Yorumun aslı için: http://kordugumhayaller.blogspot.com/2012/10/kan-atesi-blood-fever-by-karen-marie.html Serinin 2. Kitabını daha çok sevdim ben. Bol bol aksiyon, macera, gizem ve romantik bölümler vardı. Tabi yanlış anlama olmasın, Barrons’un romantik anlayışına göre bir romantiklik vardı. Ama olsun bana yetti. Ne de olsa o, her haliyle karizma ;) İlk kitap heyecanlı bir şekilde bitmişti. İkinci kitap ise bizi merakta bırakırcasına, normal bir gün ile başlıyor –Mac ne kadar normal bir gün yaşayabilirse işte. Ama yanlış anlaşılmasın sonradan olan olaylarla sıkılmaya vakit bile kalmıyor. O kadar dolu dolu maceralarla geçiyor ki! Okurken başka bir şey olmaz artık diyemiyor insan çünkü son ana dek hatta kitabın sonunda bile kızımıza bir rahat yüzü yok. Ya sürekli başına bir bela geliyor ya Barrons ondan bir şey yapmasını istiyor ya V’lane rahat bırakmıyor ya da Lord Master’ın adamları onu arıyor ya da avcılardan endişeli ya da…. Ahh, ben şuncağız şeyleri yazarken bile yoruldum ama yazar inananın hiç yorulmuyor. Barrons’u bu kitapta daha çok sevdim. Mac’a karşı daha iyiydi. Onun hakkında birçok şey öğrendik. Bol bol güldü bu kitapta. Ama ben en çok kıskanç hallerine bayıldım. Tüm bu olanlara ve bilgilere rağmen hâlâ gizemli yakışıklı klansmanını sonuna kadar koruyor. Kitap boyunca Barrons’un “ne” veya “kim” olduğunu kendinize bolca sorsanız da cevap alamıyorsunuz. Hele tahmin yapmayı hiç denemeyin. Zira kendisi tüm haşmetiyle ve her seferinde tüm tahminlerinizi yerle bir ediyor. Benim buna rağmen bir iki tahminim var ama ben de saklı. Eğer olur ki, hani mucize eseri ne olduğunu öğrenirsek o zaman ben de kendi yorumumu bildiririm. V’lane. Onu da unutmamak lazım. Bu kitapta bir iki sefer çıksa da karşımıza onlarda da işe yaradı. Kızımızın hayatını kurtardı her ne kadar bu çıkarı için gözükse de bence kızımıza boş değil. Tabi kibirli prens bunu tam kabul etmiyor ama bir şeyler çıtlatıyor kızımıza. Onu seviyorum desem olmaz sevmiyorum desem olmaz ortası desen hiç olmaz. Onun hakkında ne düşüneceğimi tam bilmiyorum. Bence Mac de benimle aynı fikirde. Çünkü birinci kitaptan sona onun hakkında çok olmasa da yeterli bir iki bilgi öğreniyoruz. Fiona konusunda haklı çıktım. Pis kocakarı ne olacak. Başına gelenleri hak etti. Kendi kuyusunu kendi kazdı. Kızımızı az kalsın öldürüyordu. Neyse ki V’lane vardı. Ama bu onu kurtarmaya yetmedi. Artık fazla olmaya başladı zaten. Yedi tekmeyi eyvallah :) Daha önce yaşlı kadın olarak söz ettiğim kişinin kim olduğunu öğreniyoruz, Rowena. Onun hakkında da doğru bilmişim. Kendisi sidhe kahinlerinin başı –gerçi o söylemedi ama biz anladık. Ama çarpık bir anlayışı var. Kısacası Fiona’dan sonra sevmediğim ve sevmeyeceğim bir diğer karakter. Yeni sevimli bir karakter ile tanıştık. Kendisi Dani ve genç bir sidhe kahini. Herkesin ona büyük gibi davranması istese de çocukça şeyler yapıyor. Yine de siz bunları dediğime bakmayın kendisi tam tamına 47 fae öldürmüş. Çok hareketli ve kendine özgü güçleri olan biri. Ben sevdim ama kendisini sadece 2 kere görüyoruz. İlk kitapta ne kadar düşman