Okan Bayülgen'in bir programı vardı. Ortada, yüksekçe platformda, büyükçe bir masa, etrafına sunucu ve konukları konuşlanmış. Alt seviyede ve sürekli olarak masadakilerin neticelerini seyreden stüdyo seyircileri... Günlerden birinde program konukları mizahçılardı. Çağçağ, Ergün Gündüz, Erdil Yaşaroğlu, Atilla Atalay filan. Okan, Çağçağ'a anlatıyor; İtalya cumhurbaşkanı mı ne, kendisiyle en çok uğraşan mizahçıyı da ziyaretlerine beraberinde götürürmüş. "Bak gör, dalganı geçtiğin adam, nelerle uğraşıyor" gibisinden. Dedi ki, "bizim başbakan da seni gezdirse ya böyle"... Çağçağ, altta kalır mı; "ben dayanamam böyle bir şeye, piyufurrrt olurum"... Piyufurrrt'u da yanaklarını şişire şişire, ellerini oynatarak baya iyi yaptı. Ki,o zamanlar "oha falan oldum yani" lafı da daha icat olmamış, hatta belki o programdan sonra çıkmıştır. Nereye geleceğim :) İşte kitabı okurken yanakların alacağı şekil... Küçük Prensmiş, Simyacıymış, Martıymış derken hadi birinci kitabı yedik. Bu kitaba da başladık. Zaten hangi karakterin, en sonda hangi karakterle aynı olacağı baştan belliydi. Neyse... Özellikle 1 puan verdim, o da "görünsün" diye. Piyufurrrt!...
"Satışın Küçük Kırmızı Kitabı"ndaki gibi "sert" emirler yoktu :) "Gidin öğle yemeğine kadar 3 tane fikir bulun" gibi daha masumane dilekler vardı (have to değil, must ve should). "Oturduğum yerden got gotlayayım, arada iki tane de aforizma sallayayım" türündeki bu kitaplar ardı ardına okunmuyor zaten. NLP serilerini o şekilde okuyup "aşırı doz" aldığım zamanlar olmuştu da tövbe etmiştim. Diyeceğim, araya kafa sakinleştirici bir şeyler sokmak lazım, Kayıp Gül 2'yi planlıyorum mesela. Anladığım kadarıyla reklamcı amcamız, yaşını başını almış, çizer arkadaşıyla bir olup deneyimlerini yazıya dökmüş. Öte yandan, hasta karısını bırakıp, genç bir hanımla evlenebilirdi, bir süre sonra ondan da ayrılabilirdi. Onu yapmak yerine şöyle bir telkinde bulunmuş; hayatımızda bulup bulacağımız en iyi "x+1" fikir, eşimiz ve x adet çocuğumuzdur...