demian,
hande altaylı isimli yazarın açıklamasını düzenledi
eski halini göster |
yeni halini göster |
değişimi göster
1971 yılında Edremit’te doğdu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi okudu. Çeşitli ajanslarda reklam yazarlığı yaptı ve şarkı sözleri yazdı. İlk romanı Aşka Şeytan Karışır, 2006 yılında yayınlandı ve o yılın en çok satan kitaplar arasında yer aldi. İkinci romanı Maraz, 2009 yılında okuyucuyla buluştu. Üçüncü romanı Kahperengi 2012 yılı Nisan ayında yayımlandı.
Yazarla yapilan bir konusma ile ilgili:
Hande Altaylı ile üçüncü kitabı ‘Kahperengi’yi konuşmak üzere buluşup kitabından, 12 yaşındaki kızı Zeynep’ten, havadan sudan ve okuyucuyla ilişkisinden konuştuk. Sosyal medyayı çok seven ve sıkı bir Twitter kullanıcısı olan Hande Altaylı, okurla bu sayede yakınlaştıklarını da anlattı. Sohbette kulakları çınlayan çoktu ama en az eşi Fatih Altaylı’nın kulağı çınladı…
İnsanları başkaları üzerinden tanımlama huyum yoktur ve bu yüzden Hande Altaylı benim için önce Hande Altaylı’dır. Üçüncü kitabı ‘Kahperengi’ sebebiyle sohbet ettiğim yazar Hande Altaylı, ‘Fatih Altaylı’nın karısı dediklerinde üzülüyor musunuz, diye soruyorlar. Evleneli 16 yıl oldu, hem neden üzüleyim? Fatih’in karısı değil miyim?’ dedi, mevzu kocasından açılınca…
‘Kahperengi’ tıpkı ‘Aşka Şeytan Karışır’ ve ‘Maraz’ gibi başucu kitabı olacak, üstelik bu defa kurgu daha sağlam, hikaye daha akıcı ve ilginç, karakterler daha gerçek. Bir Anadolu kasabasından başlayarak İstanbul’a uzanan, herkesin bir taraftan aşina olduğu sıcacık bir hikaye. Kadın okuyucu da sevecek, erkek de.
Önceki kitapları için hep ‘Film yapılsa’ deniyordu ama bu defa ‘İlla yapılmalı’ diyecek ve ısrar edeceğim.
Kitabından, ailesinden, saçlarının güzelliğinden konuştuk kahvelerimizi içerken, Ayşe Arman’ın, Sibel Tüzün’ün kulağını çınlattık.
Bu arada Hande nasıl zayıf, nasıl havalı bir kadın anlatamam; bir kitap daha yazıp 40 yaş güzelliğini de anlatsa hiç fena olmaz…
İKİNCİ KİTAP LANETİ
İlk iki kitabınız büyük bir başarı kazanmıştı, ‘Kahperengi’ onlarla mukayese edilir diye bir endişeniz oldu mu hiç?
Hayır, o endişeyi ikinci kitabıma başlarken bolca yaşamıştım. Hatta o kaygı yüzünden bir süre yazmamıştım çünkü öyle bir baskı altında yazmak insanı sahicilikten uzaklaştırıyor. ‘Kahperengi’yi yazarken hiç baskı hissetmedim. Galiba o, ikinci kitaplara mahsus bir lanet.
İsim ve kapak şahane; nasıl karar verdiniz her ikisine de?
Bu defa ikisi de biraz zor oldu. ‘Kahperengi’ isim olarak uzun süredir aklımdaydı, basit bir kelime oyunu ama sevmiştim, yine de defalarca gittim geldim ama her defasında bu isme geri döndüm. Kapak içinse, yayınevini ve grafiker arkadaşımız Geray’ı bunaltmış olabilirim. Beni bir süre görmek isteyeceğini sanmıyorum.
Çok başarılı bir anlatımınız var zaten herkesin dilinde; yine bir film gibi canlandı sahneler gözümün önünde, hikayenizin film olmasını ister misiniz?
Teşekkür ederim. Anlatımım çok başarılı mı bilmiyorum ama sinema hayatta en sevdiğim şeylerden biri. Kitaplarımdan birinin film olmasını isterim elbette, böyle bir çalışma da vardı zaten ama sonu gelmedi. Öte yandan bundan daha çok istediğim şey, bir film senaryosu yazmak. Kitabın bazen bir kitap olarak kalması daha iyi olabiliyor.
Şehirli, sade ve anlaşılır bir yazar olarak öne çıkıyorsunuz, siz kendinizi nasıl buluyorsunuz?
