Aklınızı başınızdan alacak bir insan avı
Doğan güneş karardığında, Geçmiş, çıplak bir kılıç gibi keskinleştiğinde, Japonya artık bir anı değil, kâbus olduğunda,
Kaiken’in zamanı gelmiş demektir.
Polisiye romanın en popüler isimlerinden Fransız yazar J. C. Grangé, tüm dünyada büyük yankı uyandıran son romanında okurlarını korkunç bir insan avının labirentlerinde dolaştırıyor.
Başkomiser Olivier Passan, Japon karısı Naoko’yla boşanmanın eşiğindedir. Bu arada Fransa’nın Seine-Saint-Denis ilinde vahşi cinayetler işlenmektedir. Katil, hamile kadınların karınlarını yarıp, çıkardığı fetüsleri yakmaktadır.
Passan bu cinayetleri Patrick Guillard adında bir adamın işlediğinden emindir ama Guillard her seferinde onun elinden
kurtulur.
Passan, Guillard hakkında derin bir araştırma yapar. Patrick Guillard’ın, anne babasının reddettiği, Çocuk sirgeme Kurumu’nun yurtlarında, koruyucu ailelerin yanında büyümüş, sorunlu bir çocuk ve doğuştan hermafrodit olduğunu keşfeder. Cinsiyetini seçme yaşına gelmeden, ameliyatlarla, testosteron iğneleriyle erkek olmasına karar verildiğini anlar.
Bir kaçıp kovalamaca Passan’ın hayatını değiştirecek ve olaylar hiç de beklenmedik bir yönde gelişecektir.
Kitapları tüm dünyada ve Türkiye’de aylarca çok satanlar listesinden inmeyen Grange, polisiye gerilim alanındaki tüm
birikim ve yeteneğini Kaiken’e ansıtmayı başarmış. Olaylar yine soluk kesecek nitelikte, gerilim yine üst düzeyde. Grangé sevenlerine heyecanlı ve zevkli bir okuma vaat ediyor.
Kitaptan
Koruyucu eldivenlerini taktı, cesedi odanın diğer ucuna kadar yerde sürüdü ve atıkların boşaltıldığı lağım çukurunun
kapağını açtı. Acı ve keskin asit kokusu boğazını yaktı.Suyun yüzeyinde yansımasını gördü. Solgun, olağanüstü bir heykeli andıran, sadece yok etmeyi düşünen, kapkara dalgalarla şaşkın bir siluet…
Kendine olan inancı daha güçlü bir şekilde geri geldi. Bu akşam, Gece Süvarisi burada olacaktı. Onun peşindeydi. Onun yapacağı en ufak hareketi, yanlışlığı kolluyordu. Öyleyse harekete geçme zamanıydı.
Ayağıyla cesedi yuvarladı ve üzerine su sıçramaması için geriye kaçtı. Çukurdan
yanmış et kokusuyla daha yoğunlaşan iğrenç kokulu bir duman yükselirken,
gözlerini kapattı ve kollarını açtı. Son yeniden doğuş bu akşamdı.
Aklınızı başınızdan alacak bir insan avı
Doğan güneş karardığında, Geçmiş, çıplak bir kılıç gibi keskinleştiğinde, Japonya artık bir anı değil, kâbus olduğunda,
Kaiken’in zamanı gelmiş demektir.
Polisiye romanın en popüler isimlerinden Fransı... tümünü göster
Bağlayıcı olması beklenir kardeşliğin. Öyle umulur. Kardeşler birbirlerine borçludur ya; bir soluk, bir omuz, bir teselli...
Yine de düşünceler karmaşıklaşınca zihinde, unutulabilir borçlu addedildiğimiz görevler.
Bu kitap, dünyaca ünlü psikanalist Sigmund Freud'un ve onun dört kız kardeşinin gerçekte de yaşanmış sarsıcı öykülerini anlatmaktadır. Freud, İkinci Dünya Savaşı döneminde Viyana'ya girmek üzere olan Hitler'in yaratacağı yıkımdan kurtarılmak için Londra'ya götürülür. Ona Londra'ya geçmesi için yardım eden kimseler, yanına almak istediği insanların isimlerini bir liste haline getirmesini isterler. Freud o listeyi hazırlar. Eşi ve çocukları dışında eşinin ailesi, doktoru, doktorunun ailesi, hizmetçileri, hatta küçük köpeği bile vardır listede. Ancak dört kız kardeşi yoktur.
Freud'un seçimi kardeşlerinin kaderini nasıl şekillendirecektir?
O karanlık günlerde verilen bir sınavdır belki de yaşananlar; kardeşlikle ilgili bir sınav. Belki de bir iç savaş; galibi de mağlubu da belli olmayan...
"Nefis bir roman... Beni böylesine etkileyen başka bir kitap hatırlamıyorum."
-Vesna Mojsova-Cepiısevska (Makedonya)-
"Ustaca ve çarpıcı."
-Knack (Belçika)-
"Smilevski değişik ve ayırt edici tarzıyla, iç yaşamımıza ve fikir dünyamıza güzel bir bakış açısı getiriyor."
-Boek (Hollanda)-
"José Saramago gibi kuvvetli, çok yönlü ve detaycı bir yazar."
-La Repubblica Gazetesi (İtalya)-
(Tanıtım Bülteninden)
Bağlayıcı olması beklenir kardeşliğin. Öyle umulur. Kardeşler birbirlerine borçludur ya; bir soluk, bir omuz, bir teselli...
