Geçen ay Brenda Joyce'un Gülün Sözü adlı kitabını bitirir bitirmez hemen hasretinden yandığım diğer yazarımın kitabına başladım. Bilindiği üzere Teresa Medeiros historical yazarlarından biridir. Fakat bu kitap bir istisnadır, çünkü yazar ilk kez tamamıyla günümüzde geçen bir hikayeyi ele almış durumda. Açıkçası kitaba başta hafif bir ön yargıyla başlamadım desem yalan olur çünkü historicalda aldığım zevki bunda alabilecek miydim, bilmiyordum. Abby, baya tahlilsiz şeylerle uğraşmak zorunda kalıyor ilk bölümde. Benim başıma gelse fıttırırdım büyük ihtimalle. İlk 6 bölüme kadar " Yazar gayet güzel gidiyor ama hafiften sıkılmaya başladım ben." kafasındaydım. 6. bölüme gelince hikaye daha eğlenceli ve akıcı olmaya başladı. Sonlara doğru kalbimde bir endişe ve hüzüntü oluştu. Abby ve Mark karakterlerine bayıldım. İkisi de hazırcevaptı. Hangisi hangisinden daha hazırcevap derseniz karar veremedim ben. Tabi hazırcevap olur da komik anlar yaşanmaz mı? Teresa yine ne kadar bu konuda uzman olduğunu kanıtladı bana. Çoğu sahne cidden güldürdü beni. :D Kitaba hiç toz kondurmak istemiyorum ama kitabı okuyacaklar için ufak bir sorun var. Yazar, kitabı yazarken aynı zamanda Amerika'nın popüler kültüründen baya yararlanmış. Her sayfada en az 1 tane bulmanız mümkün. Tabi böyle olunca bazı yerlerde ben bocaladım, "Burada hangi filmden bahsediyor?" gibi. Kitapta The Simpsons, Doctor Who ve The Big Bang Theory'den parçalar bulmak bende iyice şapsal gülümsemelere yol açtı :D Popüler kültür açısından biraz bocalatsa da bana göre Senden Önce Ben kitabını sevenlerin bunu da seveceğini düşünüyorum. http://belleninkutuphanesi.blogspot.com.tr/2016/05/iyi-geceler-tweetaskm-yorum.html
Orhan Kemal'den okuduğum ilk kitaplar bir nevi otobiyografisini anlattığı Baba Evi ile Avare Yıllar idi. Aslında 2 kitabı da sevmeme rağmen bana kısaca anlatır mısın deseniz anlatamam. Aklımdan çıkan kitaplar olmuşlar. :( Ayrıca o dönemler kitaplarla aramda baya soğukluk vardı, büyük ihtimal bu yüzden aklımda kalıcı bir yer edinememiş. ************ Konu: Mazhar Bey, yaşadığı şehrin en iyi avukatıdır. Bir gün eline geçen ikramiye ile karısı Nazan'a pırlanta yüzük alır. Mazhar, karısını sever fakat Nazan kocasına bir eş gibi davranmaktan çok hizmetçi gibi davranmaktadır. Yüzüğün bu durumu değiştireceğini umar. Nazan, çok iyi yürekli fakat sevgi göstermeyi beceremeyen bir kadındır. Kahkaha atmak, makyaj yapmak gibi şeyler ona göre değildir, çünkü bunu yapan kadın basittir. Çok sevdiği kocasının onu terk edeceğini düşünür. Hayattaki tek mutluluğu kocası ve oğlu Haldun'dur. Bu ailenin yanında yaşayan bir de Hacer Hanım vardır. Hacer Hanım, Mazhar'ın annesidir. Geçmişinde bulunan her erkek onun bir dediğini iki etmemiş, fazlaca şımartmışlardır. Yıllar sonra namazında niyazında bir kadın gibi görünse de durum çok başkadır. Oğluna mümkün olduğunca çaktırmadan süslenip püslenip dışarılarda gezer, özellikle gelini hakkında bin bir türlü iftiralar atar. Evde de durum farklı değildir. Hacer Hanım sürekli Nazan'ı aşağılar durur, bir şekil Haldun'la arasına soğukluk katmaya çalışır. Onu oğlundan boşamak için bin bir türlü yollar dener. Tabi herkes Hacer Hanım'ın ne kadar kötü bir insan olduğunu bilse de ondan korktukları için söylediklerine kimse itiraz etmez. Mazhar, Nazan'a yüzüğü hediye eder. Karısı çok mutlu olur ama yine Mazhar'ın istediği tepkiyi vermez, örneğin boynuna atlayıp onu öpücüklere boğması. Mazhar, karısına yüzükten annemin haberi olmasın