Time dergisinin “Beckett’ten beri çağdaş yazının en büyük adı” diye nitelendirdiği Handke’nin en önemli yapıtlarından biri olan Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi, bir tek sözcükle tanımlamak gerekirse, dille dünya arasındaki “boş”luğun romanıdır. Metin, Batı toplumlarında yaşayan “uygar” insanların ilişkisinin (ya da aynı anlama gelmek üzere, ilişkisizliğinin) yarattığı “boş”luğun “özgürleştirici” ve “öldürücü” boyutları üzerine kuruludur.
Romanı edebiyat estetiği açısından farklı kılan yan, Handke’nin dile olağanüstü bir önem vererek “boş”luğun üslubunu yaratmış olmasıdır. Klasik romanlardaki tipleme yoktur bu kitapta. Kalecinin penaltı anında duyduğu endişenin bütün bir hayata yayılmasından duyulan tedirginlik ve dilin ilişki kurmadaki eksikliği işlenir bu metinde, hem de büyük bir başarıyla.
Handke’ye göre, “Edebiyatın görevi toplumsal koşullandırmayı yıkmak ve kültürün insan ve doğa üstündeki baskısını kaldırmaktır. Ama edebiyatın kendisi de her zaman için kültürün bir parçasıdır ve dolayısıyla kendi içine dönük ve kendine yeniktir. Yazmak, kendi kendini hapsetmek, kendini yaşamdan uzaklaştırmaktır ve bu da bir tür şizofrenidir aslında.”
“Yalnızlık”, “boşluk”, “ilişkisizlik”, “dilin ilişki gücü” gibi temalarla örülü, iyi edebiyatın “zor” metinlerine ilgi duyan okurların büyük zevk alacakları bir başyapıt...
Time dergisinin “Beckett’ten beri çağdaş yazının en büyük adı” diye nitelendirdiği Handke’nin en önemli yapıtlarından biri olan Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi, bir tek sözcükle tanımlamak gerekirse, dille dünya arasındaki “boş”luğun romanıdır. M... tümünü göster
"Ne ölü, ne sağ" bir yaşamın kahramanı Zebercet. Gözünü ilk açtığı ve yaşadığı Anayurt Oteli'yle aynı kaderi paylaşıyor: Birbirine benzeyen geçici ilişkilerle geçen günler, yalnız ve tek başına sürüklenen bir hayat.
Gecikmeli Ankara treniyle gelen -adını bile bilmediğimiz- kadın, otelde bir gece kalır ve Zebercet'in de, Anayurt Oteli'nin de sessiz akıp giden günlerinin içeriği değişir.
Küçük ayrıntıların tekdüze şaşmazlığında nerdeyse takıntılarla sürüklenen bir yaşamın öfkesi de, çaresizliği de büyük oluyor.
Türk edebiyatının unutulmaz bir tipi ve unutulmaz bir mekanı.
"Ne ölü, ne sağ" bir yaşamın kahramanı Zebercet. Gözünü ilk açtığı ve yaşadığı Anayurt Oteli'yle aynı kaderi paylaşıyor: Birbirine benzeyen geçici ilişkilerle geçen günler, yalnız ve tek başına sürüklenen bir hayat.
Gecikmeli Ankara t... tümünü göster
Georges Perec, 7 Mart 1936'da Paris'te Icek Judko ve Cyrla Perec'in tek oğlu olarak doğdu. Aslen Polonyalı ve Yahudi kökenli olan aile 1920 yılında Fransa'ya göç etti. Babası II. Dünya Savaşı sırasında Fransız ordusunda askerdi. Babasını savaş sırasında, annesini ise Auschwitz'te Nazi soykırımında kaybetti. 1942 yılında halası ve eniştesinin bakımına giren Perec, 1945 yılında da onlar tarafından resmi olarak evlat edinildi.
Sorbonne Üniversitesi'nde tarih ve sosyoloji eğitimi alırken, La Nouvelle Revue Française ve Les Lettres Nouvelles gibi ünlü edebiyat dergilerinde incelemeleri ve denemeleri yayınlanmaya başladı. 1958 yılında orduya katılan Perec bir yıl sonra görevini tamamladıktan sonra Paulette Petras ile evlendi. Çift bir yıl Paulette'in öğretmenlik yaptığı Tunus'ta kaldı.
