“Demek beni kıskanmıyorsunuz ha?” dedi. “Beni bu kadar çok mu seviyorsun?” Birdenbire gözlerini kaldırdı ve merakla yüzüme bakmaya başladı. Bu anda neler duyduğumu ona söyleyecek bir kelime bulamadığım için göğsümün daralır gibi olduğunu, boğazımın kuruduğunu hissettim. Her söz, hatta ağzımdan çıkacak her ses, saadetimi bozacak, bulandıracak diye korkuyordum. O hâlâ, bu sefer biraz da korkuyla, yüzüme bakıyordu. Çaresizlikten gözlerimin yaşardığını fark ettim. O zaman onun çehresinde rahat bir gevşeme oldu. Dinlenir gibi bir saniye gözlerini kapadı. sonra başımı tutarak bir defa ağzımdan öptü ve arkasını dönerek, hiç bir şey söylemeden, ağır ağır yürüdü ve içeri girdi. Pansiyona adeta koşarak döndüm. Hiçbir şey düşünmemek, hiçbir şey hatırlamamak istiyordum. Bu gecenin hadiseleri, onlara hatıralarımla bile dokunmaktan ürkecek kadar kıymetliydiler.
Charles Bukowski, "John Fante benim Tanrımdır." diyor, ben daha başka bir şey demiyorum.
Stephen King'in bir romanı insanı ağlatabiliyor biliyor musunuz? İşte o roman budur.
http://aanyankaa.tumblr.com/post/43725567300/kelebek-henri-charriere