diye sıkı sıkı tembihler, çünkü annesi mutlaka bir olay çıkaracaktır. Nazan yüzüğü sandığına saklar. Bu sırada Mazhar, davasına baktığı barın sahibiyle konuşurken, Jale isminde bir kadınla tanışır. Jale, geceleri meyhanede çalışan bir bar kızıdır. Mazhar, fark eder ki Jale, Nazan'ın tam tersidir. Kısaca hayallerindeki kadındır. Nazan, yine Mazhar'ın istediği sıcaklığı göstermeyince büyük kavga çıkar ve o günden sonra Mazhar eve çok nadir uğrar, günlerini Jale ile geçirir. Bir gün Hacer Hanım, evde kimse olmayınca "Benim oğlanla gelin ne diye öğle vakitleri yatak odalarına çekiliyor?" diyerek oraya doğru yol alır. Yüzüğü bulduğu an işler iyice zıvanadan çıkar. ************ Yorum: Bu kitabı ben yazsaydım "Bir Kadın Yüzünden Kararan Hayatlar" ismini koyardım. Kitabı okuyan daha ilk sayfadan Hacer'e beddualarını saymaya başlar. O ne iğrenç bir mahlukattı! Bütün aşklar ve dostlukları bozdu kadın. Bana kalsa ona daha da acımasız bir son yazardım -_- Ben Mazhar'a çok kızamadım. Nazan'la anlaşamamasındaki en büyük sebep eğitim farkları idi. Mazhar'ın ahlak ve kültürel gelişimi için sağlanan çok kapı vardı. Nazan yaşadığı yerin ve o zamana göre köy kadınlarından beklenen davranışları sergileyen bir kızcağızdı. Nazan'ı da kendimce anladım ama yazar, ona çok fazla ezilen bir kişilik vermiş. Kim ne yaparsa yapsın karşı çıkamadı benim de içimi parçaladı :( Jale -diğer adıyla Neriman- kitapta en sevdiğim kişiydi. Fakat sonda yaptığı hiç olmadı. Ben o kadının böyle bir vazgeçiş yapacağını hiç düşünmüyorum. Yazar orada büyük hata yapmış bence. Biraz da yazarın kitapta dikkat çeken yönleri ve kalemi hakkında konuşalım. Kitap birçok insani değeri sorgulattı bana. Bir insan nasıl bu kadar ahlaksız -Hacer- , nasıl bu kadar yanlış yapar -Mazhar- , nasıl bu kadar suskun olur -Nazan- sorularının cevabını bulmaya iten bir kitaptı. İnsanın kendi çıkarı için ne kadar ileri gidebileceğini gösterdi. Yazarın kalemi oldukça sade. Benzetme sanatını az kullanan isimlerden biri. Fakat o sade kalem nasıl da bir şaheser ortaya çıkarmış? Kitabı alırken elbette ki dram bekliyordum, çünkü kitaptan uyarlama dizileri de dahil karşıma ne çıkacak az çok tahmin ediyordum. Fakat bu kadar vurucu bir şey beklemiyordum. Hatta merak ediyorum, niye Türk yapımcılar bu kitabı uyarlamamış? Bir Türk dizisinde aradıkları bütün şeyler mevcut, tabi romantizm hariç :D El Kızı, hayatım boyunca aklımdan çıkmayacak bir kitap oldu. Tavsiyem aşırı ağır dram sevmiyorsanız pek tavsiye etmem. Bir de ilk kez Orhan Kemal okuyacaksanız tavsiye edemeyeceğim. İlk kitaptan bu kadar dram ağır etki yaratabilir ve yazarı bırakmanıza sebep olabilir. Şahsen ben hala kendimi toparlayamadım. Tersiyse tam sizlik ;) http://belleninkutuphanesi.blogspot.com.tr/2016/06/el-kz-yorum.html
Hepimiz yazarı The Noteebook isimli kitabından tanıyoruz. Ben yazarın şu ana kadar ne bir kitabını okudum ne de bir kitabının film uyarlamasını izledim. Aslında bunun eksikliğini de hiç hissetmedim. Fakat Sweet Summer Challange etkinliğinde "bu yıl film uyarlaması vizyona girecek bir kitap" maddesi karşıma çıktı. Bu sene çıkacak olan filmlere baktığımda sadece Patrick Ness'in yazmış olduğu Canavarın Çağrısı isimli kitabı okunmaya değer buldum. Fakat kitap alacak vakit yaratamadım, kitabın pdf versiyonu da ortama düşmediği için elime geçen kitap bu oldu. Yoruma öncelikle kapaktan başlamak istiyorum. Neden bilmiyorum, bir kitabın film uyarlaması çıkacağı zaman yayın evleri orijinal kapağı