http://illekitap.blogspot.com.tr/2016/11/margaret-peterson-haddix-surgun.html 2,5 stars ~~~*~~~ "İnsan yaşamının amacı, başkalarına hizmet ve yardım etme isteği göstermek, merhamet duymaktır." ~~~*~~~ Yorumuma Fredkent'in kuruluş ilkelerinden biriyle başlamak istedim :) Go Kitap yine ilginç bir kitap bulmuş ve bunu okurlarıyla paylaşmış =) Margaret Peterson Maddix'in gençlik dizisi kitaplarından birkaç tanesine denk gelmiş ve bana fazla çocuksu geldiği için hiç okumamıştım. Go Kitap'ın da genç yetişkin romanları çıkardığı göz önüne alınırsa bu kitabın güzel olacağını düşünerek başladım. Ancak açık yüreklilikle şunu söyleyebilirim kitap, kesinlikle sabırla okunması gereken bir kitap. Çünkü başlarda monoton ilerleyen günlük hayatı anlatan kurgusu okurken sıkıyor ve içinizi bayıyor. Ancak sonlara doğru ilginçleşmeye başlayarak merak uyandıran bir moda geçiyor. Tam o modda okumaya başlıyorsunuz ki... puf! K itap bitti. Devamı çıkmış olsa hemen alıp okunsa o zaman daha iyi olabilirdi ancak şöyle bir durum var ki serinin 2. kitabı henüz yurt dışında da yayınlanmadı. Ne yaptın Go Kitap? :) Böyle biten bir kitap nasıl beklenir ki :) Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse, küçük yaşta - henüz bebekken- ailelerinden alınarak uzaklaştırılan çocuklar ailelerinin yanına dönmek zorunda kalıyorlar. Yetiştirildikleri yerde mutluluk, sakinlik, saygı ve sevgi üzerine kurulu olan hayatları normal dünya hayatı için fazlasıyla sakin ve buradaki hayat onlara fazla şiddet ve nefret içerikli geliyor. Buradaki hayata gerçek ebeveynlerine alışmaya çalışırlarken aynı zamanda Dünya'da olan olayları ve olayların altındaki sırları çözmeye başlıyorlar ve hayatları tehlikeye giriyor. Sırlar kendini göstermeye kitap ilginçleşmeye başladığı noktada ise kitap bitiyor. Açıkçası başlarda sıkıldığım ve bitmesi için gözüne baktığım bir kitaptı ama sonlara doğru olan kurgu döngüsü ise ilgimi çekti. Diyorum ya 2. kitap çıkmış olsaydı kesinlikle okurdum. Kitabı ise tavsiye eder miyim? Aslında sabırlı bir okur iseniz ve sonuna kadar okumayı ve daha sonrasında 2. kitabı beklerken meraklanmayacağınızı düşünüyorsanız okuyun. Yoksa 2. kitap çıksın sonra okuyun derim ben. Ama dediğim gibi serinin ilk kitabı ve birçok şeyi anlatması ve değişiklikleri görmek için bize normal gelen şeyler ve günlük hayat rütinlerini kitapta görmek sıkıcı geldiğini inkar edemem. 2. kitabın çıkmasını bekliyorum çünkü neler olacağını merak ediyorum. Bunların Dünya'nın başına daha da önemlisi bu çocukların başına neden geldiğini merak ediyorum. Kitabı okuyup okumama konusunu da sizlere bırakıyorum.
