Padişah: Bütün varlığı ismiyle kaimdi. Her yaptığı dünyaya bir isim bırakmak içindi. İsmi kaybolunca varlığı da kayboluyordu.Yeniçeri: İsimleri bağlılıklarıyla vardı. Aşk ile bağlıydılar padişahlarına. Ateşle yaşıyor. ateşle sınanıyorlardı.Aşk: Her şey gibi o da zamana yenik düşüyor. Teslimiyet ve bağlılık gerektirdiği gibi. aşıkın da teslimiyetve bağlılık duygusunu uyandırması gerekiyordu. Aşklar da ateşle sınanıyordu.İsimri varlıklarının işaretiydi. Varlıkları isimleriyle birlikte siliniyordu. Aşkla bağlıydılar ve aşkları bağlılıktı.Padişah. askerleri ve hüzünlü bir aşk hikayesi...İsmin ve ateşin felsefesi arasında. bir yanda Osmanlı tarihi önünde yeniçerilerin hikayesi. bir yanda satın aldığı esame ile bütün hayatı değişen ve kendisini aşkın tükenişe varan yolculuğunda bulan Numanın hikayesi. Diğer yanda da çeşitli ilgilerle bu iki hikayeye bağlanan küçük hikayeler.Her şey Numanın kalbinden ve yeniçeri ocağından kıvılcım almışa benzeyen muazzam bir yangında yok olurken; Nazan Bekiroğlu. İsimle Ateş Arasında adlı romanında. resmi tarihin hükümleriyle bireysel tarihçelerin ne kadar uyuşmaz olduğunu anlatmayıdeniyor. Yerli bir duruşla. Arka Kapak:Ben uydurdum bütün bu hikâyeleri. Ama size şunu söylüyorum ki: Daha yüksekte duran bir gerçeği işaret etmek için bunca hikâye uydurdum. Demek istediğim. hepsi yalanken anlattıklarımın. anne kalbinde bir çocuk yokluğunun işaret ettiği acı yalan değildi. Yalan değildi eşi zalim avcı tarafından vurulan turnanın zaruri ölümü. Yalan değildi kemalin arkasından zevalin geldiği. Olgunlaşan her şeyin sonunda bozulduğu. Bir şey bozulurken onunla birlikte başka şeylerin de bozulduğu. Yalan değildi devletlerin insanlar gibi. aşkların da devletler gibi ömürleri olduğu. mahiyeti safiyet olan aşkı en çok karanlıkların boğduğu. Yalan değildi aşkın birbirine uymayan iki tanımının olduğu.Bu tanımlardan biri sorgusuz sualsiz teslimiyet anlamına gelirken. diğerinin. sorgusuz sualsiz teslimiyetin kurulumu demek olduğu. Böylece aşkın mutlak tanımının mümkünler âleminde nâ-mümkün olduğu. Yalan değildi güzel kokunun ezel hatırasını taşıdığı. Yalan değildi bazı şeylerin hep bir şeyle bir şey arasında bir ürperti gibi asılı durduğu.Günahı ve ihaneti bu dünyada su öbür dünyada ateş arıtacakken. suyla arınmayan âşık kalbinin ancak ateşle durulduğu. Belki de bu yüzden bir büyük yangının koptuğu. Bir ocağın; kelâma mecbur çileden yenik elemden ibaret bir kalpten kopa gelen yangınla tutuşup kül olduğu. Hikâyelerine ayrılarak anlatılmış bir romanda son kez yemin ediyorum ki: Vallahi yalan değildi! İSİMLE ATEŞ ARASINDA ZİHNİMDE KALANLARHikayet şikayettir. Hep hüzün bu hikaye.(s.101)Onu ilk kez Nun Masalları ile tanıdım. Mor Mürekkep ve Mavi Lale kitaplığımda kısa zamanda kendilerine müstesna bir yer açmışlardı bile. Artık o ben; ben ise oydum. Zihnimde beliren soru işaretlerimin cevabını Mavi Lale ve Mor Mürekkepte bulamasam da. bir başka insanın daha benzer sorular üzerinde kafa yorduğunu bilmek beni ona bağladı.