Koyu Beyaz, 80 adet değerlendirme yapmış.  (5/12)
Isabelle
Yürüyen Şato (Howl's Moving Castle, #1)
Yürüyen Şato (Howl's Moving Castle, #1)

8

Animesi ile arasında ciddi farklar olsa da ikisinin de yeri ayrıymış. Gayet sade, masal havasında, akıcı ve sevimli bir öykü. Güzel vakit geçirmek isteyenlere tavsiye edilir.

Korkma Ben Varım
Mezarlık Kitabı
Biz
Biz

10

Her şeyin tüm çıplaklığıyla göz önünde olduğu bir dünyada 'birey' anlayışı olmadan yaşayan insanları konu alan BİZ, hiç şüphesiz ki diğer distopyalardan bir özelliğiyle sıyrılıyor: Onların atası olmasıyla. Öyle ki eğer Cesur Yeni Dünya ve 1984 gibi ünlü distopik eserleri okuduysanız bu kitabın diğer yazarları nasıl etkilediğini rahatlıkla görebilirsiniz. Emsali olmadığı bir dönemde yazılmış olması bu anti-ütopyayı diğerlerinin içinde sivrilten en temel özelliği... Tam da bu sebepten kitaptan beklentim diğerlerine oranla daha düşüktü okurken. Kendi türünün öncüsü olması, daha sonra yazılmış olan benzerlerinin yazılırken ellerinde bir örnek varken bu kitabın tamamıyla yeni bir şey başlattığı anlamına geliyor. Yani BİZ'de yazılan her şey sıfırdan oluşturulmuşken (elbette ki yazarın etkilendiği eserler vardır, kendi türü içinde konuşuyorum) daha sonra gelenler buradaki düşünce temelini örnek alma şansına sahipti. Buna rağmen BİZ'in, oluşturduğu türün kendisinden sonraki temsilcilerine taş çıkaracak kadar oturaklı olduğunu gördüm. Olay örgüsü, anlatımı ve elbetteki temel özelliği olan düşünce üzerine kurulu yapısı ile distopyanın babası olmayı rahatça kaldırabilecek kadar sağlam bir eser. Kitaptaki sistem en çok ilgimi çeken kısım oldu. Tamamıyla saydam bir dünya, bireyin olmadığı, insanların bir makinenin parçaları konumunda yaşadığı bir sistem, dışarıya kapatılmış şehirler ve tekil anlayıştan yoksun insanlar. Hiçbir şeyin saklanmaya gerek duymadığı -gerek duyulsa bile saklanamadığı- bu dünyada insanların kendilerine ait isimleri dahi yok; sadece sayılar var. Kişiler birbirlerine birey olarak değil sayı olarak bakıyor ve hitap ediyorlar çünkü hiçbiri büyük bir topluluğun, BİZ'in bir parçası olmaktan öte bir öneme sahip değil. Ve biraz okuduktan sonra o evrende doğru olanın da bu olması gerektiğini baş karakterimiz olan D-503 ile birlikte biz de hissediyoruz. Ne var ki bir başka sayı* gelip D-503'ün aklına hiçbir sayının aklında olmaması gereken şeyleri soktuğunda işler çığırından çıkmaya başlıyor. Biz de böylece bir mekanizmanın parçaları görevlerini yapmayı keserse neler olacağını hep birlikte görüyoruz. Kitaptaki toplumun sistematikliği gerçekten etkileyici. Her şeyin belli bir düzen içinde oluşu, insanların bu düzeni koşulsuz bir biçimde kabul ederek sahiplenişi ve aksatmayı düşünmeyerek hallerinden memnun oluşu, seçimlerin açık bir biçimde, sadece