http://illekitap.blogspot.com.tr/2016/11/dilek-taygun-gelinim.html Nötr olduğumdan ortalama bir değer veriyorum... Dilek Taygun'un daha önceden Kır Papatyası adında bir kitabını okumuş ve beğenmiştim. Çok fazla bir beklenti olmadan okuduğunda okura iyi vakit geçirten ve gülümseten sıcacık bir hikayesi vardı. Bu kitaba başlamadan önce yazarın kalemini bildiğim için daha bilinçli bir şekilde başladım kitaba ama ne yazık ki ilk kitabından bir tık daha aşağıda gibi geldi bana. Öncelikle sevmediğim ve eksik bulduğum kısımlardan bahsetmek istiyorum. Sonrasında ise sevdiğim kısımlardan bahsedeceğim. :) Kitapta imla hataları çok vardı ve özellikle ilk 100 sayfada neredeyse rahatsız edici derecedeydi diyebilirim. Bazı kelimeler tekrarlanmıştı ve bu durum pek iyi gelmedi bir okur gözünde bana. Kitapta karakter geçişleri vardı artık bunu bir çok yazar yapıyor her ne kadar sevmesem de alıştım bu duruma sanırım yadırgamıyorum artık ama bunda bir Funda tarafından anlatılıyor sonra bir bakıyorsun Doğan tarafından anlatıma geçiyor sonra bir bakmışsın ki direk üçüncü kişi tarafından anlatım yapılmış. Bunu bölüm bölüm yapsaydı yazar daha iyi olabilirdi bu şekilde o rayı oturtana kadar çok kopukluk hissediyorsun ne yazık ki. Funda, Doğan'a karşı duyduğu öfke ve nefretin birden Gaziantep yolculuğu sonrasında değişmesi... bana bu yumuşamanın çok çabuk olduğunu hissettirdi. Birden bir sihir olmuş bu gezi ikisinin arasını düzeltme dokunuşu yapmış gibiydi. Hani ne bileyim onun sinyalleri verilseydi, orada birden yumuşama değildi yavaş yavaş olsaydı daha iyi hissettirirdi beni diye düşünüyorum. Eleştirebileceğim kısımlar sadece ve sadece bu kadar. Sevdiğim kısımlara gelirsek... Doğan'ın Funda'ya karşı olan duygularını kabullendikten sonra ona karşı olan tutumu açıkçası çok güzeldi. Evet, seven adam böyle yapar... onu ister... yanında olsun ister... gitmesin ister... bunları Doğan'da görmek çok hoştu. Behiye ile olanlar ise... başta kızsam da sonradan Behiye'nin güçlü duruşu açıkçası takdir ettim. İşte kadın dediğin... dedim :) Umarım Enes ile aralarında bir şeyler olur diye düşünmedim desem yalan olur. :) Ömer... en çok onu merak ettim. Onun düğününe ve eşine dokunuşlar yapmış bir sonraki kitabı için hazırlık yapmış yazar :D açıkçası merak ediyorum Ömer'in hikayesini ve yazarın bir kitabına daha şans verme taraftarıyım. Bu arada unuttum kısaca size kitabın konusunu anlatayım. Funda, asi ele avuca sığmayan babasına ve annesine öfkeli Doğan'dan elinden aldığını düşündüğü şeyler için nefret eden bir kız. Funda'nın babası kızını zorla Doğan ile evlendirir. Birbirinden nefret eden iki insan gibi düşünülse de Doğan, Funda'ya karşı içinde barındırdığı hisler gün yüzüne çıkınca Funda'yı evliliklerinin gerçekliğine alıştırması ve gerçek bir evlilik yaşayarak mutlu olması için savaşmaya karar verir. Savaş deyince öyle bağırışlar çağırışlar falan diye düşünmeyin... sevgisini göstererek, sabırlı olarak ve daha da önemlisi Funda'ya değer vererek savaşır. Funda'nın inatçı kişiliği ve Doğan'a olan nefretiyle hayatlarını yoluna sokup sokamayacaklarının hikayesi Gelinim. Ahh... bu arada demeden geçemeyeceğim... şu Doğan elini kestikten sonra eve geliyor ya, sonra dinleniyor falan... Funda mutfaktayken mutfağa giriyor... o sayfayı üç kere okudum... daha doğrusu o üç sayfayı... çok güzeldi o kısımlar be :D Neyse... sevmediğim kısımlar vardı sevdiğim kısımlar da vardı. Bu yüzden kitaba karşı kötü bir yorum yapmak istemiyorum. Tercihi size bırakıyorum. Ama okumak isterseniz de... çok büyük beklentilere girerek okumayın diyebilirim.