Çeşitli dergilerde son kitabının reklamını gördüğümde içimde bir şeylerin kıpırdadığını farkettim. Evet. bir kitap daha dünyaya gelmişti ve bir çift el arkamdan beni itercesine kitabevinin roman raflarına çoktan götürmüştü bile. Bu kez bir roman ile karşı karşıyaydım. en azından kitabın kapağında öyle diyordu. roman(?). hikaye. deneme ve akabinde roman. Çıtanın yükseldiğinin farkındaydım ve aynı oranda ben de çıtayı yükseltiyordum. bir okur olarak beklentilerimi daha üst bir seviyeye ayarladıktan sonra geriye tek bir eylem kalıyordu. okumak.İşleri çabucak halledip odama çekildiğimde onunla başbaşaydım artık. İsimle Ateş Arasında. Yazarını isim ile ateş arasında sıkıştırarak kendini yazdıran bu eser bakalım beni nerelerde sıkıştıracaktı? Böylesi düşünceler içerisinde eserin sayfaları arasında dolaşmaya başladım.Esere Füsûstan bir epigraf ile başlanıyordu: Hikmetleri kelimelerin kalplerine indiren Allaha hamd olsun. Sözün Başı adlı bölümde yazarı okuyucuya bilgi veren bir öğretmen edasıyla konuşuyor olması ve romanını inşa ettiği temelleri tek tek elleriyle göstermesi okuyana Ben bu noktadan başlıyorum. sen bu noktanın neresindesin? sorusunu sorarak onu esere hazırlama çabası gibi geldi. Ahmet Mithat gibi okuruna bilgi veriyordu adeta. kurguyu hangi sebepler üzerine kurduğunu anlatıyordu. Varlık-yokluk kavgasının içine atılan okuyucu bu dünyada ismiyle varolduğunun bilincine vardırılıyor ve tarih çizgisi üzerinde bir yeniçerinin eşliğinde yola çıkarılıyordu.İnsanların aslında hep farkında olduğu fakat çeşitli sebeplerle bilincinin derinliklerine attığı. bu dünyadaki milyarlarca insandan biri olduğu gerçeği bir kez daha okuyucuya hatırlatılmaktadır. Milyarlarca insandan onu ayıran gerçeğin isimle başlıyor olması ve isim=varlık oluşunu bir kez daha gözler önüne seriyordu.Varlık ve yokluğu isim ve isimsizlik olarak nitelendirmesi. tarihin bizim nazarımızda isim mezarlığı olmaktan öte bir şey olmadığını ifade etmektedir. Oysa her isim bir hayatı anlatır. yaşanan olaylardan geriye yegane kalan isimlerdir. Bu isim mezarlığının içerisinden Mansur ve Nihadenin hikayesiyle karşıma çıkan anlatıcı varoluş sonrası yokluğa doğru yol almış ve zaferlerle anıldığı gibi daha çok zorbalıklarıyla hatırlanan yeniçerilerin tarihsel serüvenini de gözler önüne serer.Eser. Mansur ile. Nihade arasındaki ilişkiyle yeniçeri teşkilatının tarihsel süreci arasında kurulan paralellik çerçevesinde ilerler. Varlıktan yok oluşa sürüklenen iki aşk söz konusudur. Birisi Mansurun öteki ise yeniçerilerin. Devletlerden. kurumlardan ve insanlardan tarihin acımasızlığı sonrası geriyekocaman bir hiç haricinde sadece bir isim kaldığını anlatan yazar. bu dünya içerisinde yaşanan tüm zamanlarda bizlerin de o kocaman hiçin bir parçası olduğumuzu ve boşlukta gerçekleri görerek kendimizi aslolanın(Aşk) huzur veren dünyasına koşulsuz olarak bırakmamız gerektiğini ifade etmekte.Herşey bir isimle başlar ve bir ateşle son bulur. Yaşananların asıl gerçek karşısındaki sahteliği anlatılır okuyucuya. Nitekim yazar daha eserin başında hayat dediğinde şunun şurasında bir deftere iz düşülmüş bir isimden başka neydi ki?