formalite icabı yapılışı gibi unsurlar ister istemez aklınızı başka yerlere kaydırıyor: Kendi dünyamıza. Tüm distopyalarda olduğu gibi düşündürüyor, sorgulatıyor, eleştiriyor ve okurunu çevresine bakması için dürtüklüyor. Kitabın bir başka sevdiğim özelliği ise altı çizilesi cümlelerin bolluğuydu. Kitabın yazarı Yevgeni Zamyatin var olmayan bir dünyayı öyle güzel betimleme ve benzetmelerle anlatıyor ki bir anda her şeyi tüm çıplaklığıyla görebiliyorsunuz. Karakterin kendi güncesi olarak yazılmış olan kitap da o sistem içindeki bir bireyin düşünceleri aynı şekilde başarıyla yansıtıyor. Bununla ilgili örnek olarak kısa bir alıntı da koymak istiyorum; Alıntı Gözünüzün önüne bir kare getirin. Canlı, güzel, eşkenar bir dörtgen. Ve bu karenin size kendisinden söz ettiğini varsayın. Onun size söylemeyi akıl edeceği en son şey dört açısının eşit olduğudur. Bu onun için öyle doğal, öyle sıradan bir şeydir ki artık farkında bile değildir. Yukarıda da belirttiğim gibi diğer büyük distopyaların kitaptan ne kadar çok etkilendiğini okurken net bir şekilde görebiliyoruz. Özgürlük/mutluluk çatışması en belirgin örneği bunun. Zaten 1984'e baktığımızda BİZ'den sadece esinlenmekle kalmayıp karakterlerini dahi benimsediğini görebiliyoruz. Aynı şey (bana kalırsa) Cesur Yeni Dünya için de bir miktar geçerli. En azından arkalarındaki felsefe ve düşüncelerin benzerliğini görmek için büyük bir birikime sahip olmak gerekmiyor. Kitabı okumamış olanlar için de ufak bir eleştiri ve uyarıda bulunmak istiyorum. Kitabın ön sözünü en son okuyun çünkü ön sözün içinde kitabın sonunda ne olduğunun söylenmesi gibi abez bir durum söz konusu. Böyle saçma bir hata nasıl yapılmış bilmiyorum ama kitap kurgu ağırlıklı olmasa dahi alınan zevki baltaladığı kesin. Ayrıca tesadüf eseri keşfettiğimiz ve son derece saçma olan bir durum daha var ki bu kitabın sonunu baştan bilmekten daha da acı. Kitabın orjinalinde I-330 olan karakter elimdeki baskıda E-330 olarak değiştirilmiş durumda. Ve bu karakter öyle arada görünüp kaybolan bir yan karakter de değil üstelik. Aynı şekilde ENTEGRAL adlı araç elimdeki baskıda İNTEGRAL olarak değişmişti. Bu farklılıklar kitabın kalan içeriğiyle ilgili de ister istemez şüphelenmesine sebep oluyor insanın. (elimdeki kitap Ayrıntı Yayınları - 3. Basım) Son olarak yazarın eksiltili cümle kullanmadaki takıntısının da bazı yerlerde can sıktığını söyleyerek eleştirmek istiyorum. Böyle bir kitabı yazım olarak eleştirmek ne kadar doğru tartışılır ama benim çok gözüme battı, söylemek istedim. Kısaca temel distopyalar arasındaki yerini sonuna kadar hak eden başarılı bir eser BİZ. Öncülüğü ve kendisinden sonra gelen distopyalara (özellikle de 1984) sağladıklarıyla ne olursa olsun 'atalığını' sonuna kadar hak ediyor.

