Seni Sabah Uykum Kadar Çok Seviyorum Soğuk kahve kitabından sonra en iyi çıkış yapan kitabı olarak bilinmektedir. İçinde aşkı daha çok benimseyen ve kalbi besleyen söz, içeriklerle kendini tamamlamayı başarmıştır. Sevginin bileşeni olan kıskançlıkla yoluna devam etmiştir. Sözlerle, duygulara yer bırakılan her sayfa insanın aydınlanmasına büyük ölçüde yardımda bulunmuştur. Sebepsiz konamayan sevginin, olup da kabullenemeyen kişilerin derin duyguları kimi zaman bir deryaya benzer. Dalgalandıkça sudan alev alır, tek bir nefesle yazılır. Kullanılan her kelime içindeki duyguların esiri olmuş durumundadır. Bırak böyle kalsın sevgimiz derken bile insan kendine ne kalacağını bilemeden her türlü hüzne sebebiyet verir ki bu da sevginin bir yolu. Daha fazla uzatmadan okuduğum kitabın isminin nereden geldiğini de dile getirmek istiyorum. Soğuk Kahve kitabının " Seni Sabah Uykum Kadar Çok Seviyorum" alıntısından doğmuştur bu kitap.
Tarık Buğra' nın 477 sayfalık, cepheden sonra kurtuluş savaşının destanını yazan ve cumhuriyet edebiyatı döneminde not tutlan bir romanıdır. 1.dünya savaşından sonra cephede sağ kolunu kaybeden çolak Salih kitabımızın baş kahramanlarındadır. Uzun yalnızlık, kimsesizlik, Akşehirden gelen sessizlik sonrası, kurtuluş savaşının görünümünden sıkça bahsetmektedir. Mehmet Reşit Efendi' nin başka birlikleri savunup milli mücadeleyi hiçe sayması konu edinen en hassas noktadır. Cepheden cepheye askerler yitiren, yarım yamalak beden taşıyıp kendini eksik hisseden insanlardan ibaret bir hayattan söz etmektedir. Çolak Salih' in kolunu kaybederek ikinci göreve verilmesi kendini daha iyi hissetmesine sebep olmuştur. Salih' in bulduğu Mehmet Reşit Efendi ile uzun soluklu konuşması fikir değiştirip Anadolu birliklerini savunmasına neden olmuştur. Mehmet Reşit Efendi' nin " İstanbul' lu hoca" ünvanından sonra "Küçük Ağa" ünvanını alması tanınmasına bir kez daha sebep olmuştur. Salih ve Mehmet Reşit Efendi' nin konuşmasından sonra kurtuluş savaşından büyük zaferle yazılan bir destan olmuştur. Kurtuluş savşının kazanılmasında büyük desteği olan küçük ağa artık anadolu topraklarına hizmet etmektedir. Dikkatinizi çeker mi bilemem ama herkese tavsiye ettiğim bir romandır.
Osman Han küçüklüğünde inatçı, laf zöz dinlemeyen bir karakter olarak kendini korumuştur. Kişiliğinin farkına varmaması adeta aynada yansıma yapamayan bir ışık durumuna gelmiştir. Bir süre geçer hiç değişmeyen, yıllar su gibi damla damla akıp bardağı doldurur. Her zaman sözünü esirgemeyen, kendinden emin, dikkatini sadece aklındakine veren bir karakter olarak tanınmış artık genç bir yetişkin olmuştur. Bir insan karşısındaki bir insanda ancak aklını, karakterini ve düşüncelerinin dikkatini çekebildiğinde önemsemeye başlar. Ede Balı, bilgin olarak görünse de başlarda Osman Han' ın dikkatini pek çekmez. Bir süre sonra her sözünde anlam, her anlamda dikkatini çekecek bir konu bulur. Düşüncelerinde dalgalanır, hata ve davranışları ile göz göze gelir. Osmancık bir süre sonra Ede Balı' nın kızı Maltun Hatun' a aşık olur. Kızını ister fakat Ede Balı vermez çünkü Osmancığın değişmesini bekler. Bir süre sonra kızını Osmancığa emanet eder. Artık Osmancık ölüm döşeğindedir ve bunun uzun zamandır farkındadır. Arkadaşları, eşi bir bir hayatlarına veda ederler. Sonunda sıra Osmancığa gelir. Gözü arkada ölmek istemez, oğlu Orhan' ın Bursayı alması en büyük arzularından biridir. Oğlu Orhan Bursa' yı alır ve babasının son isteği üzderinde kalır, öldükten sonra istediği yere gömülmek... Artık ölüme nefesi sayılacak kadar yaklaşır. Aldığı son nefesi oğlunun galibiyet gururu ile verir. Geride bıraktığı oğlu ve torunu artık hayata en büyük emaneti olarak kalmıştır. Daha fazla kitabı açıklamak hevesinizi kırabilir :)) Düşünceler, istekler, arzular üzerine yazılan Tarık Buğra' nın bu değerli eserini tüm okurlara tavsiye eder huzurlu okumalar dilerim...