http://illekitap.blogspot.com.tr/2016/11/jennifer-l-armentrout-bodyguard-gamble.html Ahh.... Bir Jennifer L. Armentrout serisi daha bitirmiş olmanın hazzı ile yazıyorum bu yorum :) Tamam kabul, henüz okuduğum kitapları var ama en azından bir üçlemeyi daha bitirdim. Gamble Kardeşler serisinin son kitabı ve bence... en güzeli bitti. Neden en güzeli biliyor musunuz? Çünkü Chandler bambaşka bir adamdı. Ne istediğini bile ve bir şey istedi mi onu alan bir adam! Bendenizin böyle adamlar zaafı var :) Yazarın kalemini seviyorum,kurgu yeteneğini seviyorum ve nasıl oluyor bilmiyorum ama yazarın oluşturduğu karakterleri de çook seviyorum. Her zaman bizi kendine hayran bıraktıracak karakterler yazmayı başarıyor bu kadın. Gamble Kardeşler'den en büyüğü Chandler'ın hikayesi diğer kardeşlerinkinden çok daha iyiydi. Çünkü karşımızda kararlı, duygularının farkında olan ve aşkı inkar etmeyen bir adam vardı. Ahh... adamım kalbimi çaldın ya sen :) Kitap, ikinci kitap Oyuncu'dan tanıdığımız Bayan Gore'un Chandler Gamble'dan yardım istemesiyle başlıyor. İlk gördüğünde etkilendiği kadın kendinden yardım isteyince başta önemsemese de olayların gidişatından sonra ortada önemli bir unsur olduğunu fark edince Bayan Gore'a yardım etmeye karar veren Chandler,genç kadından etkilendiğini ondan hoşlandığını kabul ederek genç kadına yanaşıyor. Aralarında aşk alevlenirken, Bayan Gore'un en büyük sıkıntısını da ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Üç kardeşi bir arada okumak kadar eğlenceli bir şey olamaz. Diğer kitaplardan daha çok bu kitapta üç kardeşi beraber gördük ve hepsini çfit olarak görmek çok güzeldi. Bazı satırları yüzümden silinmeyen gülümseme ile okuduğumu itiraf etmeliyim :) Neyse sadece kitap kısacık bir şeydi, bitmeseydi de doyasıya okusaydım dedim. Ben çok beğendim size de tavsiye ederim okuyun arkadaşlar. :)
http://illekitap.blogspot.com.tr/2016/11/jennifer-l-armentrout-oyuncu-gamble.html Gamble Brothers Serisi'ne devam ediyoruz. İlk kitap Sağdıç'ı okumuştum ve ikinci kitabı üçüncü kitap çıkmadan okumak istemiyordum ki seriyi bir çırpıda tadına vararak okuyayım malum kitaplar çok ince en azından biraz daha tadını çıkarabilirim dedim :) Ve serinin son kitabına başlayacağım. Oyuncu bitti :) Jennifer L. Armentrout kalemini sevdiğimi anlamışsınızdır. Bunu kadının her kitabının yorumunda ifade ediyorum çünkü gerçekten seviyor ve çıkardığı her kitabı mutlaka alıyorum. Mesela şuanda sadece 2 kitabı yok elimde ki onları da kısa sürede alacağım :) Her neyse, yazarın bu seriyi üç kardeşi konu alırken her kardeşin hikayesi olan kitaplarda incecik bir çırpıda biten film gibi kitaplar. Hani bir film 2 saat oluyor ya ortalama olarak bu serinin kitapları da ortalama olarak 200 küsür sayfa ve çok sevdiğiniz bir filmi izlerken nasıl bittiğini anlamazsınız ya aynı bu kitabı okurken de nasıl bittiğini anlamıyorsunuz. had Gamble, ünlü bir beyzbol oyuncusu ve ortanda kardeş. Sağdıç kitabından tanıdığımız Chase'in ağabeyi