1961 yılında Saint-Antoine Hastanesi'nde nerofizyoloji labaratuvarında arşivci olarak çalışmaya başlayan Perec, düşük maaşına rağmen geçim sıkıntısı yüzünden burada çalışmaya devam etti. 1967 yılında bir edebiyat grubu olan Oulipo'ya katıldı ve başyapıtı olan ''La Vie mode d'emploi''u (Yaşam Kullanma Kılavuzu) ithaf ettiği Raymond Queneau'la tanıştı. Yazın hayatında Queneau'dan oldukça etkilendi. 1978 yılında yazdığı bu eser Medici Ödülü'nü kazandı.
1965 yılında ilk romanını yazan Perec (Les Choses, Şeyler) Renaudot Ödülü'ne layık görüldü. Ayrıca 60'ların sonunda bir çok radyo oyunu yazdı. Yazarın bundan başka bir de kendi romanı Un Homme Qui Dort'tan (Uyuyan Adam) uyarlama senaryosu da yönetmen Bernard Queysanne tarafından filme çekildi.
1969 yılında basılan kitabı ''La Disparition'' (Kayboluş), yazarın dehasını ortaya koymaktadır. Hiç 'e' harfi kullanmadan 300 sayfa yazdığı kitabı, bir adamın ortadan kayboluşunun hikayesidir.
İnsanlığı ve yaşadığı dünyayı her yapıtında yeniden keşfeden Perec, yazılarında bulmacalara, sözcük oyunlarına ve ironiye çokça yer verdi. Kendi yaşamından söz etmekte oldukça ketum olan yazarın her yapıtı aslında otobiyografiktir. Ailesi ve yahudi olduğu için çektiği acıların yansıması eserlerindeki melankoliyle birlikte karşımıza çıkar. Özellikle 1973'te yazdığı ''La Boutique Obscure'' (Karanlık Butik), 1975'te kaleme aldığı ''W, or, the Memory of Childhood'' (W, ya da Bir Çocukluk Hatırası) ve 1978'de yayımlanan ''Je Me Souviens''te (Anımsıyorum) bu açıkça gözlenmektedir.
Dili, oyunlar ve bulmacalarla kurulu bir labirentte, çıkışları derin felsefi düşüncelere açılan bir labaratuvara çevirmiştir. Hayattayken oldukça başarı kazanan ve onurlandırılan yazar, 1981 yılında Avustralya'da Queensland Üniverstesi'nde yaratıcı yazarlık dersi verdi. Bu sırada yarım kalan romanı ''53 Jours'' (53 Gün) ü yazıyordu. Sigara bağımlılığı yüzünden akciğer kanseri olunca Fransa'ya geri dödü ve 3 Mart 1982'de öldü.
Georges Perec, 7 Mart 1936'da Paris'te Icek Judko ve Cyrla Perec'in tek oğlu olarak doğdu. Aslen Polonyalı ve Yahudi kökenli olan aile 1920 yılında Fransa'ya göç etti. Babası II. Dünya Savaşı sırasında Fransız ordusunda askerdi. Babasını savaş sırası... tümünü göster
"Ne ölü, ne sağ" bir yaşamın kahramanı Zebercet. Gözünü ilk açtığı ve yaşadığı Anayurt Oteli'yle aynı kaderi paylaşıyor: Birbirine benzeyen geçici ilişkilerle geçen günler, yalnız ve tek başına sürüklenen bir hayat.
Gecikmeli Ankara treniyle gelen -adını bile bilmediğimiz- kadın, otelde bir gece kalır ve Zebercet'in de, Anayurt Oteli'nin de sessiz akıp giden günlerinin içeriği değişir.
Küçük ayrıntıların tekdüze şaşmazlığında nerdeyse takıntılarla sürüklenen bir yaşamın öfkesi de, çaresizliği de büyük oluyor.
Türk edebiyatının unutulmaz bir tipi ve unutulmaz bir mekanı.
"Ne ölü, ne sağ" bir yaşamın kahramanı Zebercet. Gözünü ilk açtığı ve yaşadığı Anayurt Oteli'yle aynı kaderi paylaşıyor: Birbirine benzeyen geçici ilişkilerle geçen günler, yalnız ve tek başına sürüklenen bir hayat.
Gecikmeli Ankara t... tümünü göster
Şiddet dolu, katı, kırılan ama bükülmeyen bir gelenek. Gerekirse kanla korunan alternatif bir ahlak.
Bir jest olarak ölünen ve öldürülen, stilize bir savaş...
Hatırlanacak ve unutulacak ne çok şey var...
Şiddet dolu, katı, kırılan ama bükülmeyen bir gelenek. Gerekirse kanla korunan alternatif bir ahlak.
Bir jest olarak ölünen ve öldürülen, stilize bir savaş...
Hatırlanacak ve unutulacak ne çok şey var...