Joseph Fouché Üzerine… Fatih Turplu Esrarengiz bir adam… Bütün esrarı kendisini “yok” farzettirebilmesinde; bir topluluk içinde konuşmadan saatlerce durabilir ve konuştuğunda hiç renk vermeden konuşabilir. Karakterinin en belirgin tarafı, kendisini herhangi bir şeye bağlamamasında… Herhangi birisi, bir şey yahut bir fikir; bunların hiçbirisinin onun için ehemmiyeti yok! Onun için mühim olan ihtirası; ihtirası da aynı müphemlik içinde. O, para, kadın, mevki yahut başka bir şey için değil, bütün bir ihtirasının peşinde giden; neredeyse “tabiatı bu!” denilip mazur görülecek kadar tuhaf. Ve hain!.. Andre Suarez’nin Don Juan için söylediği gibi “ Vefasız! Her zaman kendisine sadık kalan bir insan için böyle denilebilir mi?” Bütün kadınları aldatan ama kendisine sadık kalan Don Juan gibi, üç nesil içinde aldatmadığı lider, parti, dernek kalmadı ama kendi hainliğine, tabiatına hiç ihanet etmedi! İhaneti bile tutarlı; kime hainlik edebilir ki? Manevî ve maddî hiçbir müesseseye, şahsa değil her zaman kendine bağlıdır; kendisi de ihtirasına; böyle olunca da, sabah şiddetle savunduğunu akşamüstü bütün gücü ve öfkesi ile reddedebilir. Başkaları için “ihanet” diye adlandırılan onun için sadece bir kelimedir; çünkü o, varlığının bütün zerresi ile ihtirasının dini üzerinedir. Hâliyle, bu ihtirasın va’zettiği her ne varsa onun için mübahtır! Şahsiyeti, başkalarınca “şahsiyetsizlik” sayılanların üzerine kurulmuştur; ama kendi içinde öyle bir ahlâka bağlıdır ki kendi şahsiyetsizliğinden zerre fedâ etmez. “Demir gibi sert bir kendini dizginleyebilme”ye sahib bu adamın süs ve lüks düşkünlüğü de yok. Doğrusu, içinde bunlara karşı “direnç” var. Neredeyse “çirkin” diye nitelenebilecek bu adamın, “iskelet gibi kuru bir vücudu var”. Kemikli bir yüz, keskin bir burun. Topluluk içinde olduğu zamanlarda olduğu gibi, yalnız bulunduğu zamanlarda da kapalı bir ağız ve “buz gibi gözler” Soluk… Sanki ölmek üzere olan bir hasta; neredeyse canlılıktan tek eser yok! Stephan Zweig’ın deyimi ile “bu yüzü canlı gösterecek renk maddesi yetmemiş zannedilir”. Ve görüntüsünün aksine tahayyül edilemeyecek derecede çalışkan. Soğukkanlı… Belki de hayatı boyunca kaybetmediği (birkaç defası hariç) şey bu. Hiçbir hâdise onun bu ruhî yapısını sarsmadı; İmparator Napoleon Bonaparte’ın en ağır hakaretler içinde giyotine göndereceği tehditlerini bile yüzünde tek mimik değişmeksizin ve tek renk vermeksizin karşıladı. Kadın, kumar ve şaraptan her zaman uzak durdu. İsrafı sevmez ve kaslarını kullanmayı da; kas gücünden ziyâde kafa gücüne ehemmiyet verir. Soğukkanlılığının kanatları altında hiçbir sinir hareketinin varlığına rastlayamazsınız. Ancak gülümserken –ki o da kesinlikle bir istihzâ havasındadır- yüzünde bazı kırışıklıklara rastlayabilirsiniz. Şahsiyetin –yahut şahsiyetsizliğinin- en büyük kuvveti işte bu müphemlikte gizli; “sinirlerine söz geçirmesini bilir, şehvet onu baştan çıkarmaz”. Düşmanlarının yanlışlarını, ne zaman yanlışa düşeceklerini sabırla, taşları çatlatacak derecede kuvvetli bir sabırla bekler; “sinir nedir bilmeyen böylesine bir sabırlılığın kazandırdığı üstünlük korkunçtur”. Beklemesini, sonuna ve en uygun anına kadar beklemesini bilir. Böylece düşmanlarına en büyük, en sert ve en öldürücü darbeyi hiç zorlanmadan