Chad... Bir gün bir barda Bridget adında bir kadınla tanışıyor. Halkın Chad'in yanında görmeye alışık olduğu kızlarla kıyaslanamayacak kadar sıradan senin benim gibi bir kız. Aralarında oluşan çekime karşı Bridget arkasını dönüp gidiyor. Chad, Bridget'a kafayı takıp onu istediğini karar verir ancak aralarında bir sıkıntı vardır. Chad'in kızlarla partilerle olan kötü ünü ve kulübünün ya bu ünden ya da kulüpten vazgeçmesi konusundaki şartı... Chad çıkmazdayken Bridget ona yardım etmek zorunda kalır ve işte asıl mesele o anda başlar. Aşk... alev alır! :) Pek ifade edemedim konusunu ama öyle işte :D Chad'i Chase'den daha çok sevdim ve aldığım duyumlara göre de Chandler'ı onlardan da çok seveceğim yönünde. Serinin her kitabı bir öncekinden daha iyiydi bunu inkar edemem. Sağdıç'ın karakterlerini bu kitapta görmek çok güzeldi. Üç kardeşi yan yana görmek ise paha biçilemezdi :) Kısacık olan bir kitaba kısacık olan bir yorum diyerek elime Bodyguard'ı alıp seriye devam ediyorum. Chandler beni bekler şimdi :)
http://illekitap.blogspot.com.tr/2016/11/buse-gumus-duslerimin-prensi-2-cilt.html İlk kitabı bitirdikten ve o kitabın çok fena olan sonundan sonra ikinci kitaba başlamak farz olmuştu zaten. En azından Mert'in durumu hakkında bilgi sahibi oldum bir sıkıntı yok panik yapmaya da gerek yok millet ;) Buse Gümüş'üm kalemi bu kitapta da aynı şekilde devam ediyor. Sakin, sadece ve yormayan şekilde. Mert'in gereksiz kıskançlıkları Rüya ile birbirlerine attıkları tripleri aslında biraz da çocukça bulduğumu itiraf etmeliydim. Atraksiyon yoktu kitapta, ilk kitaptan sonra hatta ilk kitabın sonundan sonra bu kitaba dair beklentim daha farklıydı. Bir ekşın ya da bir olay falan ne bileyim heyecan yaratacak şeyler bekledim ama onu ne yazık ki bulamadım. Bana biraz olmasa da olurdu bu kitap diye düşündürttü. Buse'yi tanıyorum ve kalbi kırılsın istemem sonuçta bu kitap için emeği var ama yine de düşüncelerimi - bir okur olarak- söylemek istedim. İlk kitapta dağ evinde olanlardan sonra kitap bitebilirdi mutlu sona bağlanabilinirdi ya da hadi ilk kitabın o sonundan sonra bu kurguya heyecanlı hastane odası beklemeleri ya da benzer şeyler falan yazılabilir en azından biraz hareket olabilirdi kitaba. Aynı monotonlukta gitti ve bu bir yerde sıktı. Çok fazla seni seviyorumlar havada dolaştı ve itiraf ediyorum Mert ve Rüya fazla vıcık vıcık tarzında bir çift oldu :( Gizem ve Rüzgar'ı okumak çok güzeldi. Onların ilişkilerini çok sevdim daha da önemlisi sondaki havaalanı sahnesi çok güzeldi :) o tür sahneleri seviyorum... "gitme" kelimesinin ardına saklanan milyonlarca kelimenin anlamını... Bu kitaba dair yorumumu çok uzatmayacağım sonuçta düşüncemi söyledim. Olmasa da olurdu diyeceğim bir ikinci kitap oldu. Şu hikaye tek kitapta daha etkili olabilirdi belki bilemiyorum. Dediğim gibi yorulmadan sakin okunacak bir kitap çok fazla bir beklentiniz olmaz ise beğenibilirsiniz de... Okuma kısmındaki tercihi ise tamamen size bırakıyorum.
