...Ben de dün akşamdan beri Hasana uyduracak hikâye düşünüyorum. Saatlerce düşündüm. Sabahleyin ilk vapurda yine düşündüm. Ne dersin?.. Bu sefer benim hikâyemi anlatırsın... Yağmurlu gecede bir adam geldi, dersin...diyen büyük yazarın; ilk kez 1940 yılında yayımlanan hikâye kitabı Şahmerdan yeniden gözden geçirilerek yayına hazırlandı. TADIMLIKPaşazadeAyşelerin evi sur haricindedir. Bizimki, Hüsamettin Paşanın, kocaman duvarları arasına hapsedilmiş, bahçesi çam ağaçlı -havuzu balıklı ve fıskıyeli imiş- eski konaklardandır.Kış akşamları bankadan dönerken birinci mevkide, ilk zamanlar maaşım kırk beş lirayı bulmazken yan gelir otururdum. Bütün Topkapı eşrafı selamımı iade eder, kimi omzumu okşar, kimi halü hatır sorardı.Anam koca konağın içinde hatıraların, duvarlara asılmış, Hüsamettin Paşadan kalma yağlıboya resimlerin, sedef kakmalı cıgara tablalarının arasında günlerini bir böcek gibi geçirirdi. Eve ben gelince biraz canlanırdı. Çamın altındaki büyük tel örgülerle kaplı, baba yadigârı kümesteki tavuklar yumurtlamışsa ıspanaklı iki yumurta pişirirdi. Ne konu komşu evimize ayak basar, ne Şişli taraflarında oturan eski akrabalar konağımıza uğrardı. Anam: Hüsamettin Paşanın geliniyim, der dayatır, ara sıra uğrayanlara bin sekiz yüz seksen iki modası elbiselerle çıkar; mütemadiyen Paşa babamızdan bahsederdi. Babamın kolağası payesi aldığı gün evin bahçesinde yapılmış bir şenliği, gelene gidene, hatırlayıp hatırlamadıklarını sorardı. Son pandantifini sattığı gün, ben de bankadan ilk maaşımı almıştım. Evimiz senelerdir kırk beş lira para görmemişti. Ayda kırk beş lira ile Topkapıda neler yapılmaz? dedi anam. Bahçeyi mi düzeltmeyiz, tavuklar mı almayız, piliç mi çıkartmayız, çamı mı budatmayız, havuzu mu tamir etmeyiz?-- Anneciğim, dedim, kırmızı balık da alalım havuza. Nerede satarlar acaba?..-- Mısır Çarşısında bulunur, yavrum! dedi.İki tokmaklı guguklu saatin zincirini çekti. İlk defa olarak gördüğüm bir amme cüzünden bir şeyler okudu. Cüzünü okuduktan sonra yine ilk defa olarak, Hüsamettin Paşanın geliniyim, diyen halini mahsus bir, nasıl söyleyeyim, af buyurun, fiyakayı bozmamak gayretiyle yaptığını anlatan bir tavırla:-- Artık, dedi, Hüsamettin Paşanın gelini değilim, oğlum, banka memuru Bay Recainin anasıyım.O zaman benim de yüreğimden bir şey koptu. Ben de ilk defa olarak bir şey yaptım. Onu öptüm. Bahçeye çıktık. Babamın kolağası olduğu günkü gibi, sanki bütün bahçe, Japon fenerleriyle süslüydü.İşsizken tütün içerdim. İşe girince bıraktım. Fakat birinci mevki tramvay arabalarında akşamüstü Topkapıya dönmeyi güzel bir itiyat halinde muhafaza ettim. Ne güzel olurdu! Kimse konuşmazdı. Tramvay mahallelere sapardı. Meydanlara varırdı. Yanımız sıra çıplak bacaklı çocuklar koşar, gitgide geri kalırlar, en arkaya atlarlardı.Yangın yerleri korkunç, garip, uzak, yabancı, hatırasız nerelere kadar giderdi bilmem?Bir kafesten bir genç kız birinci mevkideki genç erkeğe bakardı. Son durakta iner, geriye dönerdim. Portföyümü sallardım. Bakanlara selam vermezdim. Fakat, iyi delikanlı, sessiz çocuk, iş bulmuş, aferin! Çalışıyor, dediklerini