vurabilir. “Hiçbir öfke ve gözdağı böylesine buz gibi soğukkanlı” bu adamın kılını bile kıpırdatamaz! (Zvayg)ın “Gizli Kumarcı” tabiri onu ne güzel tasvir eder; asla elindeki kartları okuyamaz ve bilemezsiniz. İşin korkunç yanı, onun oyunda olduğunu bile farkedemezsiniz. İhtirası mı çevirdiği işlerden, çevirdiği işler mi ihtirasından güç alır bilinmez bir dinamo gibidir. Her zaman gücün yanında yer alan bu adamı herkes küçümsedi. “Bir çeşit Sherlock Holmes benzeri” olan bu adamı ilk defa Balzac fark etti ve onu “psikolojik bakımdan zamanının en ilginç insanı” diye niteledi. Sonrasında ise Stefan Zvayg hayatını “Fransız İhtilâli’nde Bir Politikacının Portresi-” diye kitaplaştırdı. Fransız İhtilâli’nin bütün güdücülerini yakından tanıyan bu adamın, ihtilâl devri, Terör devri- Maximilien Robespierre ve Napolyon devirlerinin hepsinde -çoğu zaman gizli- imzası var. Balzak onu “İnsanlar üzerinde Napolyon’dan daha çok kudret sahibi” diye niteliyor. Her devrin ikinci adamı- hatta yerine göre birinciden daha kuvvetli-, 1790’da Papaz Okulu öğretmeni, 1792’de kilise yağmacısı, 1793’te “komünist” fikirlerin taraftarı ve beş yıl sonrasının en zenginlerinden; on yıl sonrasının diplomatı, Zaptiye Nazırı, Otranto Dükü… Fransız İhtilâli’nin güdücülerinin üye bulunduğu Jacobinler Klubü Başkanı ve sonrasında Jakobenler Klubü’nün kapısına kilit vurup kapatan adam. Napolyon’un “Muhteşem dönek” diye aşağıladığı, “İki saatte bütün Fransa’nın hâlini bana onun gibi kimse izah edemedi” diye de övdüğü, karısı ve çocuklarına bir ömür sadakatle bağlı olan, sinsi, psikoloji ustası, siyâsî havayı sezmekte mahir, Fransa’nın her köşesinde ne olup bitiyorsa ördüğü muhabere ağı ile bilen, zekî, çalışmaktan usanmayan bir mizaç... Entrikacı, Usta kumarbaz, büyük pokerci, politikacı Joseph Fouché… YÜKSELİŞ Fuşe 31 Mayıs 1759’da Nantes’da dünyaya gelir. Ana-baba soyunda denizciler, tüccarlar var; doğal olarak bu mesleğe yönlendirilecekti ama o kadar cılız bir bebek ki bu mesleğe uygun değil. Üstelik deniz tutuyor; iki mil açılsa geri dönmek zorunda… Ve o günün Fransa’sında bütün iyi meslekler orta ve alt sınıfa kapalı; ister –istemez herkesin yöneldiği kilise’ye yönlendiriliyor. Çalışkanlığı zekâsı ile göz dolduruyor. Çok geçmeden Matematik ve Fizik öğretmeni oluyor. Yetiştiği okula öğretmen; bu ilk basamak; tam on yıl böyle geçiyor. Keşiş hayatının ona kazandırdığı yetenek çok; kilise’nin yüzyıllardır tartışma geleneğinden, hatipliğinden ne varsa cebine dolduruyor; ketumluğunu burada içselleştiriyor. Yirmisinden otuzuna kadar manastır hayatının tekdüzeliğini yaşayan Fuşe’de ihtirastan tek iz mevcut değildir. Bir “psikoloji ustası” olarak bu dar çevrede pişiyor. Bu esnada Napolyon elinde Goethe’nin Genç Werther’i romantik serüvenler, Robespiyer avukat olarak süslü nutuklar ve “zarif mısralar”, Marat ise hissi romanlar peşinde… Bir şekilde Robespiyer ile dostluk kuruyor; hatta Robespiyer’in kız kardeşi Fuşe’yi kilise’den çıkartmak derdinde; nişanlanacaklarının dedikodusu bile türemiş… O sıralar Anayasa yazılıyor ve Robespiyer de Paris’e çağırılıyor. Paris’e gidecek olan Robespiyer’in yol parasını bile Fuşe karşılıyor. Politika… O günün Fransa’sında herkes politikanın içinde. Kilise koridorları da bundan nasibini almış. İlk