gittiyse merak etmeyin, bu kitapta yerine bir o kadar da kişi geliyor. Kızımız ve Barrons’un başı her zamanki gibi beladan kurtulmuyor. Tabi tek sorun canavarlar değil. Bir ara kızımızın babası geliyor ve bir dedektifin ölümü konusunda karakola alınıyor. Bu kızın çilesi hiç bitmiyor. Hatta bir ara öldü sanılan bir düşman kızımızı kaçırıyor ve ölümden kıl payı kurtuluyor. Kurtulmak için yaptığı şey ise kırk yıl düşünsem bu kız bunu yapar demeyeceğim bir şey! Tam bundan ilginci olmaz derken o da ne? Lord Master kızımızın kılına zarar vermeden onu bırakıyor hem de onun kendisi için düşündüğünden de büyük bir tehdit olduğunu gördükten sonra! Peki niçin? Sadece Barrons “kız benimle kalıyor” dedi diye. Bir afalladınız değil mi? Bunlar daha hiçbir şey. Siz bir de kitabın sonunu okuyun da görün. Kitapta sinir olduğum o gelecekten geçmişe karışma işi bu kitapta yoktu ya da vardı ama beni rahatsız etmedi. Bunun düzelmesine sevindim çünkü ilk kitapta beni biraz soğutmuştu. Bunun dışında kızımızın yaşadığı o kadar olaya rağmen hala salak olmasına, gözünün tam önündekini görememesine ve bunun yüzünden sadece kendini değil, sevgili Barrons’u da tehlikeye atmasına sinir oluyorum. Tamam, ilk kitaptaki kadar saf ve salak değil ama hala sinirime dokunuyor. Kendini kaybetsin, siyah olsun demiyorum, sadece biraz şu gökkuşağı renklerini azaltsın yeter. Sonuçta tüm renklerden vazgeçerse karşısında savaştıklarından ya da sevmediğim uyuz ihtiyar Rowena’dan bir farkı kalmaz. Kitabı şiddetle okumanızı öneriyorum. Gerçekten çok güzeldi.
Puan: 6.30 Yorumun aslı için: http://kordugumhayaller.blogspot.com/2012/10/karanlik-ates-darkfever-by-karen-marie.html Kitap daha önce okuyup beğendiğim bir kitaptı. Genelde kapaklara çok takılmam ama bu serisinin kapaklarını sevdim. Bu yüzden orijinal kapak çıkınca hemen iki kitabını da sipariş ettim. Daha önce okusam da sanki hiç okumamışım gibi. Hatırlamadığım öyle yerler var ki kendime kızdım ama neyse bunları değil de kitabı konuşalım :) Kitap okuduğum diğer bir çok seriye göre farklıydı çünkü bir günlük gibiydi ama aslında tam öyle değildi. Bazen geçmiş ve gelecek birbirine geçiyor, kızımız gelecekten daha önceki yaptıklarını yorumlayıp bilgilendiriyor bizi. Bu şekilde yazmak iyi ve kötü. Çünkü okurken ilerisi için bilgi almak heyecanlandırıyor ama okurken birden kesilmek bazı yerlerde gereksizdi. Aksiyon sahneleri bolca vardı ama beni sinir eden kısım –tabi son kısımlarda bir yer hariç- düşmanla yüz yüze gelip adam gibi kavgaların olmamasıydı. Daha çok yapacaklarını yaptılar ve ortamdan kaçtılar. Sanırım bunun nedeni kızımızın öyle bir duruma hazır olmaması ve daha birinci kitapta olmamızdı. Ama son kısımdaki yer ilerideki kitaplar için umut vericiydi. Küçük bir kasabada sakin ve huzurlu bir hayatı olan MacKayla’ya gelen bir telefonla tüm hayatı değişiyor. Çok sevdiği ve biricik kız kardeşi Alina öldürülmüştür ve ölmeden önce kızımıza bir mesaj bırakmıştır. Bu mesaj ve yaşadığı üzüntü kızımızı kız kardeşinin intikamı için Dublin’e getiriyor, öldürüldüğü yere. Hikaye zaten bundan sonra