Dışarıya nasıl yansıdığını tam olarak bilemiyor insan. Ama şehirli, sade ve anlaşılır olmak fena gelmedi kulağıma.
Ne kadar sürdü yazım aşaması, nasıl çalışırsınız?
a) Sessiz ve karanlık bir ortamda.
b) Gece yarısından sonra.
c) Bir göl kenarında inzivaya çekilerek.
Her yerde çalışabilirim çünkü hayatımın sekiz senesini Galatasaray Lisesi’nde yatılı geçirdim. Konsantrasyonumu bozabilen tek şey kendi kızımın sesi, galiba bir tek onu duyuyorum çalışırken. Bir de sürekli aynı yerde çalışmayı sevmiyorum. Mekan değiştirmek zihnimi açıyor. ‘Kahperengi’yi yazmaya başlarken kendimi Bankalar Caddesi’nde bir hana attım ve bir ay orada kaldım. İyi geldi.
‘İĞRENÇ’ DİYEBİLİRLERDİ
İlk kim okudu kitabı, kimi ne kadar karıştırırsınız işinize?
Yazarken kimseyi karıştırmam ve kimseye okutmam ama bittiğinde acımasızca eleştireceğinden emin olduğum birkaç kişi var, onlara okuturum. ‘Kahperengi’yi ilk Hande Şarman okudu. İlk kitabımın da editörüydü Hande. Sonra Handan Durgut ve ablam Ceyda okudu. Biliyorum ki üçü de beğenmezlerse ‘İğrenç olmuş’ diyebilecek kadar açık sözlüler.
Büyük şehirde yaşayanlarla, küçük kasabalarda yaşayanlar aynı sıkıntıları çekmezler ama aynı aşk acısını yaşayabilirler. Kahramanınız acaba başka bir yerde yaşasaydı…
Bence ‘Her görüşte aşk’ diye bir şey var. Kaç yaşında, nerede ve nasıl karşılaştığınızın önem taşımadığı bir durum bu. Ender bir durum ayrıca. Bazen eski sevgilinizi görünce ‘Ayy bu muymuş?’ dersiniz, bazen de eski yaralarınız tekrar kanamaya başlar ya, öyle bir şey işte… ‘Kahperengi’de Narin’in durumu da bu. Başka bir ülkede de karşılaşsalar aynı şey olurdu bence. Bazı insanlar arasında böyle bir kimya oluyor. On, yirmi, elli ya da yetmiş yaşında, ne zaman karşılaşsalar tekrar tekrar etkileniyorlar birbirlerinden.
KİMSEYE BENZEMİYORLAR
İhanetlerle, acılarla, kayıplarla karşılaşmak insana ne kazandırır? Kadın için hayat, erkeğe göre daha mı zor?
Hayatın zorluğu cinsiyete göre değil de kişinin bencillik derecesine göre değişiyor. Ne kadar bencilseniz hayat sizin için o kadar kolaylaşıyor, çünkü ne yapıp edip bunu becermenin bir yolunu buluyorsunuz. Buna karşılık ne kadar fedakarsanız, hayat o kadar abanıyor omuzlarınıza. Çok fedakar erkekler olabileceği gibi, çok bencil kadınlar da var. O yüzden genellemek istemem. Bütün genellemeler gibi yanıltıcı olur. Hayatta acı çekmek kaçınılmaz, o yüzden bu acılardan bir şeyler öğrendiğimizi düşünerek avunuyoruz. Ama insanlar aynı hataları tekrar ettiklerine göre, bence çok bir şey öğrenmiyoruz yaşadıklarımızdan.
Narin, tamamen kurgu bir karakter mi; tanıdığınız birilerinden izler taşıyor mu?
Tamamen kurgu karakter diye bir şey var mıdır bilmiyorum. Mutlaka tanıdığım insanlardan izler taşıyordur ama tanıdığım kimseye tamamen benzemiyor. Zaten her okur bir karaktere son noktayı zihninde kendisi koyar. Narin, Fırat, Moskof Recep, Hatice… Hepsini ben yazdım ama her okuyucu onlara bir şeyler ekleyerek tamamlayacak kitabı.
Siz ne kadar varsınız romanda?
Bir yerlerden içeriye sızıyorumdur mutlaka ama nerede, ne kadar varım; inanın ben de bilmiyorum. Sonuçta ‘Kahperengi’deki olay örgüsünün iki tarafına da yabancı değilim. Hem kasaba hayatını biliyorum hem de İstanbul gecelerini. Hep ilk romanların biyografik olduğu söylenir ama benim en çok kendimden yediğim romanım ‘Kahperengi’ oldu galiba. Asla otobiyografik diyemem ama iyi tanıdığım hayatları anlattım.
