bu kitabını devlerin arenasına, kitaba ruhunu veren figür olan Heraklesin kimliğinde James Joyceun Ulyssesinin karşısına çıkarır. Kitabın çevirmenleri olarak biz de bu kütlesel metnin tarihsel ağırlığını sürekli hissettik. İngilizcede sadece birinci cildi yayınlanmış olan, bazı Batı dillerinde bile çevirisi bulunmayan bugüne kadar sadece 7 dile çevrilen kitabı sekizinci dil olarak Türkçeye çevirmek buradaki sorumluluk duygusunu artırıyor.Direnmenin Estetiği, solun tarihsel yeriyle hesaplaşan sosyalist bir yazarın gözünden Batının kültür tarihi olarak değerlendirilebilecek; temaları ve yapısı bakımından derinlikli ve yoğun bir belge/roman. Almanyada politik tiyatronun bir alt başlığı olarak alınabilecek Belgesel Tiyatronun öncülerinden ve teorisyenlerinden biri olan Peter Weissın bu romanı, 1937-1944 arasındaki antifaşist direnişi ve bu direnişin içinde yer alan gerçek kişilerin öykülerini/yaşantılarını merkez alarak, isimsiz bir Ben anlatıcının (sınıf bilincine sahip aydın bir işçinin) bakış açısıyla, tarihi, Antik Yunandan bu yana sanat ve siyaset düzlemlerinde yeniden kuran bir metin. Direniş ve sınıfsal mücadele motifi çerçevesinde solun tarihinin (yazarının sözleriyle sosyalizm adına yapılmış hataların) ve sanatın toplumsal işlevinin sorgulanması, metinde iç içe geçen iki temel düzlem. Roman, metin kişilerinin öyküleriyle sınırlı kalmayıp sanat ve siyaset tarihinin de temel sorunlarını, karakterlerin perspektifinden yansıtarak gündeme getiriyor. Bu bakımdan tarihsel/toplumsal gerçeklik, metne, karakterleri dolayımlı olarak belirleyen bulanık bir fon gibi değil, doğrudan doğruya entelektüel bir tartışmanın konusu olarak giriyor. Böylece okur, anlatılan dönemin ürünü olan pek çok siyasi ve sanatsal duruşun ve bu duruşların yarattığı tartışma ortamının tanığı oluyor. Peter Weissın metin kişileri, iki düzlem üzerinden, yani siyaset ve sanat üzerinden dünyayı ve kendilerini anlamaya çalışmaktadır. Ancak birbirinden kopmaz bir bütün olarak beliren, ama birbirlerine indirgenemedikleri için birbirleriyle çelişen siyaset ve sanat, sadece dünyayı anlamanın araçları değil, aynı zamanda dönüştürmenin de araçlarıdır onlara göre. Metin kişileri bu anlama ve dönüştürme amacıyla hareket ederken kendileri de ucu açık bir süreç içinde belli tarihsel duraklardan geçmektedir. Direnmenin Estetiği gerçekliğin verilerinden yararlandığı için belgesel ve tarihsel, yazarının gerçek yaşamına göndermeleri olduğu için otobiyografik, metne giren parçaları kendine özgü bir biçimde yorumladığı ve birleştirdiği için kurmaca, metinde belirsiz bir imkân olarak yansıyan bir kurtuluş fikri bıraktığı için ütopik, yandaşı olduğu dünya görüşü karşısında eleştirel olduğu için yeniden kurucu, kullandığı farklı anlatım biçimleriyle hem belgesel-gerçekçi hem gerçeküstücü, Batı kültürünün siyasi tarihi ve sanat tarihiyle metinler üzerinden tartıştığı için metinlerarası ve kültür birikimini yeniden yorumladığı için ufuk açıcı özellikler taşıyan çokkatmanlı bir derya metin. Kaynağını tarihsel gerçeklikten alan roman, gerçekliği aşan metinlerarası ya da söylemlerarası bir yapı kuruyor; gerçekliği (daha doğrusu gerçekliği temsil iddiası içeren belli anlatıları), bir yandan yansıtıyor ama öte yandan onları kendine özgü bir biçimde yan yana, karşı karşıya getirmekle gerçekliği yeniden üretiyor. Böyle olunca romanın hakikati, bir hakikat vaaz etmesinde değil, söylemler ve karşı söylemlerin diyalektiğinden doğan görecelikte beliriyor. Kurulan bu yapının içinde de söylemlerin geçerlilik talepleri sorunsallaştırılıyor. Romanın merkezini, gerçekliğin tarihsel algılanma biçimleri, çeşitli söylemler, anlatılar ve onların arasındaki kurgulanmış ilişkiler oluşturuyor. Direnmenin Estetiğinin dünyası, sol söylemin içindeki söylemlerle, kurumlaşmış sol iktidarın ve yeni bir dil arayan, dolayısıyla henüz kurumlaşmamış, belirsizliklere açık sol muhalefetin diliyle örülü. Bu açıdan romanın dili, kendisini oluşturan önkoşullar ve kendisinin kurduğu olası dünyalar, gönderme alanları ve amaçları açısından genel olarak gerçekliği kuran pratiğin bir parçası. Roman bizim okumamızda (bazı yorumların tersine) sol dünya görüşünün ajitasyonu olmaktan çok uzak, çok perspektifli açık bir yapı sunuyor. Taraf olma, Peter Weissda ilkesel ve bilinçli bir seçim olmakla birlikte, ortodoks bir nitelik veya son sözü söyleme kaygısı taşımıyor; tersine, çizdiği çerçevenin içinde tartışmacı ve eleştirel bir özellik kazanıyor. Çok bildik bir sözcük olan ve kitaba ismini veren direnme (Widerstand) bilinmezleştiriliyor, bir sorgulama konusu haline getiriliyor. Bu nedenle olsa gerek, yazar kitabın içinde Widerstand sözcüğünü bir daha kullanmıyor. Bir dizi yakın anlamlı sözcüğü kullanırken direnme sözcüğünü kullanmaktan kaçınması, ifade ve dil arayışının bir göstergesi, insani bir olgu olarak direnmenin dokusunu kavrama çabası olsa gerek.Çevirmenler olarak kitabın başında bu tür düşüncelere yer vermemiz belli bir okuma biçimini koşullamak amacını taşımıyor. Elbette her okuma süreci metinlerin anlamını kendine göre yeniden kurar ve her okur metne kendine özgü, bireysel alımlama biçimleriyle yaklaşacağı için metni kendi yaşam dünyasında konumlandırır. Biz çevirmenler olarak bireysel okur perspektiflerinin önünü kesmeden, metni Türkiyenin kültür ve edebiyat bağlamı açısından yeniden düşünmeye çalıştık. Metnin kütleselliğinin getirdiği okuma zorluğunun yanısıra Batı kültür dünyasının yoğunlaşmış bilgisi, yerel tarihsel ve mekânsal bilginin yoğunluğu, Batı (ve Alman) edebiyat geleneği içinde özel bir efekt oluşturan anlatım biçiminin/biçimlerinin örtülülüğü gibi noktalar, bu metin Türkçede (ve Türkiyede) ne yönde okur beklentileriyle buluşur sorusunu ister istemez sorduruyor; ve bize de sordurdu. Aslında temel soru, bu metnin Almanyada oluşumundan 25 yıl sonra Türkçeye çevrilmesinin gereğinin ve anlamının sorgulamasıdır. Kuşkusuz her metin ve onun her çevirisi, çevrildiği dilde ve çevrildiği kültürel dünyada belli karşılıklar bulacaktır; ve bunların ne olması gerektiğini belirlemek bir çevirmen görevi olmadığı gibi, bir metnin çevirisinin okurda yarattığı etkileri izlemek isteği de boşunadır. Bununla birlikte edebi iletişimin gerçekleşmesinde çevirmen de kaçınılmaz olarak anlam kurucu aktörler arasında yer aldığı için, metindeki kapalılıklara, metnin olası okunma-yorumlanma biçimlerine ilişkin verilecek çeviri kararları Türkçede Direnmenin Estetiğinin şekillenmesinin bir parçasıdır. Metni Türkçeye çevirme kararı çok rahat verilmedi. Bu