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (1984)
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (1984)

8

İki kere iki beş eder. Düşündürmek, sorgulatmak, kendi zihninizi tarayıp içinde bulunduğunuz durum ve yaşama şöyle bir göz atmak bu kitabın size yapacağı en büyük etkiler olacaktır sanıyorum. İlk sayfasından itibaren sizi içine çeken atmosferi öyle bir dünyaya ait ki, bir yandan içiniz kararıyor, bir yandan buna ne kadar yakın olabileceğinizi düşünerek korkuyorsunuz ve buna rağmen yazılmış olan düzenin çarpık bütünlüğüne hayran olmaktan kendinizi alamıyorsunuz. İnsanın düşünce biçimini, dünyanın var oluşundan bu yana gelen çeşitli fikirleri, içinde bulunduğumuz dünyanın var olan ve değişmeyen gerçeklerini, felsefeyi, yönetim biçimlerini ve giderek daha çok içine gömüldüğümüz yaşam düzenimizi çok eskilerden gelerek gören, bununla da kalmayıp üç bölümde farklı açılardan(I. bölüm; sistemin içindeki sıradan bir insan, II bölüm; sorgulayan ve madalyonun öteki yüzünden bakan kısım, III bölüm; sistemin bakış açısı ve saf gerçeklerin görülmesi) bize sunan bir eser Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Herkesin okuyup da hayran kalacağı bir eser olmadığını düşünmeme rağmen okumamanın eksiklik olacağını da söyleyebilirim. (bkz: çiftdüşün) Anlattığı, yarattığı ve muhtemelen içine girmeye yakın olduğumuz düzenin arkasındaki düşünceler, yöntemler ve kuruluşu mantık sınırlarını zorlayacak kadar gerçekçi. Hiçbir eylem rastgele yapılmıyor, her şey bir düzen içinde ve arkasındaki amaç uğruna şaşmadan yürütülüyor. Yalnızca dil konusundaki değişiklikler dahi başlı başına pek çok şeyi anlatıp düşündürüyor insana; kaldı ki bunun dışında onlarca sorgulanacak düşünce daha veriyor kitap. Her bir sayfasını dikkatle özümseyerek okumak, üzerinde düşünmek gerekiyor. Bu bakımdan belli bir dönemden sonra okumak kitabın çok daha iyi kavranmasına yardımcı olacaktır diye düşünüyorum. Birkaç yıl sonra bir kez daha elime alıp okuyacağımdan da bu yüzden eminim. Hakkında çok fazla şey söylenebilecek bir kitap olmasına karşın barındırdığı düşünceleri anlatmaya çalışırken hakkını veremeyeceğinden de korkutacak kadar iyi yazılmış ve dolu bir içeriğe sahip. Belli bir dönemden sonra okunması hayata bakış açınızı ciddi anlamda değiştirecektir, buna inanıyorum. George Orwell'ın ileri görüşlülüğüne saygı duymamak bu kitabı hakkıyla okuyan hiç kimsenin yapamayacağı bir eylemdir sanıyorum. Ayrıca tüm bu düşünce ağırlığına rağmen karakterlerin hikaye içindeki oturuşu, baş karakterin olaylara olan sorgulayıcı bakış açısı ve neredeyse hiç ön plana çıkmadan görevini başarıyla yerine getiren kurgusunun sağlamlığı da kitabın bir kült eser olmasını sağlayan diğer etkenler. Başlı başına oturaklı bir yapıt Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Elimdeki baskının editörlüğüne ve çeviride ortaya çıkan bazı pürüzlere takıldıysam da kitaptan aldığım zevki engellemedi. Distopik eserlerin içindeki yoğunluğun insanın başını ağrıtması dışında (ne var ki tatlı bir ağrı bu bile) şikayet edilebilecek bir şey var mı bilmiyorum, sanırım yoktur. Hakkıyla okuyabileceğine inanan herkesin sadece kitaplığında değil zihninin bir köşesinde de daimA bulunması gereken bir eser. Parti sloganı bile pek çok şeyi anlatmaya yeter; SAVAŞ BARIŞTIR ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR CAHİLLİK GÜÇTÜR

Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna

10

Bu kitaba karşı beni koruyan tek şey yalnızlık hissiydi sanırım. Aksi taktirde biliyorum ki üzerimden koca bir Sabahattin Ali geçecek ve geride konuşmaktan aciz, tıpkı Raif gibi kendi içine kapanık bir insan bırakacaktı bir kaç günlüğüne. Aşıksanız okurken dikkat edin.