Arkadaşlar kitabı açık ve net bir biçimde tanımlamak benim hevesimi kırıyor o yüzden duygularla analiz etmek istiyorum.... 7-8 yaşlarında bir çocuğun kendini yalnız ve mutsuz hissetmesi ile başlayan hayallerin bir eserini ortaya koyuyor. Etrafındaki insanlardan bulamadığı sevgi ve güveni hep hayallerinde arıyor. Öyle sağlam zeminlerde hayaller kuruyor ki gerçekleşme ihtimali olmasa bile peşinden gitmek en büyük arzularından biri haline geliyor. İnsanlarla arkadaşlık edemeyen hatta arkadaşı olmayan minik çocuk isim verdiği kayalarla, dürbünü ile, bir de çantasıyla dertleşir, derdini onlara anlatırdı. Gözlerinden dakikalar sonra kaybolan beyaz gemide hep babasını hayal eder balık adam olup gemiye yetişeceğini düşünür. Belki hayalleri gerçekleşmez ama inandığı hep masalları olmuştur. Kimimiz diğer insanlardan farklı oluruz, hayal gücü, deneyim, zeka gibi konularda kimse onlarla bir düşünemez. Kimilerince bu insanlar küçümsenir ama bir süre sonra küçümsedikleri insanları yakından takip edip resimlerini görür hale gelirler. Hayallerinin peşinden kaç insan gider, ya da gerçeklerle kaç insan yüzleşir? Bu sorunun cevabı yok. Herkes ben yaparım der, ben bilirim der ama söylenen söz yeni konu açılıncaya kadar tutulur. Yalnızlık, düşünmektir. Sessizlik, gözlerinle anlatabildiklerindir. Sevgi, hasret kalmaktır. Hayal kurmak sadece gözlerini kapatmaktır. Bir müzik eşliğimde ruhunu dinlendirmek gibidir umut etmek ya da iki dakika düşüncelerden uzak kalmak. Şimdi duygularınıza ve sezgilerinize bırakıyorum bu kitabı. Anlayan ya da anlamayan olursa burdayım demesi yeterli. Sonuçta kim ne olduğunu aynaya bakmadan bile tahmin edebiliyor. Huzurlu okumalar :))
Psikolojik olarak insanı en iyi şekilde inceleyen ve bir çok insanın şahsi duygular ve görüşleri ile yazılan bir kitaptır. İçinde bulunduğumuz dönemin soruları ile aklımızdaki mantık fikirlerden kaynaklı duygularımızı kullanmamanın büyük etkisi üzerine yanlış davranışlardan doğan bir kişiliği ele alıp ince ve tek taraflı olarak tartışmaya açılmıştır. Bilinçli bir kişiliğin davranışlardan önce hakimiyet olamadığı mantık dışı fikirleri ile yön verilen duygular da psikoljimize oldukça olumsuz etkiler yaratmaktadır. İnsanın kendini gereğinden fazla küçük ya da büyük görmesi zamanını sağlıklı kullanamayan bir bilgeliğin söz konusu bile olamayacağını düşünüyorum. Bilgeliğin tek yolu mantık ve duygulardan ibaret olduğu gibi tek taraflı düşünülen bir felsefi görüşlere sahip olmadığıdır. Aklınızdaki düşüncelerden, kalbinizdeki duygulara kadar kendinizi yargılayıp dahası kendinizi tanımayı vesile eden bu kitabı okumanızı tavsiye eder huzurlu okumalar dilerim.
Uzun soluklarla ara verilmeyen bir aşk hikayesinden bahsediyor ama üzerinde durmayacağım çünkü aşkı maşallah hepiniz biliyorsunuz. Küçüklüğünde cinsel tacize uğrayıp bundan sonraki yıllarının bir kısmını zorlu bir psikolojik hastalıkla sürdüren Emre ilacı evlilikte bulur. Başta ne kadar burun kıvırsa da hatta evleneceği kızın kendinden korkması ve uzak durması maksadı ile yakın temasla üzerine yürüse de ( bu da cinsel taciz oluyor ) eşinden uzak duramaycak hale gelen aslen kendisiydi. Babasının hastalığı ve daha sonra ölümü üzerine Emre' nin hastalığı gün yüzüne çıkar ve ailesi ile ayrılık bir kez daha kapısını çalar. Elif, Emre' nin hastalığının derinine inip ne olduğunu çözmekte karalıdır. Muhteşem bir tasarımcı olan Emre, henüz lise yıllarındayken deli lakabını alır. Herkes Emre' ye deli der ama o bunu ciddi anlamda sinir eder ve garip olan nedir biliyor musunuz ? Delim kelimesi onu mutlu eder. Aradaki fark tek bir kişiye ait hissetmektir kendini. Evlenir çoluk çocuğa karışır derken gizem çözülür.
