http://fairytaleess.blogspot.com.tr/2016/01/ugultulu-tepeler-kitap-yorumu.html Klasikler insanda gerçekten farklı hisler uyandırıyor. Uğultulu Tepeler, tekrar tekrar okusam da okumaktan bıkmayacağımı düşündüğüm, karakterlerinin hepsinin hayatın içinden olduğu çok güzel bir kitaptı. Basmakalıp sözlerden oluşmuş , klasik bir aşk hikayesi değildi öncelikle. Okuduğum en güzel romanlardan biri oldu Uğultulu Tepeler. Gerçekten insanı kendine bağlayan , öncelikle kişi analizinin çok güzel yapıldığı bir romandı. Kitabı nasıl anlatacağımıysa gerçekten bilmiyorum. Çünkü kitabımızda pek çok kuşağın hikayesi geçiyor. Ama şöyle bir giriş yapabilirim sanırım. Hikayemiz 18. yüzyıl İngiltere'sinde geçiyor. O döneme bayıldığımı sayısız kere söylemişimdir de zaten. Olayları Uğultulu Tepeler'deki evin yeni kiracısı Bay Lockwood'a, her şeye şahit olmuş evin hizmetçisi Bayan Ellen Dean anlatıyor. Birbirlerine aşık olan iki gencin, hayatın şartları gereği apayrı yerlere sürüklenmesiyle başlıyor hikayemiz. Ve sonrasında Bay Heathcliff'in yaşayamadığı aşkının öcünü, yıllar boyunca pek çok insandan almasını konu alıyor kitabımız. Olay örgüsünü gerçekten çok sevdim ancak kitabımızda çok fazla sinir bozucu karakter vardı. Arada malum kişilere iki tane çakmak da istemedim değil şimdi. Ama onlar renklendiriyordu belki de kitabı. İşte karakterleri hayatın içinden bulma sebebim de bu aslında. Çünkü kitabımızdaki karakterler de aslında pek çoğumuz gibi, hırsları uğruna pek çok şeyi kaybedip, hayat denizinde sürükleniyorlardı. Bu da kitabı sevme nedenlerimden biri oldu. İlgimi çeken bir diğer nokta da kitabımızın, Emily Bronte'nin malesef ki tek eseri olması. Düşünüyorum da yaşasaydı kim bilir bizi daha ne güzel romanlar bekliyor olacaktı? Klasik okumaya başlamak istiyorsanız da çok iyi bir başlangıç olacaktır Uğultulu Tepeler. Klasiklerden korkmayın. Aksine arada bir onlardan okumak, insana gerçekten çok şey katıyor.
http://fairytaleess.blogspot.com.tr/2016/02/sapphque-kitap-yorumu.html Kitabı bitirir bitirmez de ''keşke bu seri ikileme olacağına üçleme olsaymış dedim.'' Kurgu itibariyle bana çok farklı gelen bir seriydi. Sanırım serinin türünü distopya olarak adlandırabiliriz. Sonuçta bu serimiz de, belli bir yönetici kesim tarafından topluma belli kurallar dayatılıyordu. Ancak canlı bir hapishane tasarlama fikri, şahsen kırk yıl düşünsem benim aklıma gelmezdi. Sadece çoğu kişinin aksine, son kısmı taaa ilk kitabın ortalarında tahmin etmiştim. Sanırım bunu, engin dedektiflik romanları bilgime borçluyum. Ama buna rağmen yine de ufaktan şaşırmadım da değil doğrusu. (Evet saçma bir durum.) Yine de okuyan çoğu kişinin özellikle o son kısımda çok şaşıracağını düşünüyorum. Kitabın filmi sanırım yok. (Ah bu cahillik. -,-) Ama olsaydı eminim ortaya harika şeyler çıkacaktı. Bu seriyi okuyun, okutturun.
http://fairytaleess.blogspot.com.tr/2016/01/incarceron-kitap-yorumu.html Bir hapishane hayal edin ; öyle büyük ki içinde hücrelerle , koridorlar ; dağlar , denizler , ormanlar var. Kocaman bir hapishane düşünün , içinde koskocaman bir dünya var. Şimdi de o hapishaneye hapsedildiğinizi hayal edin ve kitaba esir olmaya hazır olun. Ama şunu da itiraf etmek gerekirse , başlarda yazarın üslubuna alışamadım. Yani oluşturulan dünyaya tam olarak adapte olamadım sanırım. Ama bu sadece birkaç bölüm sürdü. Sonrasında adeta ben de kitaba hapsoldum. Finn yıllar önce Incarceron'a hapsedilmiş biri. Geçmişine dair hiçbir şey hatırlamasa da dışarıdan geldiğine emin. O ve arkadaşları hapishaneden kaçmaya çalışıyorlar. Tabi canlı ve zekaya sahip bir yerden çıkmak ne kadar mümkünse. Claudia'ysa zamanın yasaklandığı bir dünyada , 17. yüzyıla hapsedilmiş bir prenses. Biri içeri girmeyi , diğeri dışarı çıkmayı arzuluyor. Ancak bu hengamede geçmişe dair sırlar da açığa çıkıyor. Daha önce böyle bir kurguya sahip bir kitap okumamıştım. Yazarın hayal gücünü gerçekten takdir ettim ve hayran kaldım. Kesinlikle önerebileceğim çok farklı bir kitaptı.
http://fairytaleess.blogspot.com.tr/2016/01/sessiz-intikam-kitap-yorumu.html Kitaba başlarken pek bir beklentiyle başlamadım açıkçası. Ama kitap beklediğimden çok daha güzel ve akıcıydı. Zaten kabarık eteklerin giyildiği , balo danslarının yapıldığı , o romantik dönemlere bayılıyorum. Aslında vıcık vıcık bir insan da değilimdir ama bu ilgim sanırım aşırı hayalperestliğimden geliyor. Sıradan bir kurgusu varmış gibi gözükebilir ama yazarın üslubu oldukça akıcıyı ve kitap çabucak okunuyordu. Ayrıca oluşturulan karakterleri de sevdim. Sadece bir nokta kafama takıldı kitapta. Ana karakterimiz Jessica sağır bir kızdı. Bunda tabi ki bir sorun yok. Hatta bu ayrıntı hoşuma bile gitti ama Jessica'nın dudak okuyabilme yetisi saçmalık derecesinde olağanüstüydü. Bu konuda yazarın biraz abarttığını düşünüyorum sadece. Ama bu kitabın akışını etkilemiyordu. Demem o ki , boş zamanlarda okunabilecek, akıcı bir kitaptı.