başlıyor. Kızımız Alina’nın intikamı ve garip mesajını araştırırken tüm dünyası ters düz oluyor, güvenli hayatı birden puf diye uçuşuyor. Çünkü Dublin’de aslında olmaması gereken, efsanevi kötü yaratıkların yaşadığını öğreniyor. Öğrenmekle kalsa iyi bir de öldürülmekten kıl payı kurtuluyor. Hepsi de ne için, yazılışını bile bilmediği “şi-sa-du” diye bir şey ve aslında görmemesi gereken yaratıklar için! Hiç mi iyi bir şey olmuyor derseniz hemen size var derim. Ben derim de Mac der mi orası meçhul! Çünkü ben sevsem de Mac pek “o”nu sevmiyor. Daha doğrusu sevmemek değil de güvenmiyor. O kim mi? Tabi ki de yakışıklı ve ultra gizemli, bask ve kelt soylarından gelme, kitapçısı olan ve bu tip ıvır zıvır dışında bir şeyini bilmediğimiz Jericho Barrons… Kendisi başta kızımızı bilmediği şeyler ve bu kötücül dünya konusunda uyarsa da Mac’in gitmeye niyeti olmadığını ve en önemlisi kızımızın kendi işine yaradığını görünce onu bırakmıyor. Yani hayır romantik bir prens değil! Peki ne derseniz, dedim ya daha önce ultra gizemli biri. Sözün kısası ben de bilmiyorum. Mac mi? Hele o hiç bilmiyor. Ben onu bu kadar yersem de arada, hani kırk yılda bir yapılan iyilikler gibi yaptığı şeyler oluyor –kızımızın hayatını kurtarmak gibi… Bir de V’lane var ki sormayın. İyi mi kötü mü kara veremiyor insan. Sanırım bunun nedeni bir fae olması ve bizden çoook farklı bir dünya bakışına sahip olması. Yaptığı tüm şeylere rağmen bir parça seviyorum onu. Mac seviyor mu derseniz, üzgünüm bunu da sevmiyor. Tüm fae’lerden nefret ediyor ve her ne kadar etrafında yakışıklılar olsa da kızımız da tık yok. Ki zaten bu tip şeyler için ayıracak vakti de yok. Malum, kızımız hayatta kalmaya çalışıyor. Bu kitapta en çok kime sinir oldum sorusunun yanıtı Mac’in karşısına sürekli çıkan ve onu olur olmaz şekillerle uyaran yaşlı bir teyze ve Fiona. Onlar da kim derseniz ben de hemen alın kitabı okuyun derim. Ve bu sefer ki yazımda çok bilgi vermediğimi biliyorum ama kitap o kadar dolu ki ne anlatayım şaştım. Yani evet, kitap okunması gereken bir kitap ve seri hem görsel hem de –edindiğim bilgilere göre- yaratılan dünyasıyla okunması gereken bir seri. Ki hali hazırda üç kitabı çevrildi. Orjinalinde ise seri bitti ve seride gözüken Dani isimli bir kızın hikayesini anlatan, devam tarzında yan serisi de var.
Melez Sözleşmeleri Serisi 3. kitabıdır. Kitap benim için hem muhteşem hem de berbattı. Berbattı, çünkü Seth konusunda yazar beni yaptıklarıyla oldukça şaşırttı ve sonuna kadar beslediğim ümitleri yıkarak ağlattı. Muhteşemdi, çünkü tarafsız bir şekilde bakarsak -ne yazık ki- yazar Aiden ve Alex konusunda döktürmüştü. Döktürmekle kalmamış kesinlikle okuyanları Aiden'e hayran bırakmıştı. Aiden ve Alex'i de bir kenara bırakırsak kitap bir önceki kitapların formatında ve gerçekten güzeldi. Ama işte tek sorun benim gibi Team Seth'cilere olanların olmasıydı :( Peki, biraz ara verelim ve kitabımızın konusuna dönelim: Kitabımız kızımız Alex'in gördüğü bir kabus ile başlıyor. Daha sonra ise okulda yaşadığı sorunlarla devam ediyor. Evet, kızımız sağ salim bir önceki