Küçükken okuduğumda pek bir şey anlamadığım (daha okumayı yeni öğrenmiş olduğumdan olsa gerek) ancak yaşım büyüyüp tekrar okuduğumda beni derinden etkileyen ve daimi başucu kitabım olmayı başarmış kitap. Büyüdükçe unuttuğumuz ve aslında dünyayı daha güzel ve yaşanılabilir yapan şeyleri çocuksu bir şekilde hatırlatan Küçük Prens, benim süper kahramanım. İnsan düşünmeden edemiyor belki de diktatör liderler bu kitabı bazı şeyleri anlamlandırdıkları dönemde okumuş olsalardı, yani diktatör olmadan önce demek istiyorum belki de çok farklı bir dünyada yaşıyor olurduk kim bilir. Gel gelelim ben onun sayesinde herkesten ayrı görüyorum yıldızları çünkü benim kahramanım oturuyor onlardan birinde ve o gülüyor diye geceleri gökyüzüne baktığımda bütün yıldızlar gülüyor. Zor anlarımda, yalnızlığımda bile benimle olduğun için, gülmeyi bilen yıldızlar için teşekkürler.
"Bu kentin ne çatısını aydınlatan aylarını sayabilirsin, ne de duvarlarının gerisinde gizlenen bin muhteşem güneşi." Okuyalı üç seneden fazla oldu belki de ama öylesine sarsıcı bir hikaye ki Meryem ile Leyla'nın hikayesi daha ilk sayfalarında kendinizi kitabın içinde kaybolmuş bir halde buluyorsunuz. Her küçük kızın olduğu gibi Meryem'in ilk kahramanı olan babasının ihanetiyle nasıl sarsıldığımı, o öfkemi dün gibi hatırlıyorum. Okurken gerçekten uzakta bir yerlerde yaşanan bu yaşamları düşünüp bir yandan öfkelenirken diğer bir yandan çaresizlik içinde göz yaşlarımı tutamadığımı da hatırlıyorum. Kadın olmanın zorluğunu, hele ki savaş ortamında kadın olmanın ne demek olduğunu bir erkek ancak bu kadar güzel anlatabilirdi. Ama Bin Muhteşem Güneş aynı zamanda çaresizlik içinde de olsa, o uzun zorlu sürecin sonunda bir şekilde iyi günlerin de geleceğini müjdeleyen bir roman. Yaşadığı veya tanık olduğu onca zorluğa rağmen ülkesine ve halkına olan sevgisini hala kalbinin derinliklerinde taşıyan bir adamın romanı. Gerçekçi, sarsıcı ve hayatları değiştiren türden...