Mario Levinin 1990 yılı Haldun Taner Öykü Ödülünü kazanan Bir Şehre Gidememek adlı öyküsünü içeren ve aynı adı taşıyan kitabı yeniden kitapçı raflarında yerini alıyor. Kitapta üç öykü ve onları birleştiren dördüncü öykü olarak nitelendirilebilecek anlatıcı ağzından bir metin yer alıyor. Levinin geçmişe yakın durduğu öyküler anlatıcının belleğinde ve kalbinde yer eden insanları anlatıyor: Gracinda, Tata Claire, Eşref Bey, Raşel, Mösyö Leibowitz, Sevil, Müesser Hanım ve başkaları... Geçmişten gelen biraz karanlık, biraz umutlu sesler... Kırık aşk hikâyeleri, değişen ve hızla bozulan bir kentin profili, azınlıkta ve yalnız kalanlar, özlemler, hüzünler... İnsanı anlatan sağlam ve birbirine yakın öyküler... Yazarın bu yeni basımı için yazdığı önsözde de belirttiği gibi birçok kişi için bir başucu kitabı haline geldi Bir Şehre Gidememek. Leviden okurlarına gönderilmiş hüzünlü, sararmış bir mektupla karşı karşıyayız... Yeni kuşaklar ve bu klasikleşmiş öykü kitabıyla tanışmamış olanlar için çok değerli ve geri çevrilemeyecek bir mektup...
Mario Levinin 1990 yılı Haldun Taner Öykü Ödülünü kazanan Bir Şehre Gidememek adlı öyküsünü içeren ve aynı adı taşıyan kitabı yeniden kitapçı raflarında yerini alıyor. Kitapta üç öykü ve onları birleştiren dördüncü öykü olarak nitelendirilebilecek an... tümünü göster
Acımasız katillerin bulunduğu Could Mountain Hapishanesi E bloğuna hoş geldiniz. Buradaki mahkumlar "Yaşlı Sparky" diye bilinen elektrikli sandalye için sıralarını beklerler, sırası gelen, elektrikli sandalyeye "Yeşil Yol"dan yürüyerek giderdi.
Hapishane gardiyanlarından Paul Edgecombe için ise bütün katiller aynıydı. Ta ki John Coffey adındaki siyah bir mahkumla tanışıncaya dek. Bir çocuk kadar saf olan dev cüsseli Coffey, iki küçük kızı öldürmekten hüküm giymiş, Yaşlı Sparky ile tanışmasına çok da zaman kalmamıştı.
Coffey'nin hücresinde geçirdiği zaman zarfında orta çıkan olağanüstü yeteneği, Edgecombe'un hayatını akıl almaz bir biçimde değiştirecekti...
Acımasız katillerin bulunduğu Could Mountain Hapishanesi E bloğuna hoş geldiniz. Buradaki mahkumlar "Yaşlı Sparky" diye bilinen elektrikli sandalye için sıralarını beklerler, sırası gelen, elektrikli sandalyeye "Yeşil Yol"dan yürü... tümünü göster
İlk kitabı Klan'la Ahmet Hamdi Tanpınar Roman Ödülü'nü alan Cem Kalender'den yeni bir roman... Kalender bu kez Maraş Katliamı'na odaklanan bir romanla çıkıyor okurlarının karşısına.
Kayıp Gergedanlar'ın ana kahramanı Suna Hanım'ın bütün ailesi Maraş'ta öldürülmüştür. Eşi Sümer Bey veterinerdir. Dört çocukları vardır: Arbor, Nubes, Nature ve Terra... Aile, bir Anadolu kasabasına, Sümer Bey'in yeni atanması nedeniyle taşınmıştır. Sümer Bey, bakımlarıyla görevlendirildiği gergedanları aramaya başlar. Ancak, gergedanların yaşadığı söylenen Binyayla'da gergedanlardan başka her şeyi bulacaktır; birbiri ardına kaybolan çobanlar, birbirinden tuhaf çoban çocukları, doğum yapan, ancak bebeğin her bir uzvunu ayrı ayrı doğuran kadınlar...
Suna Hanım, belediye başkanının kendilerine tahsis ettiği yeni evin bahçesini yüksek bir duvarla çevirttikten sonra bahçeye bir de kuyu açtırır. Çocuklarını dışarıdaki yaşamdan bütünüyle uzak tutan, onları kendi tuhaf hayat görüşüyle eğiten Suna Hanım, bu kuyuyu açtırmakla hem kendine bir mezar, hem de çocuklarına yeni bir rahim inşa ettirmiştir.
Okuru daha ilk sayfalarıyla içine çeken, Kafkaesk atmosferi, dehşet verici katliam sahneleri ve derin psikolojik tahlilleriyle Kayıp Gergedanlar, bu yılın en çok konuşulacak romanları arasına girmeye aday.
(Tanıtım Bülteninden)
İlk kitabı Klan'la Ahmet Hamdi Tanpınar Roman Ödülü'nü alan Cem Kalender'den yeni bir roman... Kalender bu kez Maraş Katliamı'na odaklanan bir romanla çıkıyor okurlarının karşısına.