http://illekitap.blogspot.com.tr/2016/11/buse-gumus-duslerimin-prensi-1-cilt.html Neredeyse bir asırdır bende olan kitap Düşlerimin Prensi’ne başladım ve bitirdim. Bir asır derken şaka yapmıyorum, geçen sene Tüyap’tan almıştım bu sene Tüyap başlıyor bir hafta sonra… bir asır olmuş :) Buse Gümüş, ilk kitabını yayınlayan Türk yazarlarımızdan biri. Normalde bilmediğim etmediğim yazarların kitaplarını okumam ama Türk yazar olunca da şans vermek geliyor içimden ve Buse’ye bir şans verdim. Sade, yormayan bir kalemi var. İlk kitabı dolayısıyla çok fazla bir beklentiye girmedim ki zaman zaman acemiliğini kitabında belli etti bence. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Rüya üniversiteyi kazanmış kendine öz güveni olmayan dış görünüşü yüzünden dışlanan bir genç kız. Fazla kiloları onun çevresi tarafından dışlanmasına neden olacağını düşünen ama uzun süreli diyette yapamayan bir kız (diyet konusunda aynı ben ;)) Neyse, Rüya bir gün derse yetişme çabası içerisindeyken önünden geçeceği sınıftan çıkan Mert’e ilk görüşte aşık olur. Mert ise Rüya’nın tam tersi, uzun boylu yakışıklı bir genç adamdır. Kızların salya akıttıkları ve hayran oldukları, onunla çıkmak için çırpındıkları bir adam. Rüya’nın arkadaş grubu aynı zamanda Mert’i de tanıyan ve arkadaşlık eden grup olunca Rüya ve Mert aynı ortamlarda bulunmak zorunda kalıyorlar. Rüya’nın Mert’e olan duyguları sebebiyle uzak durma çabaları Mert’in dikkatini ve ilgisini çekerken onun bu kişiliği Mert’in merakını uyandırıp arkadaş olmak istemesine neden oluyor. Sonrasında ise zaten olaylar başlıyor. Mert, Rüya’nın maruz kaldığı aşağılanma sonucunda ona yardım ediyor zayıflamasını sağlıyor falan derken ikili arasında ilk kıvılcım çakıyor ve kıskançlık krizleri, sahiplenmeler, çekememezlikler ve entrikalarla dolu olan bir kurgu halini alıyor hikayeleri. Bir yanda klasik şişman kız zengin ve yakışıklı adam hikayesinden güzel ve zayıf kız ama hala zengin ve yakışıklı adam hikayesine geçiş yapıyor. Arada eğlenceli atışmalar, çok güzel arkadaşlıklarda okuyoruz. Hele bu bloggerın bayıldığı şey ise… kitabın İstanbul Üniversite’sini yazması. Biliyor muşunu bilmiyorum ama ben de koca dört yılımı İstanbul Üniversitesi’nde geçirmiş bir öğrenciydim ve bu kitap bana kendi öğrencilik dönemlerimi hatırlattı. Arkadaşlarla kantin sıralarında geçirdiğimiz eğlenceli vakitler, gelen yakışıklıları kesmelerimiz (itiraf ediyorum kesiyorduk :)) , okulun bahçesinde yeşillliklerde oturmalarımız ve bizim şanslı tarafımız ben AvKampüs’teydim yani Avcılar Kampüsü’nde orada gölde vardı. Göl kenarındaki ormanlık alanda geçirdiğimiz vakitler… Bütün bunları bana anımsatan bir kitap oldu ve sırf bu yüzden bile sevebilirdim bu kitabı. Baya geçmişe gidip öğrenciliğimi nasıl da özlediğimi anımsadım. Bana bu güzel anları hatırlattığın için teşekkürler sevgili Buse ;) Neyse