Birinci iktidar, bürokratik iktidardır. Bürokrasinin çeşitli şubeleri, halktan tasvip görme şansı bulunmadığı için, bu iktidarın en önemli sac ayağıdır. Bu iktidarı halk seçmez. Onun mensupları kendi kendilerini atarlar. Halktan aldıkları vergilerle varlıklarını sürdürür; ama halka tepeden bakarlar. Bürokratik iktidar on yıllar içinde kendine hukukî, siyasî, ekonomik payandalar edinmiş ve bir kapıkulu sistemi yaratmıştır. Elemanlarını halktan devşirir, sonra onları anne babalarına yabancılaştırır ve toplumun efendisi olduklarına inandırır. Bu iktidar demokratik iktidarın sınırlarını bizzat belirlemeye çalışır. Bunda önemli ölçüde başarılı da olur. Bu iktidarın hedefi, tek parti rejiminin değer, amaç ve iktidar paylaşımını yaşatmaktır. Demokratik süreçler bunun tam olarak gerçekleşmesine izin vermediği için demokrasi sevilmez. Bu iktidar elitlerinin dilinde demokrasi süs kelimesidir. Gönüllerinin aslanı, tek parti cumhuriyetidir. Yani totaliter cumhuriyettir.İkinci iktidar, demokratik iktidardır. Bu iktidarı serbest seçimlerle halk belirler. Bu iktidar geçicidir. Ondan her sorunun altından kalkması beklenir. O her konuda yetkili değil; ama her konuda sorumludur. Yani, davul bu iktidarın boynunda; ama tokmak bürokratik iktidarın elindedir. Demokratik iktidarların cumhuriyet rejimine pek itirazları yoktur, itirazları cumhuriyetin demokratik olmamasınadır. ... Demokratik iktidar, demokrasilerde olması gerektiği gibi, yani kişi hak ve özgürlükleri lehine değil, bürokratik iktidarın sınırlanmasını istediği anlamda, yani bürokratik iktidar lehine sınırlı iktidardır. ... Ülkenin her sıkıntısının sorumlusu demokratik iktidar, her başarının sahibi ve yaratıcısı bürokratik iktidardır. Bürokratik iktidar mensupları Tanrısal yanılmazlığa sahip görülürken demokratik iktidarın sahipleri hep kötülenir, aşağılanır. Bürokratik iktidarın sahipleri ve destekçileri toplumda azınlıktır; ama medyada ve kilit bürokratik mevkilerde çoğunluktadır.
Birinci iktidar, bürokratik iktidardır. Bürokrasinin çeşitli şubeleri, halktan tasvip görme şansı bulunmadığı için, bu iktidarın en önemli sac ayağıdır. Bu iktidarı halk seçmez. Onun mensupları kendi kendilerini atarlar. Halktan aldıkları vergilerle ... tümünü göster
Türk Aynştaynı Gizlenen Gerçekleri İfşaa Ediyor!,.Türk Aynştaynı olarak tanınan, değişik ülkelerde iki kez Nobel Ödülüne aday gösterilen Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, ABD Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliğini birincilikle bitirdi (1956). ABDde M.I.T.den birincilikle Yüksek Kimya Mühendisi oldu; Alfred Sloan Ödülünü aldı. Berkeleyde Kuramsal Kimya doktorasını yaptı. ABD Atom Enerjisi Merkezinde araştırmalar yaptı. Harvard ve Yalede kendisine ait yeni kuantum (nicem) kimyası ve fiziği üzerine teorileri hakkında üst düzey dersler verdi. 1962de, 26 yaşında, Batının son 300 yıldaki en genç profesörü oldu. Moleküler Biyoloji konusunda ikinci kürsüsüne atandı. Alexander von Humboldt Bilim Ödülü kazanan ilk bilimci oldu. JaponyanınUluslararası Seçkin Bilimci Ödülünü kazandı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çıkardığı özel bir kanunla Oktay Sinanoğluna ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü Unvanını verdi. Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak Japonyaya gönderildi; Türk-Japon Kültür, Eğitim ve Bilim ilişkilerinin temelini attı. Amerika Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk Üyesi olan Sinanoğlu, olay yaratan Bye-Bye Türkçe kitabından sonra, bu kitabında yurt ve dünya sorunlarına ilişkin halktan gizlenen gerçekleri ifşaa ediyor ve diyor ki: Güçleri gizlilikten geliyor!
