Cana Tan'ın çoğu kitabındaki gibi bunda da yoğun bir karamsarlık hakim olaylara. İlk kitaplarda etkilese de gittikçe bunaltıcı bir hal almaya başlıyor... http://benherneysemo.blogspot.com/2012/11/canan-tan-ksa-ksa.html
Cana Tan'ın çoğu kitabında karamsarlık hakimdir. Sanırım içlerinde diğerlerine göre nispeten biraz daha olumlu bir sona kavuşanlardan... http://benherneysemo.blogspot.com/2012/11/canan-tan-ksa-ksa.html
Harika ve içe işleyen bir aşk kitabıydı. Hem de tüm yazım yanlışları ve çevimenin kitabı mahvetmeye çalışma çabalarına rağmen... Gelelim bu sorunların bile mahvetmeyi başaramadığı o kitaba... Reklam amaçlı olsa bile Fifty Shades serisiyle karşılaştırılması beni üzdü. Bu kitaptaki o aşkın yanında Fifty Shades'teki sadece tensel bir ilişki kalıyor, üzgünüm... Ki bu kitapta karakterlerimiz sadece bir ilişki yaşıyor, o da kitabın sonunda... Ortak yön ararsak sadece uysal ve saf kızımız; zengin, yakışıklı, kibirli ama geçmişinden büyük bir yara taşıyan oğlumuz. Tek ortak nokta sanırım bu, ve bu ortaklığa uyan onlarca kitap sayılabilir... Gabriel'e kitap başında çok kızdım. Tam bir ZÜPPEydi çünkü. Marka merakı olan, sürekli kendini öven, ki bunu karşıdakini yerin dibine sokarak yapan bir züppe hem de. Ama olaylar çözüldükçe, Gabriel'in aslında nasıl bir 'Cehennem'de yaşadığını anlıyorsunuz... Birbirlerini eskiden tanıma olayları da kitabın duygu yükünü ve romantizmini arttıran harika bir ayrıntı. Ve Julia... Saf görünen kızımız da aslında Gabriel'den aşağı kalır bir cehennemden çıkmış değil. Gabriel geçmişten beri kendisini sürgün ettiği cehennemde Julia'nın yardımıyla bağışlanma arayacak. Julia ise o gerizekalı Simon'la yaşadıklarına rağmen gerçek aşkı yeniden bulacak ve kendini sevmeyi yeniden öğrenecek. Geçmişin hayaletleri ve şeytanlarıyla yüzleşemeden bir araya gelemeyecekler... Julia'nın dua ettiği enteresan tanrılar da gülümseten kısımlardandı. Örnek: "Ah, köpeklerin yaşayamayacağı pahalı dairelerin tanrıları, ne olur, beni rahat bıraksın..." Kitaptaki Dante&Beatrice aşkına atıf ise kitabın edebi değerini arttıran bir özellik, benim de keyif aldığım bir yandı. Ah, Gabriel'in o sözü: 'Yarın cennetten kovuluyorum, Beatrice. Tek umudumuz, daha sonra senin beni bulman. Beni cehennemde ara.' Son sözüm: Her şeye rağmen yine de tavsiye edilir, hem de nasıl...