kitaptaki karışıklıktan Seth ile kurtulmuş, kendi okuluna geri dönmüş ve dayısıyla sevdiceği Aiden'ın dönüşünü beklemektedir. Kızımızın tek sorunu Aiden'i beklemesi ya da öldürdüğü safkan değildir. Zira okuldaki herkes onun Apollyon olduğunun farkındadır ve şüphelendiği gizli bir tarikat onu giderek çembere almakta, uyanmadan onu yok etmenin peşindedir. Tüm bunların üstüne Seth'in garip davranışları, daha sonra -uyanışa az kalmışken- uzaklara gitmesi ve artık Aiden'le aralarındakinin kesinliğe varması sonucu işler daha da kızışır. Ama asıl kıyameti koparan, ağızlarınızın bir karış açık kalmasını sağlayan Seth faktörü, olaya Tanrıların dahil olması ve Alex'in geldiği soy oluyor! Yani "gel vatandaş, felaketlerden seç beğen al" kampanyası gibi olmuş :) Yazar bu faktörlerle bence hikayeyi diğer kitaplara göre çok başka yerlere taşımış oldu. Ve ben bu kitaptan sonra bir sonraki kitabı -hele o son, hele o son!- heyecanla bekliyorum :D Tek dileğim var, yazar Seth kısmında batırıp üzdüklerini umarım ki toparlar... Kitabımız ilk başlarda bizi biraz heyecan yaratsa da ortalarına doğru ve ortalarında uzunca bir süre duruluyor. O kısımlarda da heyecan var ama sonlara doğru yaşattıklarının yanında pek lafı olmaz gibi geliyor bana. O kısımlarda yazarımız daha çok Team Aiden'ları sevindirircesine bol bol Aiden-Alex sahnesi yazmış. Gerçi hakkını yemeyeyim, yazarımızdan Seth'M i uzaklara yollayana kadar güzel Alex-Seth sahneleri gördük ama bir Aiden-Alex sahneleri kadar olamadı işte. Aşk hayatlarını bir kenara bırakıp macera ve gizeme bakarsak. Onlar da gayet iyiydi. Ki yazar bizi daha ilk andan oldukça şaşırtıyor. Ve bu şaşırtma durumu kitap boyunca sık sık karşımıza çıkmaya devam ediyor. Macera kısımlarını sonlara doğru ara ara görsek de bir yerden sonra ipin ucu kopuyor ve işe tanrıların da dahil olmasıyla her şey daha hareketli bir hal alıyor. Gizem kısmı ise, sanırım ben bunu tek bir şeyde yaşadım o da kızımızın babası kısmında. Ki kendisi hala bir gizem. Zira onun hakkında yeterli bilgimiz olsa da onu bu kitapta görmüyoruz. Gelecek kitapta da görürsek üsteleneceği rolü merak ediyorum :) Ahh, neredeyse aklımdan çıkıyordu ki atlanmaması gereken bir kısım. Kitap çok ama çok komikti. Sık sık kahkaha atmak ve gülme krizlerine girmek mümkün. Yani bir an heyecanlı bir sahne ;) yaşarken bir anda da kahkalar atarsanız şaşırmayınız :D Şimdi de en önemli kısma geldik. Kitap boyunca komiklikler, heyecanlar ve bir ara Poseidon'u görmem bile -OMG! Poseidon *.*- kitabın benim için en büyük sorununu unutturmadı! O sorunun adı da Seth! Sevgili yazar, ne yaptın, nasıl yaptın, hiç mi acımadın diye sorarım ben buradan kendilerine??? İlk başta hele de bir önceki kitapta oysaki her şey ne kadar da güzeldi. İlk kitapta aşık olmuştum, bir önceki kitapta GEIST'e yaklaştık ve dedim bu kitapta da zirveyi görürüz ama nerde... Yaşadıklarımdan sonra kendime gelmem, o zirvelere yakın yerden yerin bilmem kaç kat altına düşüşümü atlatmam o kadar uzun sürdü ki okuyalı baya olmasına rağmen yorumunu yeni yazabildim. Neyse, daha fazla konuşursam içimi döküp spoiler'a girebilirim ;) Son olarak, kitabımızın bitişi ve uyanışın anlatıldığı kısımlar süperdi. Ben üstün körü bir uyanış beklerken yazarımız gayet güzel ve zihninizde bir film sahnesi canlandırırcasına size uyanışı anlatmış. Tabi bu kadarla kalır mı?? Asla! Artık gözlerinizi yuvalalarından mı fırlatır, sinirinizi mi zıplatır bilemem ama gayet şaşırtıcı bir şekilde kitaba son vermiş. Bize de bir dahaki kitaba kadar kudurmak kaldı yani O.O :D
