Özellikle Çarlık dönemi Rusya'sında devrim öncesinde işlenen, halkı galeyana getiren kaosu katmerleyen, hükümetin ekmeğine yağ sürmek için yeri geldiğinde hükümetin dahi aleyhine açıklama yapmaktan ve yaptırmaktan kaçınmayan polis teşkilatı bünyesinde çalışanların sırayla ve münferit olarak betimlemelerinin uzun uzadıya anlatıldığı roman. Evsei Klimkof'un hayatı hiç de öyle ilgi çekici değil ama Gorki'nin anlatım tarzıyla kitap kendisini güzel okutuyor. 1984 romanının Winston'unu anlamak ne kadar önemliyse Klimkof'u da anlamak o kadar önemli. Aynen kapak görselindeki yayının 3. basımını okudum, dilbilgisi gayet güzeldi.
***SPOILER*** Alıntı: "Derviş Bey kayalıkları körüklü çizmesiyle bir uçtan bir uca gidip geliyor, arada bir göz ucuyla da kayalıkların üstüne ağzı yukarı serilip kalmış eli arkasına bağlanmış Mustafa Beye bakıyordu. Ayaklarını da dizlerine kadar Hidayet sıkı sıkıya bağlamıştı. Bu yüzden Mustafa Bey yanan kayalığın üstünde kazık gibi uzun duruyordu. Derviş Beyin gözü Mustafa Beyin hayasına gidiyordu ister istemez. Ve Derviş Bey onun hayasını hiç istemediği halde düşünüyordu. Buruşmuş, küçülmüştü. Gittikçe de buruşuyor, küçülüyor, kararıyordu. Neredeyse bacaklarının arasında yitip gidecekti. Ve soylu insanların ve soylu atların hayaları uyurken küçük olur... Uyandığı zaman, azdıkça büyür. Kadim insanlık insanın soylusunu mutlaka hayasıyla ölçmüştür. İnsanın her yeri, burnu, dudakları, çenesi, uzun bacakları, ince bilekleri, soyluluk gösteren başka yerleri değişir ama, soylu bir kimsenin, bir atın hayası değişmez. Eski Yunanda, Romada ayağın ikinci parmağının ötekilerden uzunluğu soyluluk alametidir. Yalan, uydurma... Hayayı bilmiyorlardı onlar, yozlaşmış Yunan, Roma toplumu." Gerçekten sürekli epik ve pastoral anlatımlarla uzatılmış bir roman. O kadar uzatılmış ki konu taşağa bile geldi çattı bir yerde. İşlendiği dönem ile ilgili nostaljik anlatımın da bol olduğu ağdalı bir hikaye. Serinin ikinci ve son kitabını da okuyacağım.
Daha dün gece karnım şarapla doluydu, kalbim neşeyle. Sabah olunca karşılaştım ıssız kasvetler Bir gecede neler değişiyor böyle Şimdiden yabancıyım kendi gönlüme.
Ben gayet beğendim masalsı ve eğlenceli bir romandı, başrolde her zaman en güçlü ve en zekinin olması gerekmediğini bir kez daha anlattı. Tanrıların dünyasında bir tanrıça karşısında insanlık, tanrılar, vd.
İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey var: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...
"Ellerimizi temiz ve kalplerimizi bozulmamış halde muhafaza etmekten acizizdir; yabancıların terleriyle temas ederek kendimizi kirletiriz; tiksintiye aç ve vebaya hayran halde toplu çirkefin içinde gırtlağımıza kadar gömülürüz.." "Dünya yalnızlığımızı bozmuştur; ötekilerin üzerimizde bıraktığı izler silinmez bir hale gelir." Düşmüşlüğün Tahlili adlı denemesinden.
Aşka dair, rahatsız edici. Rahatsız edici çünkü aşık biçare. Aşık sıfatını kazanmanın, kazanırken de kaybetmenin açık tasviri bu kitap. Aşığın daha proaktif olması gerekir, peki aşık bunu sağlayabilir mi? Çok zor. Bu kitap daha doğal çünkü aşık yeni bir evren yaratmıyor. Gerçek dünyadaki gibi hayatın kendisine çizdiği alanın dışına ucundan dahi bakamıyor. Çok alışmışız, başroldeki aşıkların sınırsız eylem kabiliyetine. Rus Edebiyatı bu yönünden gerçekten etkileyici diyebiliriz. Aynı hissi Gorki'de de yaşamıştım.