Rümuz-ül Edebin bir tür edebiyat tarihi olmasına karşın Lehçe-t-ül Hakayık bir tür düşünceler tarihi. Kırk Ambarın bu yeni 2. cildi, 1980de yayımlanan ve tek bir baskı yapan Kırk Ambar2ın ikinci bölümünde ele alınan konuların yeni konularla zenginleştiği, 1981 yılında Ankarada bir kez basılan Bir Facianın Hikâyesi adlı kitabın içeriğinin de bu konulara eklendiği çok daha kapsamlı ve tamamen gözden geçirilmiş bir hali. Cemil Meriçin ele aldığı birçok konu bugün de güncelliğini koruyor, bugün de o konuların çeşitliliğinden ve içerdikleri kimi düşüncelerden yararlanmak pekâlâ mümkün. Cemil Meriç okuyucusunu, bir kez daha, düşünenlerin düşüncesini düşünmeye, sonra da onların tesirinden kurtularak kendi kafasıyla düşünmeye ve hiçbir görüşün esiri olmamaya davet ediyor. Aydını aydın yapan da uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs değil mi?
Rümuz-ül Edebin bir tür edebiyat tarihi olmasına karşın Lehçe-t-ül Hakayık bir tür düşünceler tarihi. Kırk Ambarın bu yeni 2. cildi, 1980de yayımlanan ve tek bir baskı yapan Kırk Ambar2ın ikinci bölümünde ele alınan konuların yeni konularla zenginleş... tümünü göster
Kırk Ambar bütün eserlerini yayımladığımız Cemil Meriçin dokuzuncu ve -belki de- en önemli kitabı. Adeta bir mefhumlar kamusu, dağınık ve derbeder bir ansiklopedi. Üstâda göre, kurmak istediği abidenin birkaç sütunuyla birkaç odası. Bütün eserleri yayına hazırlayan Mahmut Ali Meriç, bu abideyi önemine binaen iki ayrı cilt halinde yeniden düzenledi. Kırk Ambarın ilk cildinin başlığı Rümuz-ül Edeb. Bu cilt, dünya edebiyatından yola çıkarak klasiğe, hümanizmden edebiyat sosyolojisine, romanın romanından edebiyat tarihinin tarihine uzanıyor. Cemil Meriç, bu uzun edebî yolculukta okuru düşünmeye davet ediyor. Kırk Ambarda yolculuğumuz pek yakında, ikinci cilt Lehçe-t-ül Hakayıkla devam edecek...
Kırk Ambar bütün eserlerini yayımladığımız Cemil Meriçin dokuzuncu ve -belki de- en önemli kitabı. Adeta bir mefhumlar kamusu, dağınık ve derbeder bir ansiklopedi. Üstâda göre, kurmak istediği abidenin birkaç sütunuyla birkaç odası. Bütün eserleri ya... tümünü göster
Byzantion'dan İstanbul'a uzanan, heyecan yüklü bir serüven...
Sarayburnu'nda, Atatürk heykelinin ayaklarının dibinde bir ceset, Avuçlarında antik bir pere.... Ama ne bu ceset son kurban, ne de bu antik para son sikke... Yedi kurban, yedi hükümdar, yedi sikke, yedi kadim mekân. Ve tek bir gerçek: Bu şehrin gizemli tarihi.
"Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul... Sisler içinde deniz... Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet'in minareleriydi görülen, Ayasofya'nın kubbesi, Topkapı Sarayı'nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa, ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Bir masal imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Taze bir başlangıç gibi... Genç, umutlu, güzel...
İstanbul'a bakıyorduk denizden. Ölülerimizin yüzlerine bakıyorduk... Onların gözlerindeki kendi kederimize. Çaresizliğimize bakıyorduk, avuçlarımızda büyüyen zavallılığa, kanımızda filizlenen korkaklığa... Elimizden alman hayata bakıyorduk... Güneşli günlerimize, umut dolu sabahlara, eğlenceli bahar akşamlarına... Sönen anılarımıza bakıyorduk, ölen hayallerimize, yıkılan düşlerimize... Sönen anılarımızı, ölen hayallerimizi, yıkılan düşlerimizi yüklenip yorgun bir şilep gibi bizden uzaklaşan şehrimize... Şehrimizle birlikte yitirdiğimiz kendimize bakıyorduk..."
(Tanıtım Bülteninden)
Türkçe
590 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 20 cm
İstanbul, 2010
ISBN : 9789752897458
Byzantion'dan İstanbul'a uzanan, heyecan yüklü bir serüven...
Sarayburnu'nda, Atatürk heykelinin ayaklarının dibinde bir ceset, Avuçlarında antik bir pere.... Ama ne bu ceset son kurban, ne de bu antik para son sikke... Yedi kurban,... tümünü göster