http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/02/odd-ve-ayaz-devleri-odd-and-frost.html İthaki Yayınları'ndan çıkan ve çocuklar için olan bu Neil Gaiman kitabını ben çok sevdim. Yazar komik ve eğlenceli bir şekilde anlatmıştı kitabı. Okurken hele daha başlarda çok güldürerek beni şaşırttı :) Biraz daha konuşmadan önce isterseniz konusundan bahsedeyim: Kitabımız Odd, ailesi ve hayatı hakkında bilgiler vererek başlıyor. Odd, babasını bir savaş seferinde kaybetmiş Vikingli bir çocuktur. Babasının kaybının ardından da annesi 2 yıl sonra çok çocuklu ayyaş bir adamla evlenir. Bu yüzden de Odd vaktinin çoğunu ormanda geçirir olmuştur. İlkbaharı sevmesinin nedeni belki de budur. Ama o kış ilkbahar gelmek bilmez. Ve Odd da diğer Vikinglilerle anlaşamadığı için ortak salondan kaçarak evinin yolunu tutar. Bir süre sonra gelişen şeylerle bir tilki, bir ayı ve bir kartal ile karşılaşır. Zaten asıl olay da bundan sonra başlar. Çünkü onlar sadece normal birer hayvan değillermiş. Meğer İskandinav mitholojisinin Tanrılarıymışlar. Yani Thor, Loki ve Odin'den başkası değiller. Ama bazı olaylar sebebiyle hayvana dönüştürülmüşler. Ve tanrılar şehri Asgard'ı kurtamak için yardıma ihtiyaçları varmış. Böylece dördü tanrılar şehri Asgard'a doğru bir maceraya çıkarlar ve Ayaz Devleri'ni kovarak ilkbaharı getirmeyi umarlar. Ah, unutmadan, size Odd'un bazı sebeplerden sakat olduğunu da söylemiş miydim?? Peki sizce tüm zorluklara rağmen Odd ve Tanrılar, Ayaz Devleri'ni kovup ilkbaharı getirebilecekler mi??? Bunun yanıtı ve daha fazlası için kesinlikle kitabı en kısa zamanda edinin derim ;) Kitabımız 8 bölümden oluşan oldukça kısa ama aşırıya kaçmadan tadında biten bir kitaptı. Sonunu ise oldukça beğendim :) Okurken yer yer Odd'un durumuna üzülsem de cesaretine, iyiliğine ve en çok da ne olursa olsun gülümsemesine hayran kaldım.... Kitabı okurken yeni bilgiler bulmak mümkün. Ve ben İskandinav mitholojisini bilmiyorum diye de korkmayın sakın. Çünkü yazar bilmeniz gerekenleri gayet iyi bir şekilde ve gereksiz bilgilerden arındırarak size veriyor. Okurken şaşkınlıktan gözlerimi fırlatan tek yer; Tanrı Freya'nın Odd'un bacağına yaptıkları oldu. Beni rahatsız etmedi ama tüm kitap boyunca sergilediği tutumu aniden, şak! diye değiştirince çok şaşırttı. Yazar hem Tolkien gibiydi hem de ondan tamamen ayrıydı. Ama bunda rahatsız edici hiçbir şey yoktu. Okurken tanıdık esen bir meltem gibiydi. Bu sebeple hoşuma gitti. Hem de yazarı da sevdim. Eh artık diğer kitaplarını okumak da şart oldu. Zira yazar okudukça okutturuyor kendini ;) Son olarak eğer hala okumadıysanız okumanızı tavsiye ediyorum. Zaten oldukça kısa ve eğlenceli bir hikayeydi. Eğer bir kitap okuyorsanız da araya sıkıştırıp kendinizi dinlendirebileceğiniz, bir oturuşta bitirilebilecek bir kitaptı.