orijinal adıyla When Harry Met Sally filmine ufak bir selam yollamış When Harry Met Molly'yi bir solukta okudum... :) Konusu gerçekten bir Historical Romance'e göre uçtu ve değişikti diyebilirim. Değişik bir eğlence anlayışı olan Prens Regrent evlilikten köşe bucak kaçan 5 erkeği Ulaşılmaz Bekarlar ilan eder ve onları bir müsabakaya sokar. Erkekler ve metresleri bir eve doluşacak, belli yarışmalar ve kurallar çerçevesinde en iyi metresi seçeceklerdir. Kazanan 1 yıl evlenmeme hakkı kazanır, kaybeden ise kulübün seçeceği biriyle evlenecektir. Harry pek yaralı bir tip değil Historicallarda alışık olduğumuzun aksine. Çok eğlenceli, evlilikten ölümüne kaçan bir hovarda... Diğer yandan ise kitap kurdu, Jane Austen kitaplarını hatmetmiş, babasının işleri nedeniyle ve 13 yaşındayken Noel Balosundaki büyük suçu! nedeniyle şehirden uzakta kalmış, evde kalmanın eşiğindeki Molly ne yapabilirdi ki? Babasının yokluğunda onun yardımcısı Cedric'i kaçmaya ikna etti. Cedric'ten hoşlanmıyordu aslında. Büyük suça gelince Molly'nin 13 yaşında Noel balosunda okuduğu şiir hem Harry'nin hem de Molly'nin hayatını mahvetmiştir. Harry'nin abisi ile Molly'nin ablası evlidir bu arada. O şiir benim kahkaha attığım kısımdı :) Harry'nin metresi Fiona ile Cedric kaçınca birbirlerinden nefret eden Harry ve Molly kalırlar baş başa... Metressiz kalan Harry ve uygunsuz bir handa tek kalan Molly anlaşırlar ve Molly Harry'nin metresi rolünü kabul eder... Handa tek başına kalmanın iffetsiz olduğunu düşünen Molly metres rolü oynamayı ne sanıyordu acaba? Bir hafta metreslerle ve erkeklerle dolu bir evde bizim tebrücesiz ve flörtten anlamayan kızımız Molly ne yapar? Herhalde onu okuduğu kitaplardan falan bahsederken hayal edebilirsiniz :) Peki ben evin etrafında çırılçıplak koştuğunu söylesem? :) Kitapta çok sevdiğim bir diğer yan ise Molly'nin birbirlerini rakip gören, birbirlerinden nefret eden metreslerin arasındaki arkadaşlığı oluşturması ve görünenin altındaki sorunlarını ortaya çıkarması ve onları örgütleyebilmesiydi. Parayla tutulan bu kadınlar hayatlarının kontrolünü ele alabilecekler mi? İşte bu benim kitapta merakla ve severek okuduğum kısım... Konusu oldukça değişik, anlatımı çok ama çok eğlenceli bir kitaptı... Bir yanda yarışma diğer yanda hayatı boyunca birbirinden nefret eden çiftimizin birbirlerini keşfetme yolculukları. Ve verilen diğer mesajlar. Çok severek ve eğlenerek okudum...
fazlaca takıntılı, artık yaşı da geçmeye başlamış ve Doug'la uzun bir ilişki yaşamış Sophie terk edilince ne yapabilirdi ki? Kabullenmektense erkeğini tekrar kazanmaya karar verdi... Çünkü kendi sözleriyle de yazarsak yaşı biraz daha geçerse kendiyle ilgili yazdığı senaryo şuydu: "Geçen gece Jane'e bebek baktım. İşte o zaman kafama dank etti. Benim geleceğim bu. Eğer şansım varsa o ve Jeremy garajlarının üstündeki odaya taşınmama izin verecekler, ben de garip Sophie teyze olacağım. Jane tatillerde çocuklarını beni yanaktan öpmeye zorlayacak. Tuhaf koktuğumdan şikayet edecekler. Cırtlak, korkunç bir kahkaha edineceğim, toplumdan uzak tutulanların kahkahasından. Çürüyen bir Muppet gibi, o fazla arkadaşça davranan, kız kurusu, tuhaf yaşlı kadınlardan biri olacağım. Sadece özel durumlarda garajdan çıkmama izin verecekler. " Kızımız öncelikle ufak planlarla başlar, çamaşırcıda Doug'un çoraplarının eşlerini almak gibi... Ancak