metni Türkçeye neden çevirmediğimiz sorusu bir Alman akademisyen dostumuzdan, siyaset felsefecisi Prof. Dr. Wolfgang Bialastan geldi. Metnin gücü ve Alman edebiyatı içindeki ağırlığı metni çevirmemiz için yeterli bir gerekçe değildi, tersine tam da bu ağırlık yüzünden kitabı çevirme düşüncesine, Türkçede bu metnin çevirisinin iyi bir karşılık bulup bulmayacağı ve çevirinin güçlüklerinin üstesinden nasıl geleceğimiz konularına daha temkinli yaklaştık. Romanı bir çeviri projesi olarak Yapı Kredi Yayınlarına sunmadan önce metne çevirmen gözüyle baktığımız uzun bir süreçten geçtik. Bu nedenle temel kaygımız, yukarıda sonuçlarını özetlemeye çalıştığımız gibi, bir metin analizi yapmaktan; Direnmenin Estetiğini, üretildiği ortamda konumlandırmaktan ibaret değildi doğal olarak. Çevirmen olarak asıl derdimiz çevireceğimiz metni kendi kültür ortamımızla ilişkilendirmekti. Çünkü metnin burada konumlandırılması çeviri kararlarımızı ister istemez etkileyecekti. Bu metnin çevirmenleri olarak bizi hem Türkiyedeki alımlama koşulları, hem de genelde çevirilerden beklentiler (çeviri normları da diyebiliriz) yönlendirdi.Romanın anlam ve alımlanmasına ilişkin soruları iki düzlemde, konu-dil (romanın malzemesi) ve anlatı-dil (romanın anlatım stratejisi) düzleminde ele aldık. Konu-dile ilişkin ortaya atılan sorular, Direnmenin Estetiğinin konularının bizim kültür dünyamızda yer alıp almadığına, alıyorsa okur çevreleriyle ne türden bir ilişki kurabileceğine yanıt ararken, öncelikle üzerinde durduğumuz nokta anlatı-dile ilişkin sorulardı; Direnmenin Estetiğinin konuları ele alış biçiminin Türkçe edebiyatla ilişkisini nasıl anlamak gerekiyordu, başka bir deyişle bu ele alış biçimi bizim edebiyat geleneklerimizde/alışkanlıklarımızda karşılık bulabilecek, başka metinlerle eklemlenebilecek miydi. Ama bir o kadar önemli olan soru, konu-dil açısından vardı; yani metnin konu ettiği sorun alanları ve dünya gerçekliği bakımından fazlasıyla uzak bir metinle mi karşı karşıyaydık. Metnin ayrıntısına ve izleğine yönelik gözlemlerimizde, Türkiyenin tarihsel olarak verili kültür ve edebiyat ortamının, Direnmenin Estetiği ile okur arasında bir iletişimin kurulması için çeşitli bakımlardan elverişli olduğu sonucuna vardık. Romanın, bütün karmaşıklığına karşın, ne konu-dili ne de anlatı-dili açısından Türkiyenin kültürel ortamında boşlukta sallanan bir metin olmadığı düşüncesindeyiz. Metin buradaki okura da bir bakıma son derece tanış sorunları ve söylem biçimleri sunarken, örneği görülmemiş boyutta bir tarihsel yeniden okuma, bir hesaplaşma içermesiyle yabancı duruyor. Bilineni yeniden düşünmeye çağırıyor, büyük bir sabırla ve tüm patikaları katederek; gerçek mekânların adeta gerçek zaman-mekânlı betimlenmesinden küresel bir bakışa çıkış çabası; böylesi bir hesaplaşmanın zihinsel yükünü taşımaya çağıran bir metin var karşımızda. Peter Weiss, sol idealleri terk etmemiş biri olmasına ve güçlü angajmanına karşın yüzeysellikten alabildiğine uzak bir ressam-tiyatrocu-edebiyatçı düşünür. Bu romanda da solu tarihsel, siyasal ve insani açılardan anlamaya, anlamlandırmaya yönelik inanılmaz boyutta bir enerji sergiliyor. Direnmenin Estetiği hem sol içi gelişmeleri büyüteç altına almaya, hem de solun insanlık tarihi içindeki yerini ve insanın, tüm zamanlarda varolmuş olan mücadele yanını nasıl temsil ettiğini araştırmaya dönük, zihni zenginleştiren ve kültür ve sanat tarihini yeniden okuyan anıtsal bir yapıt.Romanın blok anlatımı içinde karşımıza çıkan sayısız perspektifin ve perspektif katmanlarının iç içe geçmesinin yarattığı giriftliğin, dahası, metnin çok geniş soluklu anlatımından dolayı çok geniş bir alana yayılan bağdaşıklık öğelerinin özgün metin okurunu zorladığını, çeviri okurunu daha da fazla zorlama potansiyeline sahip olduğunu gözden kaçırmamamız gerekiyordu. Metnin gönderme yaptığı temel sorunlar ve kavramlar da Türkiyede çevirinin potansiyel okurunun yabancısı olmamakla birlikte bu açıdan da tam bir bilgi ve düzey simetrisinden söz edilemez. Bu durumlarda bir can simidi olan dipnot bizim de yararlandığımız bir araç oldu; ama dipnota olabildiğince çok bilgi ikmali yapmak amacıyla değil, metnin bütünsel okunmasına katkısı olduğu ölçüde ve özel önem atfettiğimiz noktalarda başvurduk; metnin izlenebilirliğini sağlamak için, okumayı ayrıca zorlaştırabilen dipnotlara başvurmak yerine, bağlantı noktaları olabildiğince açık bir dil kullanmaya çalıştık. Çevirmen olarak, metnin kendiliğinden konuşmasını ne kadar umup ummayacağımız, nerelerde ve hangi saiklerle, metnin sesini güçlendirmemizin uygun olacağına karar verirken de müdahaleci değil kolaylaştırıcı olmaya çalıştık. Ortaya çıkan çeviri için, yerelleştirici olmayan ama metni kendi kültürel alanımızla ilişkilendirmeyi amaçlayan bir çeviri diyebiliriz. Çevirideki genel çizgimizi ifade etmek için biraz sloganlaştırarak söylersek, ne iletişimi tıkayan bir kaynak odaklılığa, ne de metnin estetik özelliklerini indirgeyen bir erek odaklılığa yönelmedik. Eksiksiz çeviriyle anlaşılır çeviri genellikle karşıt etkenler gibi algılanır ve her somut çevirinin bu skala üzerinde belli bir yerde karar kıldığı düşünülür. Bizim için önemli olan metnin inceliklerini verirken anlaşılırlığı da gözetmekti, bunun da bir denge ve tutarlılık sorunu olduğunu düşünmekteyiz. Elinizdeki metin bir çeviri ürünü olarak bu tür bir arayışı sergilemektedir.Metnin iki çevirmenli olmasının ilkesel bir nedeni yok; ama belli aralıklarla edebiyat ve düşünce dünyasına ait kitapları çevirmemize karşın ikimizin de birinci işi çeviri yapmak olmadığı için, böyle yoğun ve hacimli bir işin altına tek başımıza girme cesaretini gösteremedik. Çevirmenlik yaşamımızın kuşkusuz köşe taşı olacak bu çalışmanın altına girerken ve sorunlarıyla boğuşurken açıkçası birbirimizden cesaret aldık. Elbette iki çevirmen olarak aynı metin üzerinde çalışmamızın beraberinde getireceği bazı ek zorluklar da olacaktı. Ama çalışma sürecimiz ve işbölümümüz, bu zorlukları algılanmayacak düzeye indirdi diyebiliriz. Çeviri sürecimizle ilgili önemli bir iki ayrıntıyı burada dile getirmek isteriz. Metnin çevirisinde ne bölümleri paylaşarak işbölümü yapma yoluna gittik, ne de belli işleri sadece birimiz diğerlerini sadece öteki yapmış oldu. Bu işte emeğimizi esirgemediğimizi, bu sayede de yer yer birbirinin içine girecek işler yapacak şekilde çalıştığımızı söyleyebiliriz. Sözgelimi belli yerlerin ilk çevirisini paylaştık, sonra karşılıklı olarak birbirimizin metnini gözden geçirdik. Ama bir bütün olarak metnin