Yine de düşünceler karmaşıklaşınca zihinde, unutulabilir borçlu addedildiğimiz görevler.
Bu kitap, dünyaca ünlü psikana... tümünü göster
Bağlayıcı olması beklenir kardeşliğin. Öyle umulur. Kardeşler birbirlerine borçludur ya; bir soluk, bir omuz, bir teselli...
Yine de düşünceler karmaşıklaşınca zihinde, unutulabilir borçlu addedildiğimiz görevler.
Bu kitap, dünyaca ünlü psikanalist Sigmund Freud'un ve onun dört kız kardeşinin gerçekte de yaşanmış sarsıcı öykülerini anlatmaktadır. Freud, İkinci Dünya Savaşı döneminde Viyana'ya girmek üzere olan Hitler'in yaratacağı yıkımdan kurtarılmak için Londra'ya götürülür. Ona Londra'ya geçmesi için yardım eden kimseler, yanına almak istediği insanların isimlerini bir liste haline getirmesini isterler. Freud o listeyi hazırlar. Eşi ve çocukları dışında eşinin ailesi, doktoru, doktorunun ailesi, hizmetçileri, hatta küçük köpeği bile vardır listede. Ancak dört kız kardeşi yoktur.
Freud'un seçimi kardeşlerinin kaderini nasıl şekillendirecektir?
O karanlık günlerde verilen bir sınavdır belki de yaşananlar; kardeşlikle ilgili bir sınav. Belki de bir iç savaş; galibi de mağlubu da belli olmayan...
"Nefis bir roman... Beni böylesine etkileyen başka bir kitap hatırlamıyorum."
-Vesna Mojsova-Cepiısevska (Makedonya)-
"Ustaca ve çarpıcı."
-Knack (Belçika)-
"Smilevski değişik ve ayırt edici tarzıyla, iç yaşamımıza ve fikir dünyamıza güzel bir bakış açısı getiriyor."
-Boek (Hollanda)-
"José Saramago gibi kuvvetli, çok yönlü ve detaycı bir yazar."
-La Repubblica Gazetesi (İtalya)-
(Tanıtım Bülteninden)
Bağlayıcı olması beklenir kardeşliğin. Öyle umulur. Kardeşler birbirlerine borçludur ya; bir soluk, bir omuz, bir teselli...
Yine de düşünceler karmaşıklaşınca zihinde, unutulabilir borçlu addedildiğimiz görevler.
Bu kitap, dünyaca ünlü psikana... tümünü göster
Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı Gazâ. Babası bir insan kaçakçısı, Gazâ da onun çırağı. Henüz 9 yaşında. Yani, hayata ve insana dair, öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta.
Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiyedir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğuda, ayakkabılı olanı Batıda ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya Sınırdan sınıra ticaret Duvardan duvara
Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı Gazâ. Babası bir... tümünü göster
Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet... Tarlabaşı'nın arka sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek. Gururlarının kurbanı olmuş erkekler, onların hayatlarını yaşamak zorunda olan kadınlar. Bu cinayetler yatağında, bu kötülükler bahçesinde, bu insan eti satılan can pazarında masumiyetini korumaya çalışan bir adam. Bir zamanlar İstanbul'un en gözde yeri olan Beyoğlu'nun hazin hikâyesi.
Karanlık... Soğuk havayla iyice ağırlaşan bir karanlık. Uzaklardan şarkılar geliyor kulağına, neşeli kadın çığlıkları, ayarını yitirmiş sarhoş naraları, biri küfrediyor belki ana avrat, belki ağlıyor biri hıçkıra hıçkıra, belki biri sessizce ölüyor bu gürültünün, bu hengâmenin ortasında. Umurunda değil. Hepsinden sıyrılmış, sadece öfke...
Nereye gittiğini bilmeden yürüyor, nefret tarafından kuşatılmış olarak. Kıskançlık denen o canavar, çelikten pençesine almış yüreğini, habire sıkıyor. "Kadınlar," diyor bir ses zihninin derinliklerinden... "Kadınlar, onlarla oynayamazsın... Oynadığını zannedersin ama bir de bakmışsın, asıl oyuncak sen olmuşsun." Hayatına giren kadınların yüzleri beliriyor sokağın zemininde. Birer birer düşüyor görüntüleri ayaklarının dibine. Hepsinin boynu bükük, hepsinin gözlerinde keder. Hepsi üzgün... Aldırmıyor, bir su birikintisiymiş gibi basıp geçiyor üzerlerinden ama yeniden düşüyor görüntüler zemine. "Kadınlar," diyor o ses yine, "Kadınlardan asla kurtulamazsın, hayaletleri hayatın boyunca seni takip eder."
Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet... Tarlabaşı'nın arka sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek. Gururlarının kurbanı olmuş erke... tümünü göster
Elinizde tuttuğunuz kitap Bir yüregin birden çok fazla yüregi düsünüp yazdigi siirlerden olusur. Sair siir yazmaz içinde bir siir vardir zaten sairin Bu kitapta okuyacaginiz siirler yagmurludur Bittiginde ya gözler ya da yürekler islanir
Elinizde tuttuğunuz kitap Bir yüregin birden çok fazla yüregi düsünüp yazdigi siirlerden olusur. Sair siir yazmaz içinde bir siir vardir zaten sairin Bu kitapta okuyacaginiz siirler yagmurludur Bittiginde ya gözler ya da yürekler islanir