duyardım. Bazan Hüsamettin Paşanın torunu da derlerdi. Ben de anam gibi bundan garip bir gurur da duymaz değildim.Tramvayda en büyük dostum Zekâi Beydi. Bazan yan yana düşerdik. Ben etrafımı göremezdim. Gazetemi okurdum. O, yangın yerlerine bakar, yıkılmış çeşmelere hayıflanır:-- Harap... Harap... İstanbul... Nerede o eski İstanbul? Bu taraflarda oturmak doğru değil... İnsan ihtiyarladıkça konfor ihtiyacı da başlıyor, hazret! derdi. Sonra:-- Valide Hanıma arzı hürmet ederim, ellerinden öperim efendim.-- Teşekkür ederim efendim, bilmukabele efendim.-- Geceler hayrolsun!-- Geceler hayrolsun!Bir gün her nasılsa bir ikinci mevki tramvaya atlamış bulundum. Topkapıya işleyen çift tramvay arabalarından yalnız bir tanesi kırmızı renklidir. Zekâi Bey ve ben gibiler bu tramvayı beklerler. O gün biraz geciktiğim ve tramvay da hemen geçip gittiği için ancak arkadaki römorka atlayabildim.Ayşeye orada rastladım. Ben çok mahçubumdur. Ayşe derhal dostluk tesis eden garip ve şimdiye kadar roman ve hikâyelerde bulunduğunu işittiğim Avrupalı bir İstanbul kızı idi. İnhisarlarda çalışıyordu. Tramvay tenhaydı. Dışarıda yağmur yağıyordu. İçeride insanlar, bir çorba düşünen açlar gibi hazin ve sessiz, sakalları uzamış ve iyi çehreli idiler. Yerler tamamen doluydu. Fakat ayakta da kimseler yoktu. Sirkeciden her tarafı ıslanmış, kasketi elinde bir çocuk girdi. İhtiyar bir adam, yanındaki arkadaşını biraz sıkıştırarak bu çocuğu tatlı ve muhabbetle dolu bir hareketle yanına aldı.Sonra yine dışarıyı görmeden, şen, şakrak, yorulmaz, çapkın ve genç bir biletçinin şaklabanlıkları arasında meçhul bir çorbaya insanlar gidiyorlardı. Ne güzeldi!İşte o akşamdan sonra birinci mevki tramvay arabaları Topkapıya doğru çekip giderlerken ben römorka atlar ve kendi kendime: Topkapılı Ayşeye ve Topkapılı Ayşe gibilerine rastlamayacağımı bilsem, birincinin meşin, yaylı koltuklarına kurulur; yangın yerlerini, harap camileri ben de Zekâi Bey gibi seyreder, içlenirdim, derim.Yeni Mecmua, (9), 30 Haziran 1939daSon Paşazade adıyla yayımlanmıştır.
...Ben de dün akşamdan beri Hasana uyduracak hikâye düşünüyorum. Saatlerce düşündüm. Sabahleyin ilk vapurda yine düşündüm. Ne dersin?.. Bu sefer benim hikâyemi anlatırsın... Yağmurlu gecede bir adam geldi, dersin...diyen büyük yazarın; ilk kez 1940 y... tümünü göster
...Ben de dün akşamdan beri Hasana uyduracak hikâye düşünüyorum. Saatlerce düşündüm. Sabahleyin ilk vapurda yine düşündüm. Ne dersin?.. Bu sefer benim hikâyemi anlatırsın... Yağmurlu gecede bir adam geldi, dersin...diyen büyük yazarın; ilk kez 1940 yılında yayımlanan hikâye kitabı Şahmerdan yeniden gözden geçirilerek yayına hazırlandı. TADIMLIKPaşazadeAyşelerin evi sur haricindedir. Bizimki, Hüsamettin Paşanın, kocaman duvarları arasına hapsedilmiş, bahçesi çam ağaçlı -havuzu balıklı ve fıskıyeli imiş- eski konaklardandır.Kış akşamları bankadan dönerken birinci mevkide, ilk zamanlar maaşım kırk beş lirayı bulmazken yan gelir otururdum. Bütün Topkapı eşrafı selamımı iade eder, kimi omzumu okşar, kimi halü hatır sorardı.Anam koca konağın içinde