Kayıp Gergedanlar'ın ana kahramanı Suna ... tümünü göster
Adana'da ayaklanmalar olmuştu. Kalabalık, Ermeni mahallesini yağmalamıştı. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların provası gibi bir şeydi. Ama bu bile dehşetti. Yüzlerce ölü. Belki de binlerce. Can çekişen Osmanlı İmparatorluğu ve Beyrut ile Fransa arasında yaşamı sürüklenen İsyan. Doğunun Limanları bu yüzyılın başını, bir insanın trajik tarihinin içinden anlatıyor. Grubun dışında kimsenin, eylemlerimden kuşkulanmadığından emindim. Ancak bir gün, son sayıyı almak için Ballon dAlsace birahanesine gittiğimde, jandarmanın bira kamyonunu sardığını gördüm. Askerler gidip geliyor, gazete tomarlarını taşıyorlardı. Birahane, çınar ağaçları ile çevrili bir meydana bakıyordu ve patron, güzel havalarda dışarıya masalar koyardı. Meydana altı küçük sokaktan çıkılırdı. Gerekli bir önlem olarak, her zaman aynı sokaktan gelmezdim. O gün, birahaneye bir hayli uzak bir sokaktan gitmiş ve neler olup bittiğini zamanında görebilmiştim. Dümdüz yürümeye devam etmiş, önce yavaş, sonra hızlı daha sonra da koşarak yoluma devam etmiştim. İçimde korkudan başka, başarısız olmanın verdiği üzüntüden başka, bir de suçluluk duygusu vardı. Böyle durumlarda bu her zaman hissedilir ama bende hafif bir duygudan öte bir şeydi. Jandarmaların dikkatini çeken ve peşine düştükleri ben miyim, birahanedeki gizli yerin ortaya çıkması benim yüzümden mi diye durmadan düşünüp duruyordum. Neden ben? Çünkü birkaç hafta önce beni endişelendiren ama daha sonra üzerinde durmadığım bir olay olmuştu. Bir öğleden sonra, evden çıktığımda, nöbet tuttuğu açıkça belli olan bir jandarma ile burun buruna geldim; beni görünce allak bullak olmuş, merdivenin altına saklanmaya kalkışmıştı. Önce merak etmiş, dikkatli olmam gerektiğini düşünmüş ama sonra omuzlarımı silkmiş, bu olaydan ne Brunoya ne Bertranda söz etmiştim. Oysa şimdi vicdan azabı çekiyordum. Bu gerçek bir işkenceydi. O gün, birahaneden uzaklaşınca, oturduğum semte yöneldim, Montpellierde adına Yumurta denilen Komedi Alanının yanıbaşına... Ama doğrusu bu muydu? Aslında, üç türlü hareket edebilirdim: hemen yok olabilir, gara gidip ilk trene atlar, yakalanmaktansa bilinmeyen bir yere gidebilirdim. Soğukkanlılıkla odama gider, tehlikeli olabilecek her kâğıdı yok eder, kimse beni ihbar etmeyecek ümidiyle normal yaşamıma dönebilirdim. Bir de orta yol vardı: odama gider, düzene sokar, ihtiyacım olabilecek birkaç parçayı yanıma alır, ev sahibi Madam Berroya arkadaşlarımın beni sayfiyeye davet ettiklerini söyler, bu da aniden yok oluşumla ilgili kuşkuları dağıtmış olurdu. Bu sonuncusunu seçtim. Panik ile güven arası bir duyguyla. Yolda sağa sola sapmış, beni izlemiş olanların işlerini zorlaştırmak istemiştim...
Adana'da ayaklanmalar olmuştu. Kalabalık, Ermeni mahallesini yağmalamıştı. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların provası gibi bir şeydi. Ama bu bile dehşetti. Yüzlerce ölü. Belki de binlerce. Can çekişen Osmanlı İmparatorluğu ve Beyrut... tümünü göster
Bu kitap sahneye çıktığı ilk günden, sinemaya gönül verip perdede devleşen bir oyuncunun izini sürmek, evrimini ve yarattığı karakterler galerisini gözler önüne sermek amacıyla yazılmıştır.Şener Şen tanıdık bir yüz, içimizi ısıtan bir eğlendirici, bir komedyen, bir trajedi kahramını, bir eski zamanlar hikayecisi olmanın ötesinde vicdanımız, sakarlığımız, aşkımız ve yoksunluğumuzdur; Şener Şen katıksız bizdir.Anılarımız, anlarımız, naif gülümsemelerimiz, gözyaşlarımız ve kaybettiklerimizle yeniden buluşmamızı sağlayan bir rehberin, bir oynamayan oyuncunun öyküsüdür anlatılan; bir şaklabanlar, şaşkınlar, üçkâğıtçılar, namuslular, kaybedenler, yalnızlar resmi geçidi...Mazi gönlünde bir yara olanlar için, Bir Şener Şen Kitabı!
Bu kitap sahneye çıktığı ilk günden, sinemaya gönül verip perdede devleşen bir oyuncunun izini sürmek, evrimini ve yarattığı karakterler galerisini gözler önüne sermek amacıyla yazılmıştır.Şener Şen tanıdık bir yüz, içimizi ısıtan bir eğlendirici, bi... tümünü göster
2015'de kaç kitap okumayı hedefliyorsunuz?
2015'de kaç kitap okumayı hedefliyorsunuz?