defa ihtirası burada uyanıyor. İleriyi her zaman sezebilen Fuşe Fransa’nın bir karışıklığa doğru yol aldığını kokluyor, hissediyor ve rahip cübbesini bir kenara fırlattığı gibi Nants’ın kendi hâlinde insanlarına nutuk atmaya başlıyor. Gayet de başarılı; hemen çevre ediniyor ve kısa sürede “Nantes Anayasa Dostları Klubü” nün başkanı oluyor. Rüzgâr sağdan esiyor; o da o tarafta. Varlıklı bir tüccarın çirkin kızı ile evlenip kendini sağlama alıyor; ihtilâl sırasında hep gizli... Arada geçen zamanda şehirde yerini sağlamlaştırıyor. 1792 Convention Meclisi milletvekili… 32 yaşında… Mecliste Girondenler en altta oturuyor, radikaller yani Jakobenler ise yukarıda “tepede” oturuyor. Arada ise, galerilerde halk otoruyor. Fransa’da kral yok, 750 kişilik meclis yönetiyor ülkeyi. İhtilâlin ardından gelen manzara sanki öncesinden daha karışık… “Anayasa” yürürlükte. Jirondenlerin - Alttakilerin başında Condorcet, Roland; Jakobenlerin ise Marat, Danton ve Robespiyer… Birinciler kaynayan akıntıyı geriletmek, ikinciler ise ihtilâli ilerletmek, eskiye dair ne varsa silmek istiyor. Denge iki taraf arasında devamlı gidip geliyor. Fuşe nereye oturacak? Her zaman gücün yanında olan Fuşe, bakanlıkları elinde bulunduran Kondorse, Rolan ve Servan’ın sıralarına doğru ilerliyor ve oturuyor. Taraf olmasına taraftır ama Dömulen, Danton, Marat, Robespiyer ve diğerlerinin birbirlerini parçalayarak kan kaybetmelerini seyrediyor. Karanlıkta bekliyor, kürsüye çıkmıyor. Bunu da “ses yetersizliğinin konuşmasına engel” olduğunu ileri sürerek gerçekleştiriyor. İşler kızışıyor ve zindandaki Kral’ın idamı meselesinde ya “evet”, ya “hayır” noktasına geliniyor. Fuşe bağışlanmasını isteyen ılımlılar, Jirondenler’den yana. O akşam (15 Ocak) Jakobenlerin tesiriyle halk galeyana geliyor. Oylama 16 Ocak günü… Fuşe bir gecede Jakobenlerden yana tavır alıyor ve ertesi gün kürsüde “ölüm” diyor. Karar için birkaç oy çok mühimdi ve Fuşe’nin cılız sesi bütün salonda “ölüm” diye yankılandığında bütün Jirondenler şok oluyor. Fuşe’nin hayatındaki ilk keskin çizgi –ihanet- budur. İlk defa şimşekleri üzerine çekiyor. LYON CELLÂDI-1793 Lyon’da ayaklanma… Lyon Parise kafa tutuyor ve Meclisin buyruklarını görmezden geliyor. Fransız İhtilâl’i esnasında Lyon’a gönderilmiş ve hiç kullanılmadan ambara konulmuş giyotini çıkartıyorlar ve Robespiyer’in bir dostunu giyotinin altına yatırıyorlar. Fransız İhtilâli’nden beri kullanılmamış ve bilenmemiş olan bıçak vazifesini tek seferde ifa edemiyor, sözde ceza işkenceye dönüşürken ceza üçüncü seferde büyük bir eziyet ardından tatbik edilebiliyor. Paris’te Meclis ayakta… Meclis, isyanın ardından bir de bu hâdise cereyan edince iyice ateşleniyor. Bir Fransız şehri koca meclise kafa tutuyor, ne yapmalı? Bir yandan ise İngilizler Toulon’u almışlar, tersaneyi ele geçirmişlerdir. Bir yandan Prusyalılar ve Avusturyalılar Ren bölgesindedirler… Meclis, “Lyon’u altüst edelim ve taş yığınına çevirelim” kararı alıyor. Karar kat’i! Robespiyer’in yakın dostu Couthon’a görev veriliyor. Kötürüm olan Kuton, Lyon’a varıyor ve göstermelik üç beş evi yerle bir ediyor ve birkaç göstermelik tutuklama gerçekleştiriyor. Kuton’un niyetini anlayan Meclis bu sefer Debua’yı göreve getiriyor ve yanına da Fuşe’yi katıyor. Arada geçen