(s.21) demiyor mu? Eserde anlatılan. bu dünyaya bırakılan insanın hikayesidir aslında. Yola ismini satın alarak çıkan kahraman yeni bir yaşama yelken açarken insanoğlunun temel gerçeğinden hareket etmiştir. İslami inançla örtüşen bu düşünce her şeyin varolmadan önce kader defterinde yazıldığı gerçeği ile aynıdır.Kahramanımız Mansur. yeni adıyla gittiği evinde beşeri zaaflara sürükleyici Hz. Ademi cennetten eden kendi Havvasıyla tanışacaktır. Aşk. şair demiyor muydu zaten:Aşk imiş her ne var alemde. İşte aşk nazarına tutulan Mansur için tüm gerçekler. geçmişi. eşi. çocuğu velhasıl herşeyi o anda silinmiş ve bir kaybolmuşluğun içerisinde çırpınmaya başlamıştır. Tıpkı insanoğlunun dünyaya bırakılışı sonrası bezm-i elestte verdiği sözü unutması gibi bir unutuştur bu. Lakin tam bir teslimiyet söz konusu olamaz bu aşka. Bir takım sorgulamalar başlar ve o anda çözülüş gerçekleşir. Bu çözülme yeniçeri ocağının bozulmasıyla paralel ilerler. Oysa aşkta koşul yoktur. herşey kayıtsız şartsız olmalıdır. Araya sorular girdiğinde ayrılık başlar. Padişah sevgisinin yanına kadın. para vb. beşeri sevdaları koyan yeniçeri de bozgunu yaşayacaktır.Biri Nihadesini kaybeder. öteki padişahını. (Günümüz insanı ise yaratıcısını unutur. acaba buna bir işaret midir hepsi?) Aynı anda iki şey olunamadığı için aşkın saltanatında. o uçurumda yitirdim ben.(s.208) diyen yazar bir kalbe iki aşkın sığmayacağını ifade ederek aslolana ulaşılması gerektiğini satır aralarına sızdırmaktadır.Teslimiyet.Aşkın ellerine teslim olamayan bireyin sorgulayışı neticesinde illaki anlamlandırma çabası karşısında ateşe düşmesi anlatılıyor eserde. Aşkın kendisi ateştir oysa. Aşklarda ayrı kalış esastır derler ya hani. Mansur Nihadeyi kaybettiğinde; yeniçeri padişahını kaybettiğinde asıl aşkın içine doğmaktadır. Peki ya ben?Sabahın ilk ışıkları binaların çatılarına yenik düştüğünde derin bir nefes alarak son sayfayı da çevirip kitabın kapağını kapatıyorum. Bir zamandır düşünüyorum. ismim mevcut ve bir ateşe doğru yol alırken benden geriye mezarlıkta yer alacak bir isimden ziyade ne bırakabilirim?Hikayet şikayettir. Hep hüzün bu hikaye. Yani bizim hikayemiz...Ahmet Faruk GÜLER
Padişah: Bütün varlığı ismiyle kaimdi. Her yaptığı dünyaya bir isim bırakmak içindi. İsmi kaybolunca varlığı da kayboluyordu.Yeniçeri: İsimleri bağlılıklarıyla vardı. Aşk ile bağlıydılar padişahlarına. Ateşle yaşıyor. ateşle sınanıyorlardı.Aşk: Her ş... tümünü göster
'Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.' Nobel ödüllü büyük yazarımız Orhan Pamuk’un üzerinde altı yıldır çalıştığı harikulade aşk romanı bu sözlerle başlıyor... Masumiyet Müzesi’ni okurken yalnız aşk hakkında değil, evlilik, arkadaşlık, cinsellik, tutku, aile ve mutluluk hakkındaki bütün düşüncelerinizin derinden etkilendiğini ve kitabın rengârenk dünyasından hiç ayrılmak istemediğinizi göreceksiniz. 1975’te bir bahar günü başlayıp günümüze kadar gelen İstanbullu zengin çocuğu Kemal ile uzak ve yoksul akrabası Füsun’un hikâyesi; hızı, hareketi, olaylarının ve kahramanlarının zenginliği, mizah duygusu ve insan ruhunun derinliklerindeki fırtınaları hissettirme gücüyle, elinizden bırakamayacağınız ve yeniden okuyacağınız kitaplardan biri olacak. Ülkemizde ve dünyada milyonlarca okurun sevgi ve hayranlığını kazanmış olan, kitapları elli sekiz dile çevrilen ve her yeni romanı büyük bir merakla bütün dünyada beklenen Pamuk, okurlarına unutulmaz rüyalar gibi, akıllardan hiç çıkmayacak sarsıcı bir hikâye anlatıyor.
'Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.' Nobel ödüllü büyük yazarımız Orhan Pamuk’un üzerinde altı yıldır çalıştığı harikulade aşk romanı bu sözlerle başlıyor... Masumiyet Müzesi’ni okurken yalnız aşk hakkında değil, evlilik, arkadaşlık, ... tümünü göster
Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda ekmek kalmadı; ben hâlâ ham, hâlâ aşkta bir çocuk gibi toy...Hamuş derdi Mevlana kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç bir şairin, hem de nâmı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini.. Kâinatın da tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. Seneler var ki nereye gidersem gideyim o sesi dinledim. Her bir insanı Yaradanın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak verdim. Dinlemeyi sevdim. Cümleleri, kelimeleri ve harfleri... Oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu.Mesneviyi şerh edenlerin çoğu bu ölümsüz eserin b harfiyle başladığına dikkat çeker. İlk kelimesi Bişrev!dir. Yani Dinle! Tesadüf mü dersin ismi Suskun olan bir şairin en kıymetli yapıtına Dinle! diye başlaması. Sahi, sessizlik dinlenebilir mi?Bu romanda her bölüm aynı sessiz harfle başlar. Neden? diye sorma, ne olur. Cevabını sen bul. Ve kendine sakla.Çünkü öyle hakikatler var ki bu yollarda, anlatırken bile sır kalmalı.
A. Z. Zahara - Amsterdam, 2007
******
Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda ekmek kalmadı; ben hâlâ ham, hâlâ aşkta bir çocuk gibi toy...
Hamuş derdi Mevlana kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç bir şairin, hem de nâmı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini..?
Kâinatın da tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. Seneler var ki nereye gidersem gideyim o sesi dinledim. Her bir insanı Yaradanın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak verdim. Dinlemeyi sevdim. Cümleleri, kelimeleri ve harfleri... Oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu.
******
Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti.... tümünü göster
Nazan Bekiroğlu'ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman.
Balkan Savaşı döneminde başlayıp I. Dünya Savaşı'na uzanan bir öykü...
Trabzon'dan ve Tebriz'den doğup birbirlerine doğru yol alan iki hayat; önce deli akan sonra durgunlaşan iki ırmak... Aslında çok ırmak... Tebriz'in en büyük, en asil halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra...
Ateşin bakışlı ateşin duruşlu; ırmağını kendi bildiğince alev ateş akıtmayı seçen bir genç kız Azam. Adı ne aşk ne de dostluk olan bir duyguyla Settarhan'ın ırmağına dolanan Batumlu kitapçı Sophia. Acıyla yoğrulan, yoğruldukça durulaşan, kendi varlıklarını sevdiklerinin varlığında eriten Büyükhanım ve Hacıbey...
Ve hep kendi içine doğru akan, kendi ırmağını gencecik yaşta milleti için kurutan, Trabzon'un "kırık kafiyesi" İsmail, ah İsmail...
İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiği hayatlar, muhaceret, mücadele, kader, farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke ve üç sevda Nazan Bekiroğlu'nun mürekkebi aşk olan kaleminde buluştu. "Nar Ağacı" hayal kadar zengin, roman kadar güzel, tarih kadar gerçek bir hikâye… İncelikle işlenmiş karakterleri, son derece zengin detayları ve dönemi anlatmadaki maharetiyle okuyanı çarpacak ve yıllarca unutulmayacak bir kitap...
Nazan Bekiroğlu'ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman.
Balkan Savaşı döneminde başlayıp I. Dünya Savaşı'na uzanan bir öykü...
Trabzon'dan ve Tebriz'den doğup birbirlerine doğru yol alan... tümünü göster
Sevgili Dost!
Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi.
Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmediğinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba 'insan' denince hatırlanıyor muyuz?
Sevgili Dost!
Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi.
Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü... tümünü göster
AŞKIN ŞEHİDİ romanı Hz.Hüseyinin son 99 gününü konu ediniyor. Onunla yürüyecek, onunla konuşacak ve onunla titreyeceksiniz.
Sözlü Edebiyatımızın türküler, ağıtlar ve destanlarla her dem diri tuttuğu ama yazılı edebiyatımızın bir türlü eğilemediği bir dönem ilk kez roman unsurları ve çarpıcı bir anlatımla okuyucuların karşısında Geçmişin gelecekle harmanlandığı, karanlığın aydınlıkla savaştığı bu 99 gün insanlık tarihinin derin bir özeti aslında.
Orada vefa ve adanmışlık, verilen sözlerden cayıp dostu terk edişle bir arada. Umutlar korkularla savaşıyor. İlkeler çıkarlara meydan okuyor. Bir yanda zalimler zulümlerine bahaneler ararken ötede karşı duruşun ve mücadelenin ahlâkı var. Üstelik bu romanda anlatılanlar sadece 1330 yıl öncesinin hikâyesi değil. Duyabilenler için seslenmekte Kerbelâ: Bende okuduğun bizzat sensin, unutma! Lanet okumak istersen ölüp gitmiş Yezidi bırak, kendi nefsine bak! Ve sendeki aklı düşün! Sadece kendi çıkarlarını gözetip pervasızlıklarına türlü gerekçeler buluyorsan dün Hüseyini terk edenleri kınama! Yaşasaydın sen de onlardan biri olacaktın. Aşka şahitsen ve aşkın içindeysen sen de her dem diri kalanlardansın. Hatırla! Kişi sevdikleriyle beraberdir
İlk kitabı Bozkırın Sırrı Türk Peygamber ile aylarca çok satanlar listesinde yer edinen Ahmet Turguttan yine çarpıcı ve çok tartışılacak bir roman "Nefis ister, akıl gerekçeler bulur, vicdan aklar. Oysa sen kendini kandırsan bile unutma ki; Allah hesap sorar. Ellerinle kendini ateşe atma!..' Aşkın Şehidi KERBELÂ, Hüseyin ve yoldaşlarının katligâhı... Orada kan ve gözyaşı var. Oradaki susuzlukla senin de ciğerlerin kavrulur. Ve başlarsın âh-u figan etmeye. İçin yandıkça görürsün: Kerbelâ hak aramanın ve özgürlüğün destanıdır. Teslimiyetin, adanmışlığın ve sadakatin zirvesidir. Her biri ayrı bir şiar olan yetmiş iki şehidin yurdudur Kerbelâ... Onlara kapılanırsan nakşolur kalbine: Aslında her yer Kerbeladır, her gün Âşûra... Ve dile gelir Kerbelâ: "Benim için ağlama. Kendine bak!" der... "Adına lanetler okuduğun Yezid bizatihi nefsindir. Hesapsızca ister, bu uğurda canlar yakar. Hüseyin'i terk edenleri kınamadan evvel bir kez daha düşün! Sende bir akıl var. Sadece kendi çıkarlarını hesap eder ve heveslerini haklı göstermek için türlü bahaneler uydurur!' Kerbelâ ikazla yetinmez. Kurtuluşun yolunu da gösterir: "Hüseyin'i Allah katından sana üflenen ruh belle!.. Arına paklana yücelir-sen sen de Rabbinden bir delil oldun demektir. Aşka Şahit isen bu Şehadet kutlu olsun. Sen Aşk ile her dem diri kalanlardansın. Ve Aşkın Şehidisin!.!'
AŞKIN ŞEHİDİ romanı Hz.Hüseyinin son 99 gününü konu ediniyor. Onunla yürüyecek, onunla konuşacak ve onunla titreyeceksiniz.
Sözlü Edebiyatımızın türküler, ağıtlar ve destanlarla her dem diri tuttuğu ama yazılı edebiyatımızın bir türlü eğilemediği bi... tümünü göster