çamaşırhaneye son gidişinde Doug'u göğüsleri kendinden yarım metre önden giden Melanie'yle görür... Anlar ki bu iş bu kadar ufak olaylarla kapanmayacaktır... Bu arada çalıştığı ufak kitapçı/araştırmacı dükkanda paranormal olayların kanıtlarını arayan, psişiklerin numaralarını söndürüveren Nick'le tanışır. Nick, kendini beğenmiş Doug yanında oldukça sönük kalan, sıradan biridir ama en azından dürüst bir erkektir. Kızımız bu görüşmelerde Melanie'yi nasıl Doug'dan uzak tutacağını anlar. Melanie falcılara inanmaktadır ve kızımız Nick'in yardımıyla en yakın zamanda olacak falcılar fuarına hazırlanır ve bir kündeye getirip Melanie'ye fal bakar. Bu arada mecburen Melanie'nin arkadaşına da fal bakar. Ona baktığı fal çıkınca kendini radyo programlarında bulur... Ünlü bir falcı olan Sophie, buna kesinlikle karşı çıkan ve kendini bu alanda eğiten Nick'e karşı nasıl davranacağını mı bilemesin, Doug'un sürekli kendini Melanie'yle tanıştırma isteklerini nasıl geri çevirsin? Böylece kızımız açmazlar içine girer... Bu arada kitapta geçen: "En azından bana Aşk Hüngürdeğim demiyor ya." ifadesine çok gülmüştüm. Çevirmenin bu kelimeyi nasıl bir kelimeden çevirdiğini de merak ediyorum :) Böyle bir hitap ayrılık sebebi olacak cinsten :) Sonrasını spoiler içermesin diye vermiyorum? Bakalım kızımız erkeğini kazanabilecek mi? Son sözü de falcılıkla ilgili Sophie'nin basın konuşması(!)ndan alıyorum:) "Bir çocuğunuz medyumluk kariyerim olduğunu biliyor, geleceği önceden görme falan filan. Oysa geleceği bilmeniz gerekmiyor. Üstünüze düşen tek şey, sizi gitmek istediğiniz yöne ve birlikte olmak istediğiniz insanlarla götüren seçimi yapmak..." Kitaba gelince, konu olarak güzel olsa da malesef ben Eileen ablamızın üslubunu pek beğenmedim. Evet ortada azıcık saf, olaylara en azından bize esprili gelecek şekilde yaklaşan bir karakter var. Ama yazarın kalemini zorlama buldum çünkü her satırda illa Sophie komik bir şey söylemeli veya komik bir şey yapmalı ittirmesi vardı. Bu da hem okuyuşumu yavaşlattı, akmadı kitap; hem de sıktı beni, kitaptan soğuttu...
Ana tema olarak töre cinayetini ele alan bir kitap gibi görünse de bence her türlü soruna inceden değinmiş, güzelce işlenmiş bir kitaptı... Yine bir Zülfü Livaneli harikasıydı... Kitapta insanlara din istismarında bulunan şeyh(!)lerden aile planlamasına, aile içi şiddetten göç ve gecekondulaşmaya, Alevilikten ölüm oruçlarına kadar çok geniş bir yelpazede ele alınmıştı olaylar. Çok güzel yedirilmişti bu meseleler kitaba. Olayların doğal akışı içerisinde çok güzel verilmişti mesajlar çocukların televizyonla ilişkisine kadar... "Hadi bir sosyal mesaj vereyim." şeklinde zorlama değildi. Yine bambaşka kültürlerden, bambaşka yaşamlardan, bir arada düşünemeyeceğimiz insanlar bir araya geldi ve birbirlerinin "zehrini" aldılar. Zülfü Livaneli kitaplarının ana teması bu kitapta İrfan'ın annesinin dediği gibi :"İnsan insanın zehrini alır." sözüdür... Belki yazar sonunda herkesin kendi özgürlüğünü ele alması gibi bir mesaj vermek istese de sonunu sevemedim... Filmdeki sonu tercih ederim. Yine de kesinlikle okunması gerekenlerden, okunası... http://benherneysemo.blogspot.com/2012/10/mutluluk-zulfu-livaneli.html
Sherlock ile John'un tanışma hikayesi ve ilk maceraları :) Yine süperdi tabi ki :) http://benherneysemo.blogspot.com/2012/08/sherlock-holmes-kzl-sorusturma.html