son hali tek elden çıktı. Çalışmanın bu aşaması da bir redaksiyon çalışmasından çok (çevirmen-redaktör dengelerinin gözetildiği, çeviriye sınırlı ölçüde müdahaleye dönük tipik bir redaksiyondan çok), çevirinin bütünselliği ve anlatım incelikleri açısından olgunlaşmasını amaçlayan ve her türlü düzenlemeye yetkili bir işlem olarak gerçekleşti. Tüm bu süreçte metnin bizim açımızdan şeffaflaşmasına ve Türkiye ortamında konuşmamıza katkıda bulunan ön tartışmalarımız özellikle önemliydi. Metni sadece kendi aramızda değil, bu çeviri projesinin ortaya çıkmasında yeri olan, Türkiyenin önde gelen çevirmenlerinden, dostumuz ve hocamız Veysel Ataymanla, bu metnin Türkçede yayınlanmasını heyecanla bekleyen arkadaşlarımızdan Attila Geridönmezle birçok bakımdan tartıştık. Türkçede içerik ve anlatım biçimi açısından metnin çeşitli zorlukları karşısında nasıl kararlar almamız gerektiğini deneme çevirileri üzerinde baştan belirlemeye çalıştık. Bu sayede de redaksiyon çalışması köklü değişiklikler yapmadan gelişti. Çeviriyi yayınevine teslim ettikten sonra yayına hazırlama çalışmasını üstlenen Nafer Ermiş ve Fahri Güllüoğlunun metnin akıcılığına katkılarını anmalıyız. İki çevirmen olarak yürüttüğümüz ortak ve karşılıklı denetimli çalışmaya karşın, dışardan bir gözün, çeviri metin okura sunulmadan önce metni baştan sona gözden geçirmesine, bir bakıma pilot okuma yapmasına ihtiyaç çok açık. Çalışmanın bu aşaması da yapıcı işbirliği içinde ve ürüne katkıda bulunacak biçimde gerçekleşti.İki çevirmen olarak çalışmamız bu işte bize cesaret vermekle kalmayıp, çeviriden aldığımız keyfi de artırdı, dahası çeviri kararlarımıza güvenimizin artmasını sağladı. Aynı zamanda çeviribilim alanında akademisyen tarafımızın olması nedeniyle, gerek kendi çeviri deneyimlerimizi, gerekse gözlemlediğimiz çeviri sorunlarını üniversitedeki birlikteliğimizde sıklıkla tartışmamıza karşın, bu çeviri işinde gösterdiğimiz çeviri tutumlarımızda karşılıklı olarak ulaştığımız uyumun derecesi bizi de şaşırttı. Bu çalışmanın bizim kendi çeviri deneyimimizde ve Türkiyede çeviri sorunlarına bakışımız açısından yeni bir yeri olduğundan kuşkumuz yok.Çevirisi 5 yıldan fazla bir sürece yayılan bu zorlu metni Türkçede sunarken anlamlı bir iş yaptığımız umudunu ve metnin zenginliğini geniş bir çevreyle paylaşma heyecanını taşıyoruz. Kültürün ve sanatın ayrıcalıklı sınıfların ve kişilerin tekelinden kurtarılıp insanlığın ortak mirası haline getirilmesinin, özgürleşme mücadelesinin de asli unsuru olduğuna inanan Peter Weissın bu ütopyasına bizim çevirimiz de kendi hayalleriyle katılıyor.Çağlar Tanyeri, Turgay Kurultay
Almanyada politik tiyatronun bir altbaşlığı olarak alınabilecek Belgesel Tiyatronun öncülerinden ve teorisyenlerinden biri olan Peter Weiss, bu kitapta, 1937-44 yılları arasındaki antifaşit direnişi ve bu direnişin içinde yer alan gerçek kişilerin öy... tümünü göster
Almanyada politik tiyatronun bir altbaşlığı olarak alınabilecek Belgesel Tiyatronun öncülerinden ve teorisyenlerinden biri olan Peter Weiss, bu kitapta, 1937-44 yılları arasındaki antifaşit direnişi ve bu direnişin içinde yer alan gerçek kişilerin öykülerini anlatıyor. Direnmenin Estetiği, kitaba ruhunu veren Heraklesin kimliğinde James Joyceun Ulyssesi karşısında... TADIMLIKÇevirmenlerin ÖnsözüBazı metinler çevrilmeden önce de ünleriyle bir ülkeye gelebilirler. Direnmenin Estetiği bu metinlerden olmadı. Almanyada üç cildi 1975-1981 yılları arasındaki süreçte yayınlanan ve daha başlangıçta sol entelektüel ve siyasal çevrelerin kült kitabı haline gelen bu devasa metin, tüm giriftliğine ve yoğunluğuna karşın Almanyada çoksatarlardan oldu, ayrıca işçiler arasında da coşkuyla karşılandı ve okuma grupları oluşturuldu. Eleştirmen çevrelerinin, gündelik siyaset yapıyor kaygısıyla başlarda soğuk durduğu, ama zaman içerisinde kendine özgü yazınsal değeri genel kabul görmeye başlayan bu roman, gündelik siyasetin içinden vizyon içeren bir kültür-sanat tarihi ve bir edebiyat alanı yaratıyor. Peter Weissın ikinci yurdu olan İsveçte, ayrıca başta Fransa olmak üzere daha birçok ülkede büyük yankı bulan Direnmenin Estetiği ilginç bir biçimde Anglosakson dünyada güçlü bir ilgi görmedi. İngilizcede üzerine kitaplar olmasına karşın kitabın tamamının İngilizceye çevirisi (bazı girişimler varolsa da) hâlâ yayınlanmamıştır. Metni, angaje bir yazarın bir siyasal söylemi (söylem kavramını, dünya algılayışının, dünya görüşünün kendini metinleştirmesi anlamında kullanıyoruz) olarak okuduğu anlaşılan Anglosakson edebiyat çevrelerinin ilgisizliği belki de metnin Türkiyeye bugüne kadar girmemesinde önemli rol oynamıştır. Metnin Türkçede nasıl karşılanacağını, ilgi görüp görmeyeceğini kestirmekte zorlansak da öneminden ve zenginleştirici etkisinden kuşkumuz yok. Çağdaş Alman yazarlardan ve önemsenen edebiyat eleştirmenlerinden Walter Jens, Peter Weissın bu kitabını devlerin arenasına, kitaba ruhunu veren figür olan Heraklesin kimliğinde James Joyceun Ulyssesinin karşısına çıkarır. Kitabın çevirmenleri olarak biz de bu kütlesel metnin tarihsel ağırlığını sürekli hissettik. İngilizcede sadece birinci cildi yayınlanmış olan, bazı Batı dillerinde bile çevirisi bulunmayan bugüne kadar sadece 7 dile çevrilen kitabı sekizinci dil olarak Türkçeye çevirmek buradaki sorumluluk duygusunu artırıyor.Direnmenin Estetiği, solun tarihsel yeriyle hesaplaşan sosyalist bir yazarın gözünden Batının kültür tarihi olarak değerlendirilebilecek; temaları ve yapısı bakımından derinlikli ve yoğun bir belge/roman. Almanyada politik tiyatronun bir alt başlığı olarak alınabilecek Belgesel Tiyatronun öncülerinden ve teorisyenlerinden biri olan Peter Weissın bu romanı, 1937-1944 arasındaki antifaşist direnişi ve bu direnişin içinde yer alan gerçek kişilerin öykülerini/yaşantılarını merkez alarak, isimsiz bir Ben anlatıcının (sınıf bilincine sahip aydın bir işçinin) bakış açısıyla, tarihi, Antik Yunandan bu yana sanat ve siyaset düzlemlerinde yeniden kuran bir metin. Direniş ve sınıfsal mücadele motifi çerçevesinde solun tarihinin (yazarının sözleriyle sosyalizm adına yapılmış hataların) ve sanatın toplumsal işlevinin sorgulanması, metinde iç içe geçen iki temel düzlem. Roman, metin kişilerinin öyküleriyle sınırlı kalmayıp sanat ve siyaset tarihinin de temel sorunlarını, karakterlerin perspektifinden yansıtarak gündeme getiriyor. Bu bakımdan tarihsel/toplumsal gerçeklik, metne, karakterleri dolayımlı olarak belirleyen bulanık bir fon gibi değil, doğrudan doğruya entelektüel bir tartışmanın