hatıraların, duvarlara asılmış, Hüsamettin Paşadan kalma yağlıboya resimlerin, sedef kakmalı cıgara tablalarının arasında günlerini bir böcek gibi geçirirdi. Eve ben gelince biraz canlanırdı. Çamın altındaki büyük tel örgülerle kaplı, baba yadigârı kümesteki tavuklar yumurtlamışsa ıspanaklı iki yumurta pişirirdi. Ne konu komşu evimize ayak basar, ne Şişli taraflarında oturan eski akrabalar konağımıza uğrardı. Anam: Hüsamettin Paşanın geliniyim, der dayatır, ara sıra uğrayanlara bin sekiz yüz seksen iki modası elbiselerle çıkar; mütemadiyen Paşa babamızdan bahsederdi. Babamın kolağası payesi aldığı gün evin bahçesinde yapılmış bir şenliği, gelene gidene, hatırlayıp hatırlamadıklarını sorardı. Son pandantifini sattığı gün, ben de bankadan ilk maaşımı almıştım. Evimiz senelerdir kırk beş lira para görmemişti. Ayda kırk beş lira ile Topkapıda neler yapılmaz? dedi anam. Bahçeyi mi düzeltmeyiz, tavuklar mı almayız, piliç mi çıkartmayız, çamı mı budatmayız, havuzu mu tamir etmeyiz?-- Anneciğim, dedim, kırmızı balık da alalım havuza. Nerede satarlar acaba?..-- Mısır Çarşısında bulunur, yavrum! dedi.İki tokmaklı guguklu saatin zincirini çekti. İlk defa olarak gördüğüm bir amme cüzünden bir şeyler okudu. Cüzünü okuduktan sonra yine ilk defa olarak, Hüsamettin Paşanın geliniyim, diyen halini mahsus bir, nasıl söyleyeyim, af buyurun, fiyakayı bozmamak gayretiyle yaptığını anlatan bir tavırla:-- Artık, dedi, Hüsamettin Paşanın gelini değilim, oğlum, banka memuru Bay Recainin anasıyım.O zaman benim de yüreğimden bir şey koptu. Ben de ilk defa olarak bir şey yaptım. Onu öptüm. Bahçeye çıktık. Babamın kolağası olduğu günkü gibi, sanki bütün bahçe, Japon fenerleriyle süslüydü.İşsizken tütün içerdim. İşe girince bıraktım. Fakat birinci mevki tramvay arabalarında akşamüstü Topkapıya dönmeyi güzel bir itiyat halinde muhafaza ettim. Ne güzel olurdu! Kimse konuşmazdı. Tramvay mahallelere sapardı. Meydanlara varırdı. Yanımız sıra çıplak bacaklı çocuklar koşar, gitgide geri kalırlar, en arkaya atlarlardı.Yangın yerleri korkunç, garip, uzak, yabancı, hatırasız nerelere kadar giderdi bilmem?Bir kafesten bir genç kız birinci mevkideki genç erkeğe bakardı. Son durakta iner, geriye dönerdim. Portföyümü sallardım. Bakanlara selam vermezdim. Fakat, iyi delikanlı, sessiz çocuk, iş bulmuş, aferin! Çalışıyor, dediklerini duyardım. Bazan Hüsamettin Paşanın torunu da derlerdi. Ben de anam gibi bundan garip bir gurur da duymaz değildim.Tramvayda en büyük dostum Zekâi Beydi. Bazan yan yana düşerdik. Ben etrafımı göremezdim. Gazetemi okurdum. O, yangın yerlerine bakar, yıkılmış çeşmelere hayıflanır:-- Harap... Harap... İstanbul... Nerede o eski İstanbul? Bu taraflarda oturmak doğru değil... İnsan ihtiyarladıkça konfor ihtiyacı da başlıyor, hazret! derdi. Sonra:-- Valide Hanıma arzı hürmet ederim, ellerinden öperim efendim.-- Teşekkür ederim efendim, bilmukabele efendim.-- Geceler hayrolsun!