zaman zarfında Nerve ve Clamecy’de hüküm sürdüğünde bir damla kan akıtmayan Fuşe… Hemen bir tertib ile kiliseyi yağmalıyor. Bir eşeğin kuyruğuna İncil ve “İsa tasviri” bağlatıyor. Bir mahkeme kurup katliama başlıyorlar. Cezaevindeki 60 genci Ron nehri kıyısına götürüyorlar. Büyük bir çukur kazılıyor ve Fuşe’nin deyimiyle “giyotin pek ağır” işlediğinden topları diziyorlar ve atışa başlıyorlar. Birbirine bağlı tutukluların üstüne top mermileri yağdırılıyor ve top atışıyla ölmeyen mahkûmlar için hazır bulunan süvari birliği taarruza kalkarak parçalanmış ama can vermemiş gençleri tepeliyor. Cesetlerin bir kısmını nehre atmak suretiyle de, Tulon’a kadar cesetlerin sürüklenmesiyle İngilizlere’de de gözdağı vermeyi ihmâl etmiyor. Lyon’daki ilk icraat bu… Sonra Tulon’un tekrar zaptını 200 kişiyi kurşuna dizerek kutluyor. Birkaç haftaya kalmadan 1600’ü aşkın infaz... Ne kadar işsiz güçsüz takımından adam varsa istihdam ederek Lyon’da bütün evleri yıkarak taş üstünde taş bırakmıyor… “Adalet Komitesi” insan öldürüyor, “Yıkma Komitesi” Lyon’u dümdüz ediyor ve “Mal Komitesi” de değerli eşyaları istifliyor. Debua bu kadar cinayetten korkuyor, sonrasını hesab ederek Paris’e kaçıyor. Ardından Fuşe tek yetkili!.. Benzer icraatlerine devam ediyor. Çok geçmeden Paris’de hava tersine dönüyor ve Fuşe Meclis tarafından mahkemeye çağırılıyor. Çünkü Mecliste Robespiyer rüzgârı esiyordur. Üç ayda 2000 kişinin katili olarak ve lâkabını hak ederek Paris’e dönüyor. Robespierre’le Mücadele – 1794 Paris’e dönerken yakın dostu Şomet’in zindanda olduğunu, “Danton’un arslan yeleli başını Robespiyer’in giyotine gönderdiğini”, sağ kanadın lideri Kondorse’nin Paris dışında mahkemeden kurtulmak için zehir içtiğini bilmeden irtibata geçeceği insanları kafasında bir bir örüyor. Ertesi sabah meclise gidince Robespiyer’in 63 tutuklama ve tek bir darbeyle hepsini pusturduğunu görüyor. Robespiyer’in, kendi arkadaşları olan Danton, Dömulen, Şabo, Eber, Delanden, Şomet ve 24 kişiyi daha giyotine verdiğini duyunca işin içyüzünü kavrıyor Fuşe. Fransız İhtilâli’nin hatibleri, yazarları ve önemli fikir adamları artık yok. Fuşe hiçbirşey olmamış gibi kürsüye çıkıyor ve uzun uzun Lyon’a dair olan raporlarını okuyor, kimsede çıt yok; çünkü meclis değil Robespiyer var. Bazı girişimlerde bulunuyor ama nafile… Sonrasında Robespiyer’in evinde kimsenin ne konuşulduğunu bilmediği buluşma. Dışarıya tek sızan büyük hakarete uğradığı ve giyotin sırasının ona geldiği. Zvayg’ın deyimiyle tek çözüm “kendi başından önce Robespiyer’i giyotine göndermek.” Bu değersiz, “o 1789’un sıkıcı konuşmalarını yapan” avukatın bu kadar güçlü olabileceğini anlamakta gecikti. Sonrasında ilk hamle Robespiyer’den… Meşhur 6 Mayıs nutkunda açıktan Fuşe’ye saldırıyor. Meclis alkış seslerinden yıkılıyor. Fuşe kapandıkça kapanıyor ve ortalarda birkaç hafta gözükmediği gibi sesi çıkmıyor. Sonrasında ise iyice karanlıklara gömülüyor ve derinden derine bir şeyler çevirmeye başlıyor. Ziyaretler, bağlantılar, güleryüz ve dostluklar… Fuşe bir şey planlıyor, belli… Sabırla ağlarını örüyor. Aradan iki yıl geçiyor. Jakobenlerden tek tek adam kazananan Fuşe kimsenin tahmin edemeyeceği bir hareketle ve büyük bir çoğunlukla 3000 kişilik Jakobenler kulübünün başkanı oluyor. Robespiyer’in “mecliste parmağıyla gösterip ‘pis herif’ diye damgaladığı” Fuşe, Jakobenlerin başkanı oldu ha?.. Bu kulüb ihtilâlin koruyucusu, meclisin muhafızıdır. Robespiyer öfkesinden çıldırıyor. Fuşe’den şikâyetçi oluyor ve herkesin önünde özür dilemesini istiyor. Fuşe hemen kendisini gizleyerek zaman kazanmak için gücün karşısında durmuyor. Robespiyer bütün kuvvetiyle bu “çıban başı”ndan kurutulmak istiyor ve bunun için bir konuşma daha yapıyor. -“Ürkmüş ve korkak koyun sürüsü” Fuşe’nin kellesini isteyen bu konuşmayı çılgınca alkışlayıp Zvayg’ın deyimiyle her zaman yaptıkları gibi “ sabırla böğürüp meliyorlar.” Fuşe ihtilâlin koruyucusu Jakobenler kulübünden atılıyor ve tekrar kendisini gizliyor. Bu kulüpten atılıp da gövdesinin üstünde başını taşıyan yok… Gözlerden yine kaçıyor ve derin bir mesaiye başlıyor. Her an tutuklanma hâli içinde öyle yoğun bir kulis faaliyetine giriyor ki tasvir edilemez. Bütün ihtirasını, mesaisini Robespiyer’in saldığı korkuya dikkat çekmek ve herkesin bir gün bundan nasibleneceğini hatırlatmaya adıyor. “Gelecek hafta sıra sende…” Ve en sonunda uyuyan muhalefeti uyandırmayı başarıyor. “Korku” ile korkulara savaş açıyor ve başarıyor. Günlerden bir gün… Fuşe kazanın altını yakmış vaziyette… Robespiyer mecliste üç saat konuşuyor ve tekrar ortalarda gözüken Fuşe’yi suçluyor; maksadı meclisin nutkunu onaylaması ve yeni kellelerin alınması. Fakat bir anda Burdon Dölüaz isimli bir muhalif Robespiyer’in isteklerini reddediyor. Birden hava değişiyor ve Robespiyer geri atmak zorunda kalıyor. -“Ya Fuşe?” -“Görevimden başka bir şeyi düşünmüyorum, onunla ilgilenemem.” Herkes şaşkın… Aslında bu, Robespiyer’in bittiği andır… Yumruğunu vursa kimse bir şey diyemeyecek ama bu zaaf, bu bir anlık bıkkınlık onun sonu olacak… Ağlar örüldü, her şey planlandı artık. Sonraki toplantıda herkes orada, sadece Fuşe yok… Robespiyer konuşmak için kürsüye çıkıyor ama bir türlü konuşturmuyorlar, lâfını bölüyorlar, türlü oyunlarla kendini savunmasına da izin vermiyorlar. Onun Danton’a yaptığını ona mecliste yapıyorlar. İlâhi kader… Korkularından, korktuklarının tutuklanmasına karar verip tutuklayarak zindana götürüyorlar. Yakınları Robespiyer’i kaçırıyor ve belediye sarayına götürüyor. Fakat çatışma uzun sürmüyor ve belediye sarayının sandalyeleri üzerinde Robespiyer çenesi parçalanmış boylu boyunca yatıyor. Ertesi gün giyotine doğru götürülürken bütün Paris sokakta Robespiyer’i yuhalıyor ve sevinç nidaları atıyor. Yeni bir devir başlıyor… Bu sefer Tallien ve Barras… Yeni hükümet eski ihtilâl kadrosuna savaş açıyor. Bu esnada herkes Fuşe’yi yanında görmek istiyor ama o bu dönemin de uzun sürmeyeceğinin farkında. Kimseden yana olmuyor ve sabırla bekliyor. Tam da Fuşe’nin hesab ettiği gibi altı ay sonra hükümet kıskacı daraltıyor ve Fuşe’yi de suçluyorlar. Hükümet Lyon hadiselerinin hesabını soruyor. Bu günün geleceğini çok iyi tahmin eden Fuşe bu sefer daha faklı bir yönteme başvuruyor. Halkı galeyana getirecek ama bunu açıktan yapamaz… (devam edecek) Kaynaklar: Salih Mirzabeyoğlu, Damlaya Damlaya – Yılanlı Kuyudan Notlar, İBDA Yayınları, 2. Basım, Haziran 1997 Stephan Zweign, Fransız İhtilâli’nde Bir Politikacının Portresi: Foutche, Cem Yayınevi, 1969 Fatih Turplu, Aylık Dergisi, Ekim 2012