Kitabın içeriğinden çok Marquez ' in girişte anlattığı yazılış evresi dikkatimi çekti. Maquez'in çöp kutusu ile masası arasında gezintiye çıkan hikayeler. "Ben yalnızca telefon etmeye gelmiştim" en etkilendiğim hikayesi oldu. Okurken ve özellikle de sonunda çok gerildim. Dili sade, çok akıcı değil ama okuma hızınızı etkilemiyor.
12 Eylül'ün yansımalarının Cide'ye ulaşması 1981 yılının ortalarını bulur, rahmetli Rıfat Ilgaz "Sınıf"tan yasaklılığını, göz altına alınışını, 70 yaş statüsünden yararlanışını anlatır. Ama öyle anlatır ki, sanki karşınızda bir ihtiyar anılarını anlatıyor. Hababam Sınıfını yayından düşürmemesine rağmen yazarının adını anmayan kanala olan sitemini, Cide gençlerine desteklerini, askerlerle olan muhabbetini çok içten anlatmış. Nur içinde yat Koca Çınar. ..
Kurtuluş Savaşı yılları... Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda emeği geçen ama gölgede kalan insanların öyküleri... Bir yanda koşulsuz sevgisiyle Fikriye Hanım, diğer yanda çok partili sisteme geçme mücadelesinde İsmet İnönü, Fethi Okyar, Mustafa Kemal, parasız silahsız girişilen milli mücadeleye destek bulma çabaları ve 1. Dünya Savaşının seyrini değiştiren Çanakkale... Beğenerek okudum, hatta hiç duymadığım detaylara şaşırdım... Tarihi kitap okumayı sevenler beğenecektir.
Nazım Hikmet'in Moskova yıllarını, yaşadığı aşkları, Türkiye sevgisini, vatan özlemini; bu aşkların, memleket özleminin şiirlerine yansımasını, belgesel tadında fotoğraflarla destekleyerek anlatan başarılı bir yapıt.
Can Dündar'ın kalemini her zaman sade ve açık bulmuşumdur. Okurken kafa karıştırmaz, yormaz insanı. Konuya ilişkin bir çok kitap okudum, fakat ailelerin gözünden hiç bakamamıştım olaya, Can Dündar; Hamdi Gezmiş sayesinde bu eksiği tamamlıyor, Deniz Gezmiş'i okuduklarımın etkisiyle olsa gerek, çok farklı canlandırdım hep kafamda, bu nedenle kardeşinin ağzından okuduğumuz, o tatlı dalgınlıklarına güldüm. Kitabı okurken tam bir duygu karmaşası yaşadım, ilk sayfalarda, çocukluk dönemine, gülümserken, lise ve zamanla üniversite yıllarında, haksızlıklara kızdım. İlk önceleri, oğlunun sağ salim teslim olması için uğraşan bir babanın dönem sertleştikçe, hapishanede başına bir hal gelir korkusuyla oğluna teslim olmayın çağrıları yapışındaki tezatlıklara şaşırdım. Yine aynı babanın oğlunun sağ salim yakalanmasına duyduğu rahatlamaya, bu rahatlamanın idam kararının ardından bir acıya, bir çırpınışa, bir mücadeleye dönüşmesine şahit oldum. Bir baba oğlu için neler yapmaz ki? Ve son olarak, oğlunun infazını ajanstan duyan bir annenin çığlıklarıyla ağladım. Kısaca okumadım, yaşadım.
Son derece sade bir dille kaleme alınmış, kişilerin psikolojik tahlilleri iyi yapılmış, okuyucunun dikkatini dağıtacak unsurlar yok denilecek kadar az. Kolay okunmasına rağmen son derece ağır bir eser. Kitabı özümsemeniz, anlatılmaya çalışılanı anlamanız çok önemli. Bir çok listede ölmeden önce okunması gereken kitaplardan biri olarak geçen, okunmaya değer bir eser.
Kısa bir kitap gibi görünse de zor okunan, ağır bir kitap. Sakin kafayla, düşünülerek okunmalı yoksa boğuluyorsunuz. Toplumsal hayat, modern inanın içerisine düştüğü çelişkiler, gelgitler, hırs, ikiyüzlülük üzerine eleştiriler, bir avukat aracılığıyla yapılmış oldukça iyi anlatılmış, ama dili zorluyor insanı. Bazı yerlerde anlamadığımı anlayıp tekrar okumak durumunda kaldım. Aslında her sayfada bir ders var, bir şey öğretiyor size. Fakat ben hakkını verebildiğimi düşünmüyorum.