-- Geceler hayrolsun!Bir gün her nasılsa bir ikinci mevki tramvaya atlamış bulundum. Topkapıya işleyen çift tramvay arabalarından yalnız bir tanesi kırmızı renklidir. Zekâi Bey ve ben gibiler bu tramvayı beklerler. O gün biraz geciktiğim ve tramvay da hemen geçip gittiği için ancak arkadaki römorka atlayabildim.Ayşeye orada rastladım. Ben çok mahçubumdur. Ayşe derhal dostluk tesis eden garip ve şimdiye kadar roman ve hikâyelerde bulunduğunu işittiğim Avrupalı bir İstanbul kızı idi. İnhisarlarda çalışıyordu. Tramvay tenhaydı. Dışarıda yağmur yağıyordu. İçeride insanlar, bir çorba düşünen açlar gibi hazin ve sessiz, sakalları uzamış ve iyi çehreli idiler. Yerler tamamen doluydu. Fakat ayakta da kimseler yoktu. Sirkeciden her tarafı ıslanmış, kasketi elinde bir çocuk girdi. İhtiyar bir adam, yanındaki arkadaşını biraz sıkıştırarak bu çocuğu tatlı ve muhabbetle dolu bir hareketle yanına aldı.Sonra yine dışarıyı görmeden, şen, şakrak, yorulmaz, çapkın ve genç bir biletçinin şaklabanlıkları arasında meçhul bir çorbaya insanlar gidiyorlardı. Ne güzeldi!İşte o akşamdan sonra birinci mevki tramvay arabaları Topkapıya doğru çekip giderlerken ben römorka atlar ve kendi kendime: Topkapılı Ayşeye ve Topkapılı Ayşe gibilerine rastlamayacağımı bilsem, birincinin meşin, yaylı koltuklarına kurulur; yangın yerlerini, harap camileri ben de Zekâi Bey gibi seyreder, içlenirdim, derim.Yeni Mecmua, (9), 30 Haziran 1939daSon Paşazade adıyla yayımlanmıştır.
...Ben de dün akşamdan beri Hasana uyduracak hikâye düşünüyorum. Saatlerce düşündüm. Sabahleyin ilk vapurda yine düşündüm. Ne dersin?.. Bu sefer benim hikâyemi anlatırsın... Yağmurlu gecede bir adam geldi, dersin...diyen büyük yazarın; ilk kez 1940 y... tümünü göster
Irvin D. Yalom, aynı anda 5 ülkede yayımlanan, Alfred Rosenberg ile ondan üç asır sonra yaşayan ve ona tamamen zıt gibi görünen Spinoza’nın iç dünyasına yaptığı bu gizemli yolculuğu ustaca işleyip, olayları iç içe ama birbirine karıştırmadan, dolu dolu ama sıkmadan anlattığı bu romanı için:
"... Yaşanmış olabilecek olaylara dair bir roman yazmaya çalıştım. Tarihsel olaylara mümkün olduğunca sadık kalarak ve bir psikiyatr olarak birikimlerime dayanarak ana karakterlerimin, Bento Spinoza ve Alfred Rosenberg’in iç dünyalarını hayal etmeye çalıştım...
... Çoğu araştırmacı Spinoza’yı mülayim ve kibar biri olarak görüyor, bazıları da hayatını Hıristiyan azizlerinkiyle ya da hatta İsa’nınkiyle kıyaslıyordu. Ben de bu nedenle Spinoza’nın içsel yaşamına dair bir roman yazmaya karar verdim. Kişisel uzmanlığım bu noktada Spinoza’nın hikâyesini anlatmama yardımcı olabilirdi. Ne de olsa, o da bir insandı ve beni ve yıllar boyunca üzerinde çalıştığım birçok hastayı rahatsız eden temel insani çelişkilerle mücadele etmiş olmalıydı...
... Spinoza kütüphanesine el koyan ERR subayı (Oberbereichter Schimmer) tarafından yazılmış bir belge (17p-PS), kütüphanenin, Nazilerin “Spinoza Problemi”ni çözmelerine yardımcı olabileceğini belirtiyor..."
diyor.
Irvin D. Yalom, aynı anda 5 ülkede yayımlanan, Alfred Rosenberg ile ondan üç asır sonra yaşayan ve ona tamamen zıt gibi görünen Spinoza’nın iç dünyasına yaptığı bu gizemli yolculuğu ustaca işleyip, olayları iç içe ama birbirine karıştırmadan, dolu do... tümünü göster