Tarihin eski dönemlerine iz süren felsefe günümüzdeki yeri herkes aynı söz hakkına sahiptir cümlesiyle farkını korumaktadır. Eski dönemlerde bildiğiniz üzere akla gelen her fikir paylaşılmıyordu ya da insanların kendilerini savunmak gibi bir lüksü yoktu. Kendini savunmaya çalışan her vatandaş acı bir şekilde idam ediliyordu. Şimdiki dönemde fikrimizi belirtmek bir o kadar kolay ama hiç bir etki altında olmadan duru ve sade düşüncelerimizle. İstiklal mahkemelerinden sonra yerini adalet adlı hüküme bırakan idamın en dayanılabilir tarafıydı felsefe. Eski dönemle şimdiki dönem arasındaki en önemli ayraç insanlar ve ruhsal baskıdır. Eski dönemde insanlar sözlerinin sonunun ölüm olacağını bilselerde felsefi düşüncesini dile getirmekten çekinmiyordu; şimdi ne oluyor peki? Kendi düşüncelerimizin felsefi olarak ifade edilmesinin sonunda özgürlük olsa bile buna yeltenmiyoruz. Ruhsal baskı bence daha çok korkuya maruz kalındığında kendini belli eden üzücü bir durum oluyor. Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında? Sizce de tarihdeki olaylar ve insanlar daha özgüvenli değiller miydi? Eskiden olan özgüven kötü amellere kullanılıyordu belki ama elbette ele alınabilen doğru tarafları da vardır. İki duvar hayal edin biri önünüzde, biri arkanızda; birinde bir anlık ucu ölüm olan konuşma, diğeri ömür boyu haksız yere susup yaşamayı renklendiriyor. Hangisini seçerdiniz? Bu, bir ay önce aklıma yazıp ele geçirme fırsatı kolladığım kitabı hangi yoldan anlatsam da beni anlayıp kendilerini sorgulasalar dediğim eser yerini en iyi tarihe adalet felsefesine yazdırmıştır. Benim bu saatten sonra incelemeden anladığım şey okuduklarımın özetini fikirsiz ve felsefesiz dile getirmek yerine sadece çarpıcı sahnesinden girip fikir ve duygularıma yön vermektir. Şimdi dersiniz bazılarınız; bir kitap okuyarak nasıl bu kadar değişip, yazabiliyor, diye ama ben okuduğum kitaplarda psikolojimi inceleyip, kendimi özete değil incelemeye; yani kendime verdim. İnsan kendini değiştiremez ama düşünce, fikir ve karalarını değiştirebilir bu da eşittir olgunluk demektir. Kitaba yeni başladım, okuduktan sonra ve okumadan önce yazdığın incelemede dağlar kadar fark oluyor; bunun en iyi ve yaralı nedeni yaralı olanı değil uygun olanı belirlemek ve yolun sonunu görene kadar adım atmaktır. Başta bir ay önce Konya Karatay Ünüversitesi' nde rol alan felsefe adlı sunuma adımı yazdırmamla başladı. Bu yılın sonunda elde ettiğim başarı belgelerimle kendimi en uygun hedefe oldaklamak olacak. Dört yılımı her ayrı başarı ile zirveye taşıdım. Yolun sonuna yaklaştım ve daha güzeli girebileceğim en iyi ortam başarı ortamı değil, kendini ifade edip kademe kademe yükselen bir ortamda olmam olacak. Bu yaptığım felsefe ve insan adlı sunumdan sonra kendimi alıştırabildiğim en iyi durum oldu, keşfedebildiğim felsefe kitaplarını okumaya başladıktan sonra görmezden gelip farkedemeyen beni ve görmeden atladığım fikirlerimi yazmaya başladığım kitabımda belirttim. Michel de Montaigne, Denemeler kitabından sonra Sofie' nin Dünyası beni tamamen hedefe odakladı. Ailevi ve psikoloji üzerinde yazmaya başladığım ilk kitabımda şimdiki konum felsefe olarak değiştirdim. Son 430 yılın en iyi deneme ve deneyimlerini veren bu iki kitap benim kendimi keşfetmeme yettiyse size neden yetmesin? Önce Montaigne' ni tercih ettim, düşünceleri ve fikirleri okudum daha sonra Sofie' yi tercih ettim bu da konum başlığından sonra kısa bir ders hikayesiydi benim için. İnsan en iyi kendi kendine örnek olur ve yaptıklarıyla alabildiği en iyi tecrübeye sahipti. Üzerinde durmak istedim çünkü biriyle fikirlerinizi köpürtüp diğeriyle duygularınızı durulayacaksınız. Umarım kelimelerim sizi sıkamamıştır ve biliyorum benden daha olgun da düşünebilirsiniz. Kendimde edindiğim bu örnekler kendini keşfedemeyen insanlar için yaralı olabilir belki. İyi okumalar diliyorum.