değiştirip film kapağı koymayı çok seviyorlar. Ben bu durumu hiç ama hiç sevmem. Kitap dediğin orijinal kapağında kalmalıdır. Şu kapaktan hallice şey gördüğüm en iğrenç kapak olabilir. Hele kızın taktığı o gözlüğü parçalamak istiyorum. Kadını resmen geri zekalı gibi göstermiş. Aslında kapak "Ben iyi bir kitap değilim, uzak dur!" diye resmen haykırıyordu fakat yapacak bir şeyim yoktu. :( Kitap hayatımdan bir günümü çaldı. Kitap tam bir klişelik abidesi. Baş karakterler her romantik kitapta görülebilecek tiplerdi. Olay örgüsü çok sıradandı. En azından kitap yazarla ilgili bir fikir verdi bana. Sen bir daha bu yazarın bir kitabını okuma kızım! http://belleninkutuphanesi.blogspot.com.tr/2016/06/askn-secimi-yorum.html
Şu an çok ama çok kızgınım sayın okuyucular. Jeaniene, bu kitapla resmen Cat'i de beni de mahvettin. Spoilers!!!! Öncelikle o Bones denen kemik kafalıyla başlamak istiyorum. Bones, sana niye ısınamadığımı buldum sonunda. Çünkü sen tam bir kamilsin! Evet, bu kitap Bones'un ne kadar kamil olduğunun tescillendiği kitap arkadaşlar. Yani o güzelim Cat, seni bir kez daha kurtarmak için canını dişine takıyor, sen gitmişsin, "Beni yine terk etti, o beni niye koruyor ki, ben ondan daha güçlüyüm..." Bla,bla,bla! Bir de beyfendi plan yapıyor ama Cat'e söyleme zahmetinde bulunmuyor. Tamam, Cat'e verilen tüm bilgiler düşmana gittiği için söylemedin ama az da olsa çaktırmadan bir şey çıtlat, sevgilin onu anlayacak kapasitede, senin aksine! Dua et, o kamilliğine rağmen Cat ile seni gerçekten çok yakıştırıyorum, Cat'imi çok güzel sırtlıyorsun, yoksa çoktan nefretlik listeme girmiştin! Diğer konuysa Rodney. Şimdi bu güzelim karakter niye öldü ha!!!! O kadar ölmesi gereken gerzek karakterler varken (en başta Tate diyorum, olmadı o iğrenç vampir Ian) Rodney'in ölmesi. Bir de Justina zorla vampir oldu. Adam belki Justina'ya (Cat'in annesini) vampirleri zamanla sevdirecekti. Üffff, gel de somurtma! Yalnız son 2 kitaptır şu Ian, Justina'ya baya yazıyordu. Yazar, gidip de Justina ile Ian'ı çift yaparsan sana hakkımı helal etmem! Pekala, şimdilik öfke krizim bitti. Bundan sonrası kitapla ilgili yorum olacak. Yukarıdaki isyanlarımdan anladığınız üzere, kitap aksiyondan duygusallığa geçiş yapmış durumda. Beğendim mi, aslında evet. Yazar yine beni yanıltmadı ve harika bir iş ortaya koymuş. Vlad, geçen kitaba göre daha ağırlıktaydı. Ve hele şükür, yazarın erkek vampirlerinden birini sevmeye başladım. (Gerçi bir de Cat'in eski birliğinden olan Juan var diyeceğim ama Tate'den sonra o mu vampir olmuştu hatırlayamadım, yanlışlık yaptıysam kusura bakmayın.) Vlad, gerçekçi ama bulduğu her fırsatta ille birine sözlü olarak sataşacak :D Cat ile gelişen dostlukları da çok hoştu. Yalnızzz, şöyle de bir sorun var, Jeaniene'in Vlad'ını sevsem de gönlümde başka bir Vlad Tepesh yattığı hatta ona taptığım için, üzgünüm Jeaniene'in Vlad'ı sevgimi kazanmak için baya geç kaldın. Keşke başka bir karakter olarak çıksaydın karşıma. Kitapta sevdiğim diğer şey Tate'in bir yerde görünmesi. İnşallah hiç görmeyeceğimiz günler de gelecek. (sinsi sırıtış) Ian, hala iğrençsin -_- http://belleninkutuphanesi.blogspot.com.tr/2016/05/mezara-mahkum-yorum.html