Türk Aynştaynı Gizlenen Gerçekleri İfşaa Ediyor!,.Türk Aynştaynı olarak tanınan, değişik ülkelerde iki kez Nobel Ödülüne aday gösterilen Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, ABD Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliğini birincilikle bitirdi (1956... tümünü göster
Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda ekmek kalmadı; ben hâlâ ham, hâlâ aşkta bir çocuk gibi toy...Hamuş derdi Mevlana kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç bir şairin, hem de nâmı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini.. Kâinatın da tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. Seneler var ki nereye gidersem gideyim o sesi dinledim. Her bir insanı Yaradanın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak verdim. Dinlemeyi sevdim. Cümleleri, kelimeleri ve harfleri... Oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu.Mesneviyi şerh edenlerin çoğu bu ölümsüz eserin b harfiyle başladığına dikkat çeker. İlk kelimesi Bişrev!dir. Yani Dinle! Tesadüf mü dersin ismi Suskun olan bir şairin en kıymetli yapıtına Dinle! diye başlaması. Sahi, sessizlik dinlenebilir mi?Bu romanda her bölüm aynı sessiz harfle başlar. Neden? diye sorma, ne olur. Cevabını sen bul. Ve kendine sakla.Çünkü öyle hakikatler var ki bu yollarda, anlatırken bile sır kalmalı.
A. Z. Zahara - Amsterdam, 2007
******
Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda ekmek kalmadı; ben hâlâ ham, hâlâ aşkta bir çocuk gibi toy...
Hamuş derdi Mevlana kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç bir şairin, hem de nâmı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini..?
Kâinatın da tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. Seneler var ki nereye gidersem gideyim o sesi dinledim. Her bir insanı Yaradanın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak verdim. Dinlemeyi sevdim. Cümleleri, kelimeleri ve harfleri... Oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu.
******
Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti.... tümünü göster
Yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından biri olan George Orwell, 47 yıllık yaşamına iki başyapıt sığdırdı. “Hayvan Çiftliği” ve “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”. 1945 yılında yayınlanan “Hayvan Çiftliği”nde, bir grup hayvanın kendilerini sömüren insanların yönetimini devirip eşitlikçi bir toplum kurmasının öyküsü anlatılıyordu. Ama zamanla hayvanların zeki ve iktidar düşkünü önderleri olan domuzlar, devrimi yolundan saptırarak insanlardan daha baskıcı ve acımasız bir diktatörlük kuruyorlardı. Bir siyasal yergi başyapıtı sayılan “Hayvan Çiftliği”ni 1949'da “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” adlı roman izledi. Orwell'in bu son kitabı, her şeyin tümüyle devletin denetiminde olduğu belleksiz ve muhalefetsiz bir toplum tehlikesine karşı yürekten bir uyarı niteliğindeydi. Dünyanın sürekli birbiriyle savaşan üç totaliter polis devletinin egemenliği altında olduğu düşsel bir gelecekte geçen roman, hem o dönemde hem de sonraki yıllarda çok sayıda okuru derinden etkiledi.
Yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından biri olan George Orwell, 47 yıllık yaşamına iki başyapıt sığdırdı. “Hayvan Çiftliği” ve “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”. 1945 yılında yayınlanan “Hayvan Çiftliği”nde, bir grup hayvanın kendilerini sömüren insanla... tümünü göster
talhadereci şu anda kitap okumuyor.