kendimden çok bahsettim kitaba dönelim ;) ama bunları kitapta görmek çok güzeldi tekrardan söylemek istiyorum. Gökhan, Figen, Gizem ve Rüzgar’ın arkadaşlıkları aralarındaki eğlenceli vakitleri severek okudum. Mert ve Rüya’nın sevgi pıtırcığı halleri biraz… fazla geldi çok fazla seni seviyorum modları oldu aralarında… birbirlerine karşı duygularını dile getirdiklerinde ve bir de çok fazla inatlaştılar bence :) Kitabın tek kitap olarak kalmasını tercih ederdim diye düşünüyorum. Mert ve Rüya birbirlerine duygularını söyleyip de her şey tatlıya bağlandığında bitebilirdi, hatta bir bölüm yapıp evli mutlu çocuklu moduna da giriş yapılabilinirdi, bu kurguda ikinci kitap… fazla mı gelir bilemiyorum. İkinci kitaba başlıyorum şimdi. Onu da artık o kitabın yorumda konuşuruz. Çok fazla beklentiniz olmasın, keyifli vakit geçireceğiniz sizi yormayacak bir kitap. Buse’nin acemiliği dediğim gibi kalemine yansımız belki diğer kitapları daha iyi olur bilemiyorum. Beklentinizi yüksek tutmayın, tamamen keyifli vakit geçirmek için okuyun. Okumaya karar verdiğiniz de kesinlikle ikinci kitabı da elinizde bulundurun çünkü ilk kitap çok fena bitiyor merak edebilirsiniz devamını.
http://illekitap.blogspot.com.tr/2016/11/selvi-atc-kalbim-sende-kalms-kayp-sehir.html Kayıp Şehir Serisi sona erdi! Bitmeseydi iyiydi... Ne bileyim seriyi uzatmak için çocuklarının da hikayelerini yazılabilirdi. Deryal, Adem ve Ömer'i sevdiğim için onların çocuklarını da ayrı bir sevdim dolayısıyla okumakta ayrı bir zevk oldu benim için :) Selvi Atıcı'nın kalemini sevdiğimi biliyorsunuz, çıkan her kitabını okuduğum düşünülürse ve Sen kitabının da yeni basımını yakında tekrardan okuyacağımı da düşünsek... kadın sen yaz ben okuyayım diyesim geliyor :) Neyse, kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse, Kimliksiz'den tanıdığımız Adem'in oğlu Ali (aynı zamanda kendisi Gitme kitabında fazlasıyla boy gösterim benim aşırı derecede ilgimi kazanmış oluyor) Pinokyo'nun Rüyası kitabından tanıdığımız Ömer'in kızı Arya ile küçüklüklerinden beri arkadaş olmalarının yanında Ali, küçücük yaşlar henüz kalbini Arya'ya kaptırmış ve onun büyüyüp genç bir kadın oluşunu ve kalbini çalma zamanının gelmesini beklemeye başlamıştır. Ancak Arya bir gün Ali'nin karşısına sevgilisi pardon evlenmeyi planladığı adamla çıkınca Ali'de ipler kopma noktasına geliyor. Kendince planlar yapıp onları ayırıp Arya'nın kalbini çalmaya çalışırken aslında hiç de tahmin edemeyecekleri bir döngünün içerisinde buluyorlar kendilerini. Bir yandan kalbinin sahibi kadını yaşatmaya çalışan Ali, bir yanda sevdiği adamın hayata kalması için çırpınan Arya ve çocuklarının hayatlarından endişe duyan Ömer ve Adem'in bu döngü içerisindeki soluksuz hayatta kalma çabasını okuyoruz. Yine Selvi Atıcı ve yine aşkın içerisine kusursuzca harmanlanmış gerilim ve polisiye... Selvi Atıcı'nın