Hayatımda hiç birinine gerçekten minnet duyarak teşekkür etmemiştim. Yaptığım her güzel şeyi isteyerek yapıyordum, kötülükten uzak durmaya çalışıyordum ama iyilik yapmak için can attığım da söylenemezdi. Ta ki onunla tanışana kadar, Ed Keenedy. O benim her yeni güne 'Bugün Ed Keenedy olma zamanı!' diyerek başlamamı sağladı. Yapmaktan haz etmeyeceğim, yapsam bile gönülsüz olarak yapacağım şeyleri 'Ed Keenedy olmak bunu gerektirir.' diyerek yapmamı sağladı. İlk defa bir roman karakterinin hayatımdaki yeri bu kadar büyük oldu. Önceleri sıkıldığım kitapları yavaş yavaş okurdum, beğendiklerim çabuk biterdi. Seni yavaş yavaş okudum Ed, çünkü seni kaybedersem kendimi kötü hissedeceğimi biliyordum. Sonun gelmesin diye dua ettim. Önceden küçük sandığım iyiliklerin aslında sandığımdan daha büyük olduklarını anladım. -Bu noktada sakın sandığın ne kadar büyük? diye bir espri yapma, Ed.- Ya ya yap, sen bilirsin. Sen gerçekten bilirsin çünkü sen Ed Keenedy'sin. Sen sadece bir roman kahramanı değil, aynı zamanda benim kahramanımsın. Markuz Zusak'ın bu muhteşem eserini okurken, olağanüstü, pek çok konuda ruh ikizim Ed'i adeta içimde yaşarken, alıcılardan birinin de ben olduğumu anladım. Ed, ben sende kendimi gördüm. Tek bir farkımız vardı, sen sıfırdan zirveye çıkmayı başarabildin. Bense ilk adımımı senin sayende atabildim. Ben de o aslardan istiyorum. Joker de bana uyar. Senin gibi olabilmek istiyorum, Ed. Bazen insanlar çok güzel oluyordu. Görünüşleriyle değil. Söyledikleriyle de değil. Sadece varlıklarıyla. Bu sözleri kendin için mi söyledin, Ed? Seni sana senin ağzından anlatmak, büyüleyici bir şey. Senin gibi ben de kendi cenazemin boş ve tenha olmasını istemiyorum. Sen de gel :)) Gel ve bana bir şeyler söyle. Ya da söylemesen de olur, daha demin kendi ağzınla söyledin, sen sadece varlığınla bile muhteşemsin, Ed. Evet, doğru demişsin cenazemizde insanların arkamızdan iyi konuşması için hayatımızda bir "YAŞAM" olması gerekiyor. Benim söylediğin manadaki YAŞAMımı sen başlattın Ed. Sen sıradanlığın en mükemmel örneği değilsin çünkü sen sıradışısın. Senin gibi biri tüm o şeyleri başarabiliyor ama bunun tek bir nedeni var, inanılmaz olman. Sen, bize sadece cesaret verdin. En azından bana. Son cümlelerinde haklısın. Sen bir elçi değilsin, mesajın ta kendisisin. Markus Zusak asları sana gönderdi. Allah da seni bana gönderdi. Kitabı bitirdiğimde "Gerçekten Ed," dedim. "Teşekkür ederim." "Binlerce kez."
Poirot'yu tek geçerim... Sherlock tamam duyulmuş, meşhur bir karakter ama öyküleri bana pek çekici gelmedi... Poirot okurken her yanı bir heyecan kaplar, sonunu gelip Poirot'nun o çok bilmiş tavırlarda sergilediği olay kurgusuna okumak isterim. Bu kitapta o yoktu. Neye ne şekilde ulaştığını söylememiş bile. Poirot olayı çözümleyişini tek tek anlatan ve daha eğlenceli açıkçası daha çok benimseyeildiğim bir tip. Ne diyeyim beğenmedim. Conan Doyle olaylar açıklığa daha net kavuşturmalıydı. Baştan savma buldum. Holmes romanlarına lafım yok tabi, öyküleri olmamış. Ama Poirot'nun öyküleri de bir harikaydı dostum.. :)) neyse, romanda da öyküde de poirot benim tek favorim.. :))
Poirot'm geç çıkıyor, geç çıkıyor ama tam çıkıyor sahneye. Sadece küçük gri hücrelerinde İngiliz polisinin aylardır uğraştığı vakayı iki gün içinde çözüyor. Başlarda okumak istemedim, Poirot'ma kavuşmak için 213 sayfa bekleyecektim. Ama onun dehasına bir kez daha şahit olmak için o 213 sayfayı büyük sabırsızlıklar içinde okuyup bitirdim. Sonra ne mi kazandım? Sadece kişisel tatmin duygusu. Poirot'nun getirdiği bir hayranlık. Poirot'yla tanışmayın varsa iç durmasın, ama bu kitapla başlamasın onunla tanışma işine. Cinayet Alfabesi ya da Beş Küçük Domuz... Yok efendim boşver Poirot'yu ben Christie'yle tanışmadım Poirot sonra mı diyorsunuz? O zaman size tek bir tavsiyem olacak: demeyin! Bu adamla tanışmayı ertelemeyin! Sonra bir de bunun filmleri var oturup izleyin David Suchet'ın Poirot'sunu...p
Bu vatan böyle kazanıldı kıymetini bilelim neredeyse ağlayacaktım muhteşem bir kitap...
Christie yazar da kötü olur mu hiç? Miss Marple'ın en güzel macerasıydı diyebilirim.