Thorgal sevdamız, Tercüman Çocuk zamanından... Büyücünün Sırrı ilk macera, nasıl da beklerdik bir sonraki haftayı, ondan ötürü her türlü candır... Şimdi 33.albümü de bitirdik, malum Jolan'ın maceraları başladı. Arada Thorgal görünüyor ama, o da bize yeter...
Tacizci kahveci tutuklandığında kafasına taş atan, serbest bırakılınca, hiçbir şey olmamış gibi gidip kahvesine oturanlar... Evet Ercan Kesal, sen haklısın, artık bir daha o kahvenin kapısına uğramamaktır doğru olan...
Serdar Turgut'un bahsi üzerine okudum. Şöyle yazmıştı; "ben onu Türkçe'ye 'gönülçelen' olarak çevirmişlerdir diye düşünmüştüm". Katılıyorum...
Sunay Akın, Geyikli Park'ta "siz Ali Alı'yı, Sabahattin Ali olarak bilirsiniz" deyince, "Kürk Mantolu Madonna"yı okumak şart oldu. Beğendim ben...
Gösterisi sonrasında kitabı imzalatma şansımız oldu. Lakin geyik bölümü, gösteride daha ayrıntılı ve etkileyiciydi ;-) Hakikaten, olimpiyat adaylığı gibi zamanlarda değil de, her daim bilinmeyen değerlerimizi bilsek, hatırlasak ya... Gerçi, önce şu "Turkey"den mi kurtulsak...
İhsan Oktay, emeklilik günlerinin hakkını veriyor. Öyle ki, kitaptaki "giydirme" ve "geçirmeler", Yedinci Gün'den "yigirmi" kat daha beter. Yazar, yıllar yılı, "öykülerinizde kadına niçin yer verilmiyor" diye tutturanları da unutmamış; "Çünkü kadının, mükemmel olmaktan başka ne özelliği olabilir ki? (s.163)". Lakin, bir kaç sayfa sonra, bu mükemmel kadına dair tüm beklentiler alabora olmaktan da kurtulamıyor :) Öte yandan "Kahramanımız, çok iyi "resmedilmiş"; "Ne var ki, bu kadarını galiz bir kahramandan beklemek haksızlık olurdu. Çünkü Efendimiz'in ağırlığı, elbette ki brüttü (s176)". Aslen kitabın özü, başlangıç ve bitişinde saklı; başlangıç: ".rOB0t oLmadiğnı KanıdLA" (N.V.Google :) Bitiş: "Hüüüüüüüüüüüüüüüp! Jjjjjjjjjjjjjjjjt! Nah-ha!"... (Tekrarlayan küçük harfler, on beşer tane). Alınıp okunası, derhal filmi çekilesi...
(Kitaptan) Yarım yamalak ve kulaktan dolma ifadeler çabasızlık ve kaçınılmaz yüzeyselliğin ötesinde, bir sonuca ulaşmayı becerememişliği çağrıştırır. Yarım yamalaktaki yarım bir yetinmeden ziyade daha fazlasını isterken daha azına 'kalmışlığı' düşündürür. Yarım kalmış olana üzülüp yarım ile yetinene saygı hissederken, yarım yamalak olana karşı hafif öfkeli bir sevinç hissetmemizde bu arsızlığa olan tepkimizin etkisi de var. (Kafirun suresi) De ki: Ey inkârcılar! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır. (Kitaptan) İçinde bulunulan zor an'dan geleceğe, bugünden yıllar ötesine kendimizi 'ışınlayıp' o 'zor an'ın çoktan geçip gitmiş olduğu bir an'dan bu güne baktığımızda, bugünkü durumu nasıl değerlendireceğimizi, duygu yükümüze 'kaç puan' vereceğimizi düşünmek şimdiki zor an'ın zorluğuna dayanmamıza olanak verebilir. Uzun cümle iyidir, ben de kullanırım. Bir de 'sıkı can' iyidir, kolay çıkmaz. Yazarı, Serdar Turgut'la Akşam'daki söyleşilerinden iyi biliyoruz. Serdar Turgut sevmişse, biz de severiz. İstanbul'da bahçeli ve parmaklıklı bir evi olduğunu, hatta bu evin 'şehir dışında' değil, yürüyüş yapan teyzelerin uzanıp sardunyalarını koparacak kadar, 'şehre epey de yakın' olduğunu gözümüze batırmalı mıydı? Bence batırmalıydı, Niçin? Şu cümlenin hatırına; genç bir baba, eşi ve oğluna nasihat ediyor; "siz siz olun, sakın ütopyanızı gerçekleştirmeyin"...