kaleminde bunu seviyorum. Sıradan bir aşk hikayesi yerine içerisine harmanladığı adrenalin yüklü olaylar silsilesi kitabı nefessiz okunmasına sebebiyet veriyor. İtiraf edeyim kitabın neredeyse son 100 sayfasının nasıl bittiğini anlamadım. Sabahladım elimden bırakamadım diyebilirim. Ali'nin Arya'ya olan aşkı o kadar kusursuzdu ki Ali'ye bir kez daha hayran oldum. Gitme kitabında kalbimi çalan Ali bu kitapta kalbimin tek sahibi oldu diyebilirim. O eğlenceli, enerji dolu, kendini beğenmiş egosu tavanda olan Ali... adam nasıl bir şeysin sen ya :) Ömer ve Adem'in atışmaları daha da önemlisi dünür muhabbetleri çok eğlenceliydi. Ömer'in tipik kız babası olarak verdiği tepkilerde biraz babamın vereceği tepkiler olarak görsem de Adem'in tavırlarıyla kahkaha attım diyebilirim. Mirza'yı ve Hayat'ı evli mutlu çocuklu okumak süperdi. Onları bu hikayede bu kadar mutlu göreceğimi düşünmemiştim ama okumak inanılmaz zevkliydi. Hele ki Mirza'nın Hayat'ın üzerine titreyen halleri, Ali'den bile kıskanması... çok eğlendim ki ben Ali - Mirza - Hayat üçlüsünün beraber yaptığı her sohbette. :) Bir de tabi ki beni asıl eğlendiren Ali ve Arya aşklarını yaşamaya başladıklarında Adem ve Ömer ikilisi arasındaki sohbetlerdi. Adem... adamım... sen... kelimelerle ifade edilemez bir şeysin ve harbiden tam da Ali'nin babasısın yani :D Nikah günü Selin'le olanlarla kahkaha attım yeminle. Hep Selin'inden şüphelenmiştim mesaj olayında ama beni bu konuda Selvi Hanım öyle bir şaşırttı ki cidden değilmiş dedim. Okuduğum kitaplarda şaşırmayı severim ve bunu Selvi Atıcı çok iyi başarıyor. Micheal'ın sonuna üzüldüm diyebilirim. Ha, tamam iyi bir karakter değildi belki ama yine de Ali'ye yardım etme çabası ve öldürmek istememesi benim için yeterliydi. Ama tabi ait olduğu dünya ne yazık ki hata kabul etmiyordu. Daniel'a ise oh olsun! Keşke bizimkilerden biri öldürüp üstünü kapatsalardı. Çok mu acımasız oldum ne? :) Son bölümlerde Ali'nin yaşadıkları... nefesimi tutarak okumama neden oldu. Arya ve Ali öyle büyük bir sınav verdikler ki.. sonunda da mutluluklarını sonuna kadar yaşama hakkını kazandılar. Çok konuştum sanırım ve sussam iyi olacak çünkü sanırım azıcık uzundan spoiler vermeye başlıyorum. Ama şunu söylemezsem içimde tutarım. Konvoy... konvoy... konvoy... kahkaha attım ya resmen ya :D Ali ve Adem çok fenasınız siz :D Kitaba bayıldım. Beğendim. Tavsiye ederim. Aslında serinin hepsini okuyun bence siz :D Bir de kitapta Demir'i okuyacaksınız kim bu Demir demeyin ya da diyorsanız "Sen" kitabını alıp okuyun :D Neyse ben kaçtım ve kitabı hatta seriyi bir kez daha şiddetle tavsiye ediyorum. Ben çok beğendim tam da Ali'ye yakışan bir kitaptı. Nasıl bir aşktı ki o... okumak bile hissettirdi. Bu arada kapak tasarımı muhteşem olmuş. Ön tarafta erkek arka tarafta kadın figürü süper bir şey olmuş. Kapak bence oldukça iyiydi :)