konusu olarak giriyor. Böylece okur, anlatılan dönemin ürünü olan pek çok siyasi ve sanatsal duruşun ve bu duruşların yarattığı tartışma ortamının tanığı oluyor. Peter Weissın metin kişileri, iki düzlem üzerinden, yani siyaset ve sanat üzerinden dünyayı ve kendilerini anlamaya çalışmaktadır. Ancak birbirinden kopmaz bir bütün olarak beliren, ama birbirlerine indirgenemedikleri için birbirleriyle çelişen siyaset ve sanat, sadece dünyayı anlamanın araçları değil, aynı zamanda dönüştürmenin de araçlarıdır onlara göre. Metin kişileri bu anlama ve dönüştürme amacıyla hareket ederken kendileri de ucu açık bir süreç içinde belli tarihsel duraklardan geçmektedir. Direnmenin Estetiği gerçekliğin verilerinden yararlandığı için belgesel ve tarihsel, yazarının gerçek yaşamına göndermeleri olduğu için otobiyografik, metne giren parçaları kendine özgü bir biçimde yorumladığı ve birleştirdiği için kurmaca, metinde belirsiz bir imkân olarak yansıyan bir kurtuluş fikri bıraktığı için ütopik, yandaşı olduğu dünya görüşü karşısında eleştirel olduğu için yeniden kurucu, kullandığı farklı anlatım biçimleriyle hem belgesel-gerçekçi hem gerçeküstücü, Batı kültürünün siyasi tarihi ve sanat tarihiyle metinler üzerinden tartıştığı için metinlerarası ve kültür birikimini yeniden yorumladığı için ufuk açıcı özellikler taşıyan çokkatmanlı bir derya metin. Kaynağını tarihsel gerçeklikten alan roman, gerçekliği aşan metinlerarası ya da söylemlerarası bir yapı kuruyor; gerçekliği (daha doğrusu gerçekliği temsil iddiası içeren belli anlatıları), bir yandan yansıtıyor ama öte yandan onları kendine özgü bir biçimde yan yana, karşı karşıya getirmekle gerçekliği yeniden üretiyor. Böyle olunca romanın hakikati, bir hakikat vaaz etmesinde değil, söylemler ve karşı söylemlerin diyalektiğinden doğan görecelikte beliriyor. Kurulan bu yapının içinde de söylemlerin geçerlilik talepleri sorunsallaştırılıyor. Romanın merkezini, gerçekliğin tarihsel algılanma biçimleri, çeşitli söylemler, anlatılar ve onların arasındaki kurgulanmış ilişkiler oluşturuyor. Direnmenin Estetiğinin dünyası, sol söylemin içindeki söylemlerle, kurumlaşmış sol iktidarın ve yeni bir dil arayan, dolayısıyla henüz kurumlaşmamış, belirsizliklere açık sol muhalefetin diliyle örülü. Bu açıdan romanın dili, kendisini oluşturan önkoşullar ve kendisinin kurduğu olası dünyalar, gönderme alanları ve amaçları açısından genel olarak gerçekliği kuran pratiğin bir parçası. Roman bizim okumamızda (bazı yorumların tersine) sol dünya görüşünün ajitasyonu olmaktan çok uzak, çok perspektifli açık bir yapı sunuyor. Taraf olma, Peter Weissda ilkesel ve bilinçli bir seçim olmakla birlikte, ortodoks bir nitelik veya son sözü söyleme kaygısı taşımıyor; tersine, çizdiği çerçevenin içinde tartışmacı ve eleştirel bir özellik kazanıyor. Çok bildik bir sözcük olan ve kitaba ismini veren direnme (Widerstand) bilinmezleştiriliyor, bir sorgulama konusu haline getiriliyor. Bu nedenle olsa gerek, yazar kitabın içinde Widerstand sözcüğünü bir daha kullanmıyor. Bir dizi yakın anlamlı sözcüğü kullanırken direnme sözcüğünü kullanmaktan kaçınması, ifade ve dil arayışının bir göstergesi, insani bir olgu olarak direnmenin dokusunu kavrama çabası olsa gerek.Çevirmenler olarak kitabın başında bu tür düşüncelere yer vermemiz belli bir okuma biçimini koşullamak amacını taşımıyor. Elbette her okuma süreci metinlerin anlamını kendine göre yeniden kurar ve her okur metne kendine özgü, bireysel alımlama biçimleriyle yaklaşacağı için metni kendi yaşam dünyasında konumlandırır. Biz çevirmenler olarak bireysel okur perspektiflerinin önünü kesmeden, metni Türkiyenin kültür ve edebiyat bağlamı açısından yeniden düşünmeye çalıştık. Metnin kütleselliğinin getirdiği okuma zorluğunun yanısıra Batı kültür dünyasının yoğunlaşmış bilgisi, yerel tarihsel ve mekânsal bilginin yoğunluğu, Batı (ve Alman) edebiyat geleneği içinde özel bir efekt oluşturan anlatım biçiminin/biçimlerinin örtülülüğü gibi noktalar, bu metin Türkçede (ve Türkiyede) ne yönde okur beklentileriyle buluşur sorusunu ister istemez sorduruyor; ve bize de sordurdu. Aslında temel soru, bu metnin Almanyada oluşumundan 25 yıl sonra Türkçeye çevrilmesinin gereğinin ve anlamının sorgulamasıdır. Kuşkusuz her metin ve onun her çevirisi, çevrildiği dilde ve çevrildiği kültürel dünyada belli karşılıklar bulacaktır; ve bunların ne olması gerektiğini belirlemek bir çevirmen görevi olmadığı gibi, bir metnin çevirisinin okurda yarattığı etkileri izlemek isteği de boşunadır. Bununla birlikte edebi iletişimin gerçekleşmesinde çevirmen de kaçınılmaz olarak anlam kurucu aktörler arasında yer aldığı için, metindeki kapalılıklara, metnin olası okunma-yorumlanma biçimlerine ilişkin verilecek çeviri kararları Türkçede Direnmenin Estetiğinin şekillenmesinin bir parçasıdır. Metni Türkçeye çevirme kararı çok rahat verilmedi. Bu metni Türkçeye neden çevirmediğimiz sorusu bir Alman akademisyen dostumuzdan, siyaset felsefecisi Prof. Dr. Wolfgang Bialastan geldi. Metnin gücü ve Alman edebiyatı içindeki ağırlığı metni çevirmemiz için yeterli bir gerekçe değildi, tersine tam da bu ağırlık yüzünden kitabı çevirme düşüncesine, Türkçede bu metnin çevirisinin iyi bir karşılık bulup bulmayacağı ve çevirinin güçlüklerinin üstesinden nasıl geleceğimiz konularına daha temkinli yaklaştık. Romanı bir çeviri projesi olarak Yapı Kredi Yayınlarına sunmadan önce metne çevirmen gözüyle baktığımız uzun bir süreçten geçtik. Bu nedenle temel kaygımız, yukarıda sonuçlarını özetlemeye çalıştığımız gibi, bir metin analizi yapmaktan; Direnmenin Estetiğini, üretildiği ortamda konumlandırmaktan ibaret değildi doğal olarak. Çevirmen olarak asıl derdimiz çevireceğimiz metni kendi kültür ortamımızla ilişkilendirmekti. Çünkü metnin burada konumlandırılması çeviri kararlarımızı ister istemez etkileyecekti. Bu metnin çevirmenleri olarak bizi hem Türkiyedeki alımlama koşulları, hem de genelde çevirilerden beklentiler (çeviri normları da diyebiliriz) yönlendirdi.Romanın anlam ve alımlanmasına ilişkin soruları iki düzlemde, konu-dil (romanın malzemesi) ve anlatı-dil (romanın anlatım stratejisi) düzleminde ele aldık. Konu-dile ilişkin ortaya atılan sorular, Direnmenin Estetiğinin konularının bizim kültür dünyamızda yer alıp almadığına, alıyorsa okur çevreleriyle ne türden bir ilişki kurabileceğine yanıt ararken, öncelikle üzerinde durduğumuz nokta anlatı-dile ilişkin sorulardı; Direnmenin Estetiğinin konuları ele alış biçiminin Türkçe edebiyatla ilişkisini nasıl anlamak