İlk 2 kitabı okuduktan sonra seriye biraz ara vermiştim. Bir gün kitaplığımda görünce "Tamam kızım, bu seriyi bu kadar aksattığın yeter, hem sen demiyor musun farklı türler okumak istiyorum diyen?" diye kendimi teşvik ederek 3. kitaba başladım. Cat, yine her zamanki gibi harikaydın kızım! Ben bu hatunu cidden çok seviyorum. Güçlü Cat'imi bu sefer hafiften duygusal bir şekilde görmek güzeldi ama bebeğimin canı yandığı için benim de canımı yaktı. Bones'e gelince. Serinin ilk kitabında Bones için ister Cat ile tek başına ayakları yere sağlam basan ve güçlü biri olarak görmüştüm. Bu konuda fikrim değişmese de (hatta şu anda daha da güçlenmiş olsa da) ben kendisine fazla ısınamadım. Öyle hayran olunacak bir özelliğini göremedim. Cat bence daha havalı ve inanılmaz biri. Forever Cat! 1-2 cümlede spoilers var!!! Azıcık diğer karakterlere de değinmek isterim. Bones ile bir konuda tam anlamıyla uyuşuyoruz: Tate. Tate, senden hala nefret ediyorum. Allah rızası için şu Cat'in peşini bırak artık. Geri zekalı gitti bir de vampir oldu -_- Başka nefretlik karakterse Ian. Hayatımda okuduğum en iğrenç kişilikli karakterlerden biri. Sanırım ben Bones'tan başka Spade ve Mercheres'e de ısınamadım. Spade, sözde serseri tipli gibi görünen erkeklere benziyor. Mercheres ise çok ama çok sıkıcı ve ruhsuz biri. Yeminle onun olduğu sahnelerde baygınlık geçiriyorum. Ve aramıza yeni katılan Vlad. Valla ben ona da aman aman sempati beslemedim. Eee, o zaman Cat'tan başka kimi seviyorsun diye sorduğunuzu duyabiliyorum :D Hemen söyleyim Cat'in amcası ve annesi. Justina'nın neresini mi sevdim? Dedikleri gibi Max büyük ihtimalle onun zihniyle oynadığı için vampirlerden nefret ediyor bence. Ayrıca gulyabani Rodney ile bir ilişkileri var şu an :D Güldüğüme bakmayın, bence çok tatlı bir ikili olur bunlar. Cat'in amcası da göründüğü kadar pislik değil arkadaşlar. Cat ile araları gün geçtikçe daha da iyi oluyor. Mezarın Dibinde, diğer 2 kitaba göre daha da hareketliydi. Bütün sayfalar aksiyon ve heyecanla doluydu. Açıkçası bu beni bir süre sonra yormaya başladı. Yanlış anlaşılmasın, her sahneden zevk aldım ama bir olay bitince hemen başka bir şey başlıyor. Bu da kafamın hafiften yanmasına sebep oldu. http://belleninkutuphanesi.blogspot.com.tr/2016/05/mezarn-dibinde-yorum.html
Kitabın ilk 60-70 sayfası acayip boş. Asıl konuya geçmiyordu benim için. Geçti de ne oldu? Will karakterinden nefret ettim. Cidden sinirdi. Valla o son beni hiç üzmedi. Aksine "Keşke ailenin sözünü dinlemeseydin de hemen o kararını uygulasaydın Will." dedim. Fakat Lou'yu sevmedim dersem yalan olur. Yine de şirinliğine ve iyimserliğine rağmen kurtaramadı kitabı. Kısacası hiççççç ama hiççççç beğenmedim kitabı. Bloguma yorumunu bile girmeyeceğim, o kadar kötüydü benim için. Filme gelince. Belki Jenna Coleman hatırına şöyle bir göz gezdirebilirim. Ki sanırım sadece onun olduğu sahneleri izlermişim gibi geliyor.
Distopya türü kitaplarla aram orta derecedir. Gerçekçilik ağırlıklı olmasını sevmeme rağmen fazla melankoli, mutsuzluk gibi ögeleri de bolca barındırdığı için bir yerden sonra ruh halimde çökme başlıyor. Sanırım şu ana kadar okuduğum distopya sayısı 2-3 kitaptır. Şimdilik en son Fahrenheit 451 kitabını okudum. Kitabı okuyanların çoğu orta halli bulmuş, ben de katılıyorum. Okuyanlar İthaki'nin çevirisini beğenmemiş. Benimki kaçıncıydı hatırlamıyorum ama ben fazla görmedim hata. Ancak bana göre çeviriden çok yazarın dilinden ötürü ben ısınamadım kitaba. Yine de kitapta rastlanabilecek çok güzel cümleler mevcut. Ayrıca yazarın seçtiği konu da iyi seçilmiş: Kitapsız yaşam. Montag'ın eşi tam ağzı burnu dağıtmalık biri. Hayatımda gördüğüm en boş kafalı insan olabilir. http://belleninkutuphanesi.blogspot.com.tr/2016/06/fahrenheit-451-yorum.html