http://kordugumhayaller.blogspot.com/2012/09/dogaustu-supernaturally-by-kiersten.html Kitap, o çok özendiği normal lise hayatı için ruhunu dahi satmaya dünden razı olan ama kavuştuğu bu hayattın pek de umduğu gibi olmadığını gören kızımın yaşadığı zorluklarla başlıyor. Ama sakın sanmayın ki hep dırdır edip sıkıyor. Hayır, aksine sizi başta kandırsa da sonra hoooop tekrar bir aksiyona atıyor. Akabinde takip eden olaylarla sizi heyecanlandırıyor ama istediğiniz o maceraları ne yazık ki bulamıyorsunuz. Yani kitapta biraz ilerlemeden bulamıyorsunuz. Çünkü siz onlardan önce etraftaki garipliklere kafa yoruyorsunuz. “Bir şeyler oluyor, olacak, ne bu ya böyle, bana da söyleyin” diye sızlansanız da merakınızı uzunca bir süre gideremiyor ve kendinizi yediğinizle kalıyorsunuz. Neyse efendim, devam edersek. Kızımız UPTA’dan ayrılmıştı ama bir şekilde gelişen olaylar ve normalliğin pek de düşündüğü gibi olmaması sebebiyle işe tekrar başlıyor. Hem de yeni arkadaşlarından ve yeni sevgilisinden gizli! Sevgilisi olacak şahıs üniversiteye gittiğinden kızımız kendini iyice salıyor ve tehlikelere atılıyor. Yalnız da değil üstelik! Yanında tatlı ve şeker bir çocukla -tamam belki bir parça da kaçık olabilir ama konumuz bu değil- Tabi ki onun gözü kendisini ihmal eden, uzaklardaki su çocuktan başkasını görmüyor ama ilgisizlik de canına tak hani. Aaaa tabi kendinin ölümlü, sevgilisinin de ölümsüz olduğunu, aynı zamanda sevgilisinin laboratuvar asistanın da çok güzel bir ölümsüz olabileceğini öğrenmesinin de bunda katkısı olabilir. Sonuç olarak gizli gizli işler ve çılgınlıklar yapsa da yalancının mumu yatsıya kadar yanıyor. Bir gün bizim yakışıklı sevgili Lend ona sürpriz yapıp eve geliyor ama o da ne, kızımız UPTA görevinden dönüyor. Hem de gizemli çocuk Jack ile el ele bir geçit kapısından geçerek. Sonra akabinde ortalık karışıyor. Bizim salak kız her zamanki gibi yaşadıklarını ve bildikleririni saklıyor, bu yüzden tartışmalar oluyor, fasa fiso. En uyuz tarafı da bu kızın bencillikleri. Hiç mi hatalardan ders almazsın sen yani. İnsan hiç mi düşünmez ben bunu daha öncede denedim bak ne oldu diye. Neyse ki sonunda bizi daha fazla sinirlendirmeden ve bir parçada gelişen olaylarla gerçekleri görüyor. Herkesin maskesi düşüyor. Bildiklerini sevgilisine açıklıyor. Yani hemen hemen… Ama o zamana kadar da bizim kız her türlü yanlış şeyi yapıyor. Unutmadan size Unseeli Kraliçe’sini kızdırdığını ve nefret ettiği peri diyarına gittiğini söylemiş miydim? Peki ya birinci kitapta çok beklediğimiz “Evie aslında ne” sorunun cevabını bulduğumuzu? Söylemedim mi? Şeyyy, alın siz de okuyun canım her şeyi de ben diyemem ama değil mi? Hepinize keyifli okumalar ve umarım en kısa zamanda 3. Kitapta görüşmek üzere ;)