gerekiyordu, başka bir deyişle bu ele alış biçimi bizim edebiyat geleneklerimizde/alışkanlıklarımızda karşılık bulabilecek, başka metinlerle eklemlenebilecek miydi. Ama bir o kadar önemli olan soru, konu-dil açısından vardı; yani metnin konu ettiği sorun alanları ve dünya gerçekliği bakımından fazlasıyla uzak bir metinle mi karşı karşıyaydık. Metnin ayrıntısına ve izleğine yönelik gözlemlerimizde, Türkiyenin tarihsel olarak verili kültür ve edebiyat ortamının, Direnmenin Estetiği ile okur arasında bir iletişimin kurulması için çeşitli bakımlardan elverişli olduğu sonucuna vardık. Romanın, bütün karmaşıklığına karşın, ne konu-dili ne de anlatı-dili açısından Türkiyenin kültürel ortamında boşlukta sallanan bir metin olmadığı düşüncesindeyiz. Metin buradaki okura da bir bakıma son derece tanış sorunları ve söylem biçimleri sunarken, örneği görülmemiş boyutta bir tarihsel yeniden okuma, bir hesaplaşma içermesiyle yabancı duruyor. Bilineni yeniden düşünmeye çağırıyor, büyük bir sabırla ve tüm patikaları katederek; gerçek mekânların adeta gerçek zaman-mekânlı betimlenmesinden küresel bir bakışa çıkış çabası; böylesi bir hesaplaşmanın zihinsel yükünü taşımaya çağıran bir metin var karşımızda. Peter Weiss, sol idealleri terk etmemiş biri olmasına ve güçlü angajmanına karşın yüzeysellikten alabildiğine uzak bir ressam-tiyatrocu-edebiyatçı düşünür. Bu romanda da solu tarihsel, siyasal ve insani açılardan anlamaya, anlamlandırmaya yönelik inanılmaz boyutta bir enerji sergiliyor. Direnmenin Estetiği hem sol içi gelişmeleri büyüteç altına almaya, hem de solun insanlık tarihi içindeki yerini ve insanın, tüm zamanlarda varolmuş olan mücadele yanını nasıl temsil ettiğini araştırmaya dönük, zihni zenginleştiren ve kültür ve sanat tarihini yeniden okuyan anıtsal bir yapıt.Romanın blok anlatımı içinde karşımıza çıkan sayısız perspektifin ve perspektif katmanlarının iç içe geçmesinin yarattığı giriftliğin, dahası, metnin çok geniş soluklu anlatımından dolayı çok geniş bir alana yayılan bağdaşıklık öğelerinin özgün metin okurunu zorladığını, çeviri okurunu daha da fazla zorlama potansiyeline sahip olduğunu gözden kaçırmamamız gerekiyordu. Metnin gönderme yaptığı temel sorunlar ve kavramlar da Türkiyede çevirinin potansiyel okurunun yabancısı olmamakla birlikte bu açıdan da tam bir bilgi ve düzey simetrisinden söz edilemez. Bu durumlarda bir can simidi olan dipnot bizim de yararlandığımız bir araç oldu; ama dipnota olabildiğince çok bilgi ikmali yapmak amacıyla değil, metnin bütünsel okunmasına katkısı olduğu ölçüde ve özel önem atfettiğimiz noktalarda başvurduk; metnin izlenebilirliğini sağlamak için, okumayı ayrıca zorlaştırabilen dipnotlara başvurmak yerine, bağlantı noktaları olabildiğince açık bir dil kullanmaya çalıştık. Çevirmen olarak, metnin kendiliğinden konuşmasını ne kadar umup ummayacağımız, nerelerde ve hangi saiklerle, metnin sesini güçlendirmemizin uygun olacağına karar verirken de müdahaleci değil kolaylaştırıcı olmaya çalıştık. Ortaya çıkan çeviri için, yerelleştirici olmayan ama metni kendi kültürel alanımızla ilişkilendirmeyi amaçlayan bir çeviri diyebiliriz. Çevirideki genel çizgimizi ifade etmek için biraz sloganlaştırarak söylersek, ne iletişimi tıkayan bir kaynak odaklılığa, ne de metnin estetik özelliklerini indirgeyen bir erek odaklılığa yönelmedik. Eksiksiz çeviriyle anlaşılır çeviri genellikle karşıt etkenler gibi algılanır ve her somut çevirinin bu skala üzerinde belli bir yerde karar kıldığı düşünülür. Bizim için önemli olan metnin inceliklerini verirken anlaşılırlığı da gözetmekti, bunun da bir denge ve tutarlılık sorunu olduğunu düşünmekteyiz. Elinizdeki metin bir çeviri ürünü olarak bu tür bir arayışı sergilemektedir.Metnin iki çevirmenli olmasının ilkesel bir nedeni yok; ama belli aralıklarla edebiyat ve düşünce dünyasına ait kitapları çevirmemize karşın ikimizin de birinci işi çeviri yapmak olmadığı için, böyle yoğun ve hacimli bir işin altına tek başımıza girme cesaretini gösteremedik. Çevirmenlik yaşamımızın kuşkusuz köşe taşı olacak bu çalışmanın altına girerken ve sorunlarıyla boğuşurken açıkçası birbirimizden cesaret aldık. Elbette iki çevirmen olarak aynı metin üzerinde çalışmamızın beraberinde getireceği bazı ek zorluklar da olacaktı. Ama çalışma sürecimiz ve işbölümümüz, bu zorlukları algılanmayacak düzeye indirdi diyebiliriz. Çeviri sürecimizle ilgili önemli bir iki ayrıntıyı burada dile getirmek isteriz. Metnin çevirisinde ne bölümleri paylaşarak işbölümü yapma yoluna gittik, ne de belli işleri sadece birimiz diğerlerini sadece öteki yapmış oldu. Bu işte emeğimizi esirgemediğimizi, bu sayede de yer yer birbirinin içine girecek işler yapacak şekilde çalıştığımızı söyleyebiliriz. Sözgelimi belli yerlerin ilk çevirisini paylaştık, sonra karşılıklı olarak birbirimizin metnini gözden geçirdik. Ama bir bütün olarak metnin son hali tek elden çıktı. Çalışmanın bu aşaması da bir redaksiyon çalışmasından çok (çevirmen-redaktör dengelerinin gözetildiği, çeviriye sınırlı ölçüde müdahaleye dönük tipik bir redaksiyondan çok), çevirinin bütünselliği ve anlatım incelikleri açısından olgunlaşmasını amaçlayan ve her türlü düzenlemeye yetkili bir işlem olarak gerçekleşti. Tüm bu süreçte metnin bizim açımızdan şeffaflaşmasına ve Türkiye ortamında konuşmamıza katkıda bulunan ön tartışmalarımız özellikle önemliydi. Metni sadece kendi aramızda değil, bu çeviri projesinin ortaya çıkmasında yeri olan, Türkiyenin önde gelen çevirmenlerinden, dostumuz ve hocamız Veysel Ataymanla, bu metnin Türkçede yayınlanmasını heyecanla bekleyen arkadaşlarımızdan Attila Geridönmezle birçok bakımdan tartıştık. Türkçede içerik ve anlatım biçimi açısından metnin çeşitli zorlukları karşısında nasıl kararlar almamız gerektiğini deneme çevirileri üzerinde baştan belirlemeye çalıştık. Bu sayede de redaksiyon çalışması köklü değişiklikler yapmadan gelişti. Çeviriyi yayınevine teslim ettikten sonra yayına hazırlama çalışmasını üstlenen Nafer Ermiş ve Fahri Güllüoğlunun metnin akıcılığına katkılarını anmalıyız. İki çevirmen olarak yürüttüğümüz ortak ve karşılıklı denetimli çalışmaya karşın, dışardan bir gözün, çeviri metin okura sunulmadan önce metni baştan sona gözden geçirmesine, bir bakıma pilot okuma yapmasına ihtiyaç çok açık. Çalışmanın bu aşaması da yapıcı işbirliği içinde ve ürüne katkıda bulunacak biçimde gerçekleşti.İki çevirmen olarak çalışmamız bu işte bize cesaret vermekle kalmayıp, çeviriden aldığımız keyfi de artırdı, dahası çeviri kararlarımıza güvenimizin artmasını sağladı. Aynı zamanda çeviribilim alanında akademisyen tarafımızın olması nedeniyle, gerek kendi çeviri deneyimlerimizi, gerekse gözlemlediğimiz çeviri sorunlarını üniversitedeki birlikteliğimizde sıklıkla tartışmamıza karşın, bu çeviri işinde gösterdiğimiz çeviri tutumlarımızda karşılıklı olarak ulaştığımız uyumun derecesi bizi de şaşırttı. Bu çalışmanın bizim kendi çeviri deneyimimizde ve Türkiyede çeviri sorunlarına bakışımız açısından yeni bir yeri olduğundan kuşkumuz yok.Çevirisi 5 yıldan fazla bir sürece yayılan bu zorlu metni Türkçede sunarken anlamlı bir iş yaptığımız umudunu ve metnin zenginliğini geniş bir çevreyle paylaşma heyecanını taşıyoruz. Kültürün ve sanatın ayrıcalıklı sınıfların ve kişilerin tekelinden kurtarılıp insanlığın ortak mirası haline getirilmesinin, özgürleşme mücadelesinin de asli unsuru olduğuna inanan Peter Weissın bu ütopyasına bizim çevirimiz de kendi hayalleriyle katılıyor.Çağlar Tanyeri, Turgay Kurultay