http://kordugumhayaller.blogspot.com/2012/09/paranormal-paranormalcy-by-kiersten.html Daha ilk sayfalardan güldürmeye başlıyor. Gerçekten komik bir kitaptı. Kız desen hem bencil hem salak ama olsun bolca güldürüyor bence. Kitap kızımızın bir vampiri UPTA adı verilen ve tüm paranormal yaratıkları toplayan, insanlar için onları kontrol altına alan ve daha bir sürü faso fiso yapan bir yer için yakalamasıyla başlıyor. Ahhh gitti yakışıklı vampirim diye düşünmeyin sakın. Zira bu kitap evrenindeki paranormallerin bir çoğu öcü böcü, çirkin ve sizi öldürmek isteyen canavarlar. Mesela olmassa olmazımız vampirlerin sihirli kılıklarının altında zombilerden daha çirkin –zannımca- bir ceset olması gibi. Peki biz nerden biliyoruz bu sihirli kılıkların altını derseniz çok basit. Bizim deli kız Evie tüm paranormallerin sihirsiz gerçek halini görüyor. Eğlenceli di mi? Ama daha da eğlencelisi bizim kızımız ve daha sonrasında başına gelenler. Neler mi geliyor peki başına? Valla gelmeyen kalmıyor ki! Bir sürü şey oluyor. Gizemli bir yabancı karargaha sızıyor, etrafta biri paranormalleri öldürüyor, ex-aşkı kızımıza sadece onun göreceği büyülü şeyler yapıyor ve en güzeli tüm bu karmaşada kızımız aşık oluyor!! - zaten bu da olmazsa olmaz bir durumdur ama oğlan da cıx hani :) - Benim bu seri için de sevdiğim ve komik bulduğum şey küfür yerine “bip” kullanmaları oldu. Nedenini okuyunca öğrenirsiniz ve bence bu çok komik. Kitabın bazı yerleri oldu ki kahkaha attım. İşte o yerler de genelde “bip” muhabbetleri oldu :) Şaşırtıcı bulduğum şey Raquel’in iç çekişleri oldu. Evet, evet yanlış değil. Her iç çekişi paragraflık cümlelere denk kadının! Her ne kadar nasıl yaptığı anlamasam da okudukça canım çekmedi değil şu anlamlı iç çekişleri. Ben çeksem çeksem anca sıkıntıdan çekerim kadın kitabını yazmış oysaki… Yazar böylece hep okunan sıkıcı yan karakterler yerine farklı bir karakter yaratmış, iyi de olmuş hani. Bu kitapta en çok kimi sevdin derseniz tabi ki de deniz kızı Lish’i. Hem komik hem de lafını esirgemiyor ve kızımızın en iyi arkadaşı. Diğer karakterleri şöyle böyle sevdim. Aaaa yakışıklı gencimizi unutmayalım onu da sevdim, kızımız UPTA'da yalnızken ona iyi arkadaş oldu yoksa daha fazlası mı? Bilmem oku gör. Kitabı bazı yönlerden cesur buldum eklemeden olmaz. Mesela bir karakteri tanıtıp sana onu önemli gösterebiliyor ama sonra şak!...birden uff olabiliyor karakter. Ya da sana birinden bahsediyor umursamıyorsun ama ilerde o kişiyi sana hatırlatıyor önemliymişçesine. Tüm bu bağlamlarda bence güzel bir kitaptı. Uzun zamandır böyle başına oturup birkaç saatte bitireceğin genç işi bir kitap okumamıştım. İyi ki de okumuşum çünkü özellikle kitaplarımın çıkmasını beklerken iyi geldi. Kitabın eksi yanları yok mu derseniz de var yani. Kusursuz ne var ki sonuçta. Bunlardan biri bazen kitaptaki olayların çok hızlı gelişmesi ve sonuçlanması. Okurken bir kaç yerde heyecanlandırdı ama sonra hevesimi kursağımda bıraktı. Ya da kızımızın bir şeyi öğrenince onu bencilce kendine saklaması. Tamam al megafonunu bağır millete demiyorum ama ne olur yani bir bilene danışsan. Neyse, sinirlerime hakim oluyorum. Bunun dışında da pek beni rahatsız eden bir şey yoktu. Size de tavsiye ederim. Keyifli okumalar :)