Almanyada politik tiyatronun bir altbaşlığı olarak alınabilecek Belgesel Tiyatronun öncülerinden ve teorisyenlerinden biri olan Peter Weiss, bu kitapta, 1937-44 yılları arasındaki antifaşit direnişi ve bu direnişin içinde yer alan gerçek kişilerin öy... tümünü göster
Almanyada politik tiyatronun bir altbaşlığı olarak alınabilecek Belgesel Tiyatronun öncülerinden ve teorisyenlerinden biri olan Peter Weiss, bu kitapta, 1937-44 yılları arasındaki antifaşit direnişi ve bu direnişin içinde yer alan gerçek kişilerin öykülerini anlatıyor. Direnmenin Estetiği, kitaba ruhunu veren Heraklesin kimliğinde James Joyceun Ulyssesi karşısında... TADIMLIKÇevirmenlerin ÖnsözüBazı metinler çevrilmeden önce de ünleriyle bir ülkeye gelebilirler. Direnmenin Estetiği bu metinlerden olmadı. Almanyada üç cildi 1975-1981 yılları arasındaki süreçte yayınlanan ve daha başlangıçta sol entelektüel ve siyasal çevrelerin kült kitabı haline gelen bu devasa metin, tüm giriftliğine ve yoğunluğuna karşın Almanyada çoksatarlardan oldu, ayrıca işçiler arasında da coşkuyla karşılandı ve okuma grupları oluşturuldu. Eleştirmen çevrelerinin, gündelik siyaset yapıyor kaygısıyla başlarda soğuk durduğu, ama zaman içerisinde kendine özgü yazınsal değeri genel kabul görmeye başlayan bu roman, gündelik siyasetin içinden vizyon içeren bir kültür-sanat tarihi ve bir edebiyat alanı yaratıyor. Peter Weissın ikinci yurdu olan İsveçte, ayrıca başta Fransa olmak üzere daha birçok ülkede büyük yankı bulan Direnmenin Estetiği ilginç bir biçimde Anglosakson dünyada güçlü bir ilgi görmedi. İngilizcede üzerine kitaplar olmasına karşın kitabın tamamının İngilizceye çevirisi (bazı girişimler varolsa da) hâlâ yayınlanmamıştır. Metni, angaje bir yazarın bir siyasal söylemi (söylem kavramını, dünya algılayışının, dünya görüşünün kendini metinleştirmesi anlamında kullanıyoruz) olarak okuduğu anlaşılan Anglosakson edebiyat çevrelerinin ilgisizliği belki de metnin Türkiyeye bugüne kadar girmemesinde önemli rol oynamıştır. Metnin Türkçede nasıl karşılanacağını, ilgi görüp görmeyeceğini kestirmekte zorlansak da öneminden ve zenginleştirici etkisinden kuşkumuz yok. Çağdaş Alman yazarlardan ve önemsenen edebiyat eleştirmenlerinden Walter Jens, Peter Weissın bu kitabını devlerin arenasına, kitaba ruhunu veren figür olan Heraklesin kimliğinde James Joyceun Ulyssesinin karşısına çıkarır. Kitabın çevirmenleri olarak biz de bu kütlesel metnin tarihsel ağırlığını sürekli hissettik. İngilizcede sadece birinci cildi yayınlanmış olan, bazı Batı dillerinde bile çevirisi bulunmayan bugüne kadar sadece 7 dile çevrilen kitabı sekizinci dil olarak Türkçeye çevirmek buradaki sorumluluk duygusunu artırıyor.Direnmenin Estetiği, solun tarihsel yeriyle hesaplaşan sosyalist bir yazarın gözünden Batının kültür tarihi olarak değerlendirilebilecek; temaları ve yapısı bakımından derinlikli ve yoğun bir belge/roman. Almanyada politik tiyatronun bir alt başlığı olarak alınabilecek Belgesel Tiyatronun öncülerinden ve teorisyenlerinden biri olan Peter Weissın bu romanı, 1937-1944 arasındaki antifaşist direnişi ve bu direnişin içinde yer alan gerçek kişilerin öykülerini/yaşantılarını merkez alarak, isimsiz bir Ben anlatıcının (sınıf bilincine sahip aydın bir işçinin) bakış açısıyla, tarihi, Antik Yunandan bu yana sanat ve siyaset düzlemlerinde yeniden kuran bir metin. Direniş ve sınıfsal mücadele motifi çerçevesinde solun tarihinin (yazarının sözleriyle sosyalizm adına yapılmış hataların) ve sanatın toplumsal işlevinin sorgulanması, metinde iç içe geçen iki temel düzlem. Roman, metin kişilerinin öyküleriyle sınırlı kalmayıp sanat ve siyaset tarihinin de temel sorunlarını, karakterlerin perspektifinden yansıtarak gündeme getiriyor. Bu bakımdan tarihsel/toplumsal gerçeklik, metne, karakterleri dolayımlı olarak belirleyen bulanık bir fon gibi değil, doğrudan doğruya entelektüel bir tartışmanın konusu olarak giriyor. Böylece okur, anlatılan dönemin ürünü olan pek çok siyasi ve sanatsal duruşun ve bu duruşların yarattığı tartışma ortamının tanığı oluyor. Peter Weissın metin kişileri, iki düzlem üzerinden, yani siyaset ve sanat üzerinden dünyayı ve kendilerini anlamaya çalışmaktadır. Ancak birbirinden kopmaz bir bütün olarak beliren, ama birbirlerine indirgenemedikleri için birbirleriyle çelişen siyaset ve sanat, sadece dünyayı anlamanın araçları değil, aynı zamanda dönüştürmenin de araçlarıdır onlara göre. Metin kişileri bu anlama ve dönüştürme amacıyla hareket ederken kendileri de ucu açık bir süreç içinde belli tarihsel duraklardan geçmektedir. Direnmenin Estetiği gerçekliğin verilerinden yararlandığı için belgesel ve tarihsel, yazarının gerçek yaşamına göndermeleri olduğu için otobiyografik, metne giren parçaları kendine özgü bir biçimde yorumladığı ve birleştirdiği için kurmaca, metinde belirsiz bir imkân olarak yansıyan bir kurtuluş fikri bıraktığı için ütopik, yandaşı olduğu dünya görüşü karşısında eleştirel olduğu için yeniden kurucu, kullandığı farklı anlatım biçimleriyle hem belgesel-gerçekçi hem gerçeküstücü, Batı kültürünün siyasi tarihi ve sanat tarihiyle metinler üzerinden tartıştığı için metinlerarası ve kültür birikimini yeniden yorumladığı için ufuk açıcı özellikler taşıyan çokkatmanlı bir derya metin. Kaynağını tarihsel gerçeklikten alan roman, gerçekliği aşan metinlerarası ya da söylemlerarası bir yapı kuruyor; gerçekliği (daha doğrusu gerçekliği temsil iddiası içeren belli anlatıları), bir yandan yansıtıyor ama öte yandan onları kendine özgü bir biçimde yan yana, karşı karşıya getirmekle gerçekliği yeniden üretiyor. Böyle olunca romanın hakikati, bir hakikat vaaz etmesinde değil, söylemler ve karşı söylemlerin diyalektiğinden doğan görecelikte beliriyor. Kurulan bu yapının içinde de söylemlerin geçerlilik talepleri sorunsallaştırılıyor. Romanın merkezini, gerçekliğin tarihsel algılanma biçimleri, çeşitli söylemler, anlatılar ve onların arasındaki kurgulanmış ilişkiler oluşturuyor. Direnmenin Estetiğinin dünyası, sol söylemin içindeki söylemlerle, kurumlaşmış sol iktidarın ve yeni bir dil arayan, dolayısıyla henüz kurumlaşmamış, belirsizliklere açık sol muhalefetin diliyle örülü. Bu açıdan romanın dili, kendisini oluşturan önkoşullar ve kendisinin kurduğu olası dünyalar, gönderme alanları ve amaçları açısından genel olarak gerçekliği kuran pratiğin bir parçası. Roman bizim okumamızda (bazı yorumların tersine) sol dünya görüşünün ajitasyonu olmaktan çok uzak, çok perspektifli açık bir yapı sunuyor. Taraf olma, Peter Weissda ilkesel ve bilinçli bir seçim olmakla birlikte, ortodoks bir nitelik veya son sözü söyleme kaygısı taşımıyor; tersine, çizdiği çerçevenin içinde tartışmacı ve eleştirel bir özellik kazanıyor. Çok bildik bir sözcük olan ve kitaba ismini veren direnme (Widerstand) bilinmezleştiriliyor, bir sorgulama konusu haline getiriliyor. Bu nedenle olsa gerek, yazar kitabın içinde Widerstand sözcüğünü bir daha kullanmıyor. Bir dizi yakın anlamlı sözcüğü kullanırken direnme sözcüğünü kullanmaktan kaçınması, ifade ve dil arayışının bir göstergesi, insani bir olgu olarak direnmenin dokusunu kavrama çabası olsa gerek.Çevirmenler olarak kitabın başında bu tür düşüncelere yer vermemiz belli bir okuma biçimini koşullamak amacını taşımıyor. Elbette her okuma süreci metinlerin anlamını kendine göre yeniden kurar ve her okur metne kendine özgü, bireysel alımlama biçimleriyle yaklaşacağı için metni kendi yaşam dünyasında konumlandırır. Biz çevirmenler olarak bireysel okur perspektiflerinin önünü kesmeden, metni Türkiyenin kültür ve edebiyat bağlamı açısından yeniden düşünmeye çalıştık. Metnin kütleselliğinin getirdiği okuma zorluğunun yanısıra Batı kültür dünyasının yoğunlaşmış bilgisi, yerel tarihsel ve mekânsal bilginin yoğunluğu, Batı (ve Alman) edebiyat geleneği içinde özel bir efekt oluşturan anlatım biçiminin/biçimlerinin örtülülüğü gibi noktalar, bu metin Türkçede (ve Türkiyede) ne yönde okur beklentileriyle buluşur sorusunu ister istemez sorduruyor; ve bize de sordurdu. Aslında temel soru, bu metnin Almanyada oluşumundan 25 yıl sonra Türkçeye çevrilmesinin gereğinin ve anlamının sorgulamasıdır. Kuşkusuz her metin ve onun her çevirisi, çevrildiği dilde ve çevrildiği kültürel dünyada belli karşılıklar bulacaktır; ve bunların ne olması gerektiğini belirlemek bir çevirmen görevi olmadığı gibi, bir metnin çevirisinin okurda yarattığı etkileri izlemek isteği de boşunadır. Bununla birlikte edebi iletişimin gerçekleşmesinde çevirmen de kaçınılmaz olarak anlam kurucu aktörler arasında yer aldığı için, metindeki kapalılıklara, metnin olası okunma-yorumlanma biçimlerine ilişkin verilecek çeviri kararları Türkçede Direnmenin Estetiğinin şekillenmesinin bir parçasıdır. Metni Türkçeye çevirme kararı çok rahat verilmedi. Bu metni Türkçeye neden çevirmediğimiz sorusu bir Alman akademisyen dostumuzdan, siyaset felsefecisi Prof. Dr. Wolfgang Bialastan geldi. Metnin gücü ve Alman edebiyatı içindeki ağırlığı metni çevirmemiz için yeterli bir gerekçe değildi, tersine tam da bu ağırlık yüzünden kitabı çevirme düşüncesine, Türkçede bu metnin çevirisinin iyi bir karşılık bulup bulmayacağı ve çevirinin güçlüklerinin üstesinden nasıl geleceğimiz konularına daha temkinli yaklaştık. Romanı bir çeviri projesi olarak Yapı Kredi Yayınlarına sunmadan önce metne çevirmen gözüyle baktığımız uzun bir süreçten geçtik. Bu nedenle temel kaygımız, yukarıda sonuçlarını özetlemeye çalıştığımız gibi, bir metin analizi yapmaktan; Direnmenin Estetiğini, üretildiği ortamda konumlandırmaktan ibaret değildi doğal olarak. Çevirmen olarak asıl derdimiz çevireceğimiz metni kendi kültür ortamımızla ilişkilendirmekti. Çünkü metnin burada konumlandırılması çeviri kararlarımızı ister istemez etkileyecekti. Bu metnin çevirmenleri olarak bizi hem Türkiyedeki alımlama koşulları, hem de genelde çevirilerden beklentiler (çeviri normları da diyebiliriz) yönlendirdi.Romanın anlam ve alımlanmasına ilişkin soruları iki düzlemde, konu-dil (romanın malzemesi) ve anlatı-dil (romanın anlatım stratejisi) düzleminde ele aldık. Konu-dile ilişkin ortaya atılan sorular, Direnmenin Estetiğinin konularının bizim kültür dünyamızda yer alıp almadığına, alıyorsa okur çevreleriyle ne türden bir ilişki kurabileceğine yanıt ararken, öncelikle üzerinde durduğumuz nokta anlatı-dile ilişkin sorulardı; Direnmenin Estetiğinin konuları ele alış biçiminin Türkçe edebiyatla ilişkisini nasıl anlamak gerekiyordu, başka bir deyişle bu ele alış biçimi bizim edebiyat geleneklerimizde/alışkanlıklarımızda karşılık bulabilecek, başka metinlerle eklemlenebilecek miydi. Ama bir o kadar önemli olan soru, konu-dil açısından vardı; yani metnin konu ettiği sorun alanları ve dünya gerçekliği bakımından fazlasıyla uzak bir metinle mi karşı karşıyaydık. Metnin ayrıntısına ve izleğine yönelik gözlemlerimizde, Türkiyenin tarihsel olarak verili kültür ve edebiyat ortamının, Direnmenin Estetiği ile okur arasında bir iletişimin kurulması için çeşitli bakımlardan elverişli olduğu sonucuna vardık. Romanın, bütün karmaşıklığına karşın, ne konu-dili ne de anlatı-dili açısından Türkiyenin kültürel ortamında boşlukta sallanan bir metin olmadığı düşüncesindeyiz. Metin buradaki okura da bir bakıma son derece tanış sorunları ve söylem biçimleri sunarken, örneği görülmemiş boyutta bir tarihsel yeniden okuma, bir hesaplaşma içermesiyle yabancı duruyor. Bilineni yeniden düşünmeye çağırıyor, büyük bir sabırla ve tüm patikaları katederek; gerçek mekânların adeta gerçek zaman-mekânlı betimlenmesinden küresel bir bakışa çıkış çabası; böylesi bir hesaplaşmanın zihinsel yükünü taşımaya çağıran bir metin var karşımızda. Peter Weiss, sol idealleri terk etmemiş biri olmasına ve güçlü angajmanına karşın yüzeysellikten alabildiğine uzak bir ressam-tiyatrocu-edebiyatçı düşünür. Bu romanda da solu tarihsel, siyasal ve insani açılardan anlamaya, anlamlandırmaya yönelik inanılmaz boyutta bir enerji sergiliyor. Direnmenin Estetiği hem sol içi gelişmeleri büyüteç altına almaya, hem de solun insanlık tarihi içindeki yerini ve insanın, tüm zamanlarda varolmuş olan mücadele yanını nasıl temsil ettiğini araştırmaya dönük, zihni zenginleştiren ve kültür ve sanat tarihini yeniden okuyan anıtsal bir yapıt.Romanın blok anlatımı içinde karşımıza çıkan sayısız perspektifin ve perspektif katmanlarının iç içe geçmesinin yarattığı giriftliğin, dahası, metnin çok geniş soluklu anlatımından dolayı çok geniş bir alana yayılan bağdaşıklık öğelerinin özgün metin okurunu zorladığını, çeviri okurunu daha da fazla zorlama potansiyeline sahip olduğunu gözden kaçırmamamız gerekiyordu. Metnin gönderme yaptığı temel sorunlar ve kavramlar da Türkiyede çevirinin potansiyel okurunun yabancısı olmamakla birlikte bu açıdan da tam bir bilgi ve düzey simetrisinden söz edilemez. Bu durumlarda bir can simidi olan dipnot bizim de yararlandığımız bir araç oldu; ama dipnota olabildiğince çok bilgi ikmali yapmak amacıyla değil, metnin bütünsel okunmasına katkısı olduğu ölçüde ve özel önem atfettiğimiz noktalarda başvurduk; metnin izlenebilirliğini sağlamak için, okumayı ayrıca zorlaştırabilen dipnotlara başvurmak yerine, bağlantı noktaları olabildiğince açık bir dil kullanmaya çalıştık. Çevirmen olarak, metnin kendiliğinden konuşmasını ne kadar umup ummayacağımız, nerelerde ve hangi saiklerle, metnin sesini güçlendirmemizin uygun olacağına karar verirken de müdahaleci değil kolaylaştırıcı olmaya çalıştık. Ortaya çıkan çeviri için, yerelleştirici olmayan ama metni kendi kültürel alanımızla ilişkilendirmeyi amaçlayan bir çeviri diyebiliriz. Çevirideki genel çizgimizi ifade etmek için biraz sloganlaştırarak söylersek, ne iletişimi tıkayan bir kaynak odaklılığa, ne de metnin estetik özelliklerini indirgeyen bir erek odaklılığa yönelmedik. Eksiksiz çeviriyle anlaşılır çeviri genellikle karşıt etkenler gibi algılanır ve her somut çevirinin bu skala üzerinde belli bir yerde karar kıldığı düşünülür. Bizim için önemli olan metnin inceliklerini verirken anlaşılırlığı da gözetmekti, bunun da bir denge ve tutarlılık sorunu olduğunu düşünmekteyiz. Elinizdeki metin bir çeviri ürünü olarak bu tür bir arayışı sergilemektedir.Metnin iki çevirmenli olmasının ilkesel bir nedeni yok; ama belli aralıklarla edebiyat ve düşünce dünyasına ait kitapları çevirmemize karşın ikimizin de birinci işi çeviri yapmak olmadığı için, böyle yoğun ve hacimli bir işin altına tek başımıza girme cesaretini gösteremedik. Çevirmenlik yaşamımızın kuşkusuz köşe taşı olacak bu çalışmanın altına girerken ve sorunlarıyla boğuşurken açıkçası birbirimizden cesaret aldık. Elbette iki çevirmen olarak aynı metin üzerinde çalışmamızın beraberinde getireceği bazı ek zorluklar da olacaktı. Ama çalışma sürecimiz ve işbölümümüz, bu zorlukları algılanmayacak düzeye indirdi diyebiliriz. Çeviri sürecimizle ilgili önemli bir iki ayrıntıyı burada dile getirmek isteriz. Metnin çevirisinde ne bölümleri paylaşarak işbölümü yapma yoluna gittik, ne de belli işleri sadece birimiz diğerlerini sadece öteki yapmış oldu. Bu işte emeğimizi esirgemediğimizi, bu sayede de yer yer birbirinin içine girecek işler yapacak şekilde çalıştığımızı söyleyebiliriz. Sözgelimi belli yerlerin ilk çevirisini paylaştık, sonra karşılıklı olarak birbirimizin metnini gözden geçirdik. Ama bir bütün olarak metnin son hali tek elden çıktı. Çalışmanın bu aşaması da bir redaksiyon çalışmasından çok (çevirmen-redaktör dengelerinin gözetildiği, çeviriye sınırlı ölçüde müdahaleye dönük tipik bir redaksiyondan çok), çevirinin bütünselliği ve anlatım incelikleri açısından olgunlaşmasını amaçlayan ve her türlü düzenlemeye yetkili bir işlem olarak gerçekleşti. Tüm bu süreçte metnin bizim açımızdan şeffaflaşmasına ve Türkiye ortamında konuşmamıza katkıda bulunan ön tartışmalarımız özellikle önemliydi. Metni sadece kendi aramızda değil, bu çeviri projesinin ortaya çıkmasında yeri olan, Türkiyenin önde gelen çevirmenlerinden, dostumuz ve hocamız Veysel Ataymanla, bu metnin Türkçede yayınlanmasını heyecanla bekleyen arkadaşlarımızdan Attila Geridönmezle birçok bakımdan tartıştık. Türkçede içerik ve anlatım biçimi açısından metnin çeşitli zorlukları karşısında nasıl kararlar almamız gerektiğini deneme çevirileri üzerinde baştan belirlemeye çalıştık. Bu sayede de redaksiyon çalışması köklü değişiklikler yapmadan gelişti. Çeviriyi yayınevine teslim ettikten sonra yayına hazırlama çalışmasını üstlenen Nafer Ermiş ve Fahri Güllüoğlunun metnin akıcılığına katkılarını anmalıyız. İki çevirmen olarak yürüttüğümüz ortak ve karşılıklı denetimli çalışmaya karşın, dışardan bir gözün, çeviri metin okura sunulmadan önce metni baştan sona gözden geçirmesine, bir bakıma pilot okuma yapmasına ihtiyaç çok açık. Çalışmanın bu aşaması da yapıcı işbirliği içinde ve ürüne katkıda bulunacak biçimde gerçekleşti.İki çevirmen olarak çalışmamız bu işte bize cesaret vermekle kalmayıp, çeviriden aldığımız keyfi de artırdı, dahası çeviri kararlarımıza güvenimizin artmasını sağladı. Aynı zamanda çeviribilim alanında akademisyen tarafımızın olması nedeniyle, gerek kendi çeviri deneyimlerimizi, gerekse gözlemlediğimiz çeviri sorunlarını üniversitedeki birlikteliğimizde sıklıkla tartışmamıza karşın, bu çeviri işinde gösterdiğimiz çeviri tutumlarımızda karşılıklı olarak ulaştığımız uyumun derecesi bizi de şaşırttı. Bu çalışmanın bizim kendi çeviri deneyimimizde ve Türkiyede çeviri sorunlarına bakışımız açısından yeni bir yeri olduğundan kuşkumuz yok.Çevirisi 5 yıldan fazla bir sürece yayılan bu zorlu metni Türkçede sunarken anlamlı bir iş yaptığımız umudunu ve metnin zenginliğini geniş bir çevreyle paylaşma heyecanını taşıyoruz. Kültürün ve sanatın ayrıcalıklı sınıfların ve kişilerin tekelinden kurtarılıp insanlığın ortak mirası haline getirilmesinin, özgürleşme mücadelesinin de asli unsuru olduğuna inanan Peter Weissın bu ütopyasına bizim çevirimiz de kendi hayalleriyle katılıyor.Çağlar Tanyeri, Turgay Kurultay
Almanyada politik tiyatronun bir altbaşlığı olarak alınabilecek Belgesel Tiyatronun öncülerinden ve teorisyenlerinden biri olan Peter Weiss, bu kitapta, 1937-44 yılları arasındaki antifaşit direnişi ve bu direnişin içinde yer alan gerçek kişilerin öy... tümünü göster
1918 sonrası Almanya. Hem Komünist hareketin Almanya'daki durumu hem Nazilerin iktidara gelişi ve faşizmin o alçak yüzü. Dönemi iyi anlamak için kesinlikle okunması gereken bir kitap.
1918 sonrası Almanya. Hem Komünist hareketin Almanya'daki durumu hem Nazilerin iktidara gelişi ve faşizmin o alçak yüzü. Dönemi iyi anlamak için kesinlikle okunması gereken bir kitap.
keskiner şu anda kitap okumuyor.