Hikayelerinizden sonra kadın okuyucuyla nasıl bir bağ kurdunuz, yakın mısınızdır okuyucuya?
Kadın okuyucuyla kurduğum bağ erkek okuyucuyla kurduğum bağdan pek farklı değil. Sonuçta her insan farklı bir dünya ve okur-yazar iletişiminde cinsiyet belirleyici değil. Okurla yakınlığım Twitter’dan sonra gelişti. Ben öyle imza günlerini, okumaları falan çok seven biri değilim ama Twitter okurla bağ kurmayı kolaylaştıran bir yer. Mesela şu sıralar bazı okurlar ‘Kahperengi’yle çektikleri fotoğrafları yolluyorlar ve çok hoşuma gidiyor kitabımı masaların, koltukların üzerinde ya da çay, kahve bardaklarının yanında görmek.
ÇOK SEVİYORUM!
Sosyal medyayla aranız iyi yani…
Çok seviyorum sosyal medyayı. Değişen dünyanın en önemli kanıtlarından biri. Başka hiçbir medyayla kıyaslanamayacak kadar dinamik öncelikle. Gerçi o dinamizm aynı zamanda en büyük zayıflığı. Bazen aklın sesini dinleyecek zamanı bulamıyor insan. Bir olay olduktan üç saniye sonra yorumlar yağmaya başlayınca rahatsız oluyorum. Ne zaman düşündün, ne zaman fikir sahibi oldun? İnsanın ilk aklına gelen şeyi fikir sanmasına yol açan bir acelecilik var sosyal medyanın bünyesinde. Aklıselim bir süre sonra; insanlar olaylar üzerine biraz düşününce ortaya çıkıyor tüm sosyal medya ortamlarında. Ama yine de benzersiz bir iletişim ve bilgi ağı. Sözlükleri çok seviyorum bir de. İsminizi girip sizin için ne yazdıklarına bakmak dışında amaçlarla kullanıyorsanız şahane yerler. Özellikle sinema ve müzikle ilgili bir şeylere bakmak için giriyorum ve çok işime yarıyor.
BEN KENDİ KÖŞEMDE İYİYİM!
Fatih Bey seviyor mu kitaplarınızı, birbirinizle işinizi ne kadar konuşursunuz?
Sevdiğini söylüyor ama beni sinir etmemek için öyle diyor olabilir. Biz birbirimizin işine hiç karışmayız. Ne ben ona ‘Ne yazacaksın yarın?’ diye sorarım ne de o bana ‘Ne yazıyorsun?’ der. Bazen tepeme dikilip okumaya çalışır ama okutmam genelde.
Eşinizin sizi hiç değiştirmeye çalışmadığını söylemiştiniz, evliliklerde bu büyük bir hata mıdır?
Evlendiğiniz insanı değiştirmeye çalışmak büyük bir insafsızlık bence. O insanın doğasına ve dünya üzerindeki varlığına bir hakaret. Üstelik bunu başaramıyorsunuz da. Herkes olduğu gibi kalıyor, siz onları sadece bastırmış ya da sıkmış oluyorsunuz.
Eşinizin yayın yönetmeni olduğu Habertürk Gazetesi’nde köşe yazmak ister miydiniz?
Yok, ben kendi köşemde iyiyim.
Kızınızdan neler öğreniyorsunuz, yeni nesil sizi şaşırtıyor mu?
Biz Kemalettin Tuğcu’yla büyüdük, onlar iPad’le… Sanırım bu zamana dek görülmüş en büyük kuşak farkını yaşıyoruz şu anda. İnternet çağının içine doğdular ve bizim ne kadar çabalasak da bir türlü yakalayamadığımız doğallıkla uyum sağlıyorlar her yeniliğe. Biz iki arada bir derede kaldık; onlar nerede olduklarını çok iyi biliyorlar. ‘Evde bir uzaylı var’ hissine kapılıyorum bazen. Hemen her saniye bir şey öğreniyorum Zeynep’ten, yeni müzik grupları mesela… Her gün bana yeni bir şeyler dinletiyor. Çocuk, insanı sürekli güncelleyen bir şeymiş onu öğrendim bir de çağa ayak uydurmanıza yardım ediyorlar.
1971 yılında Edremit’te doğdu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi okudu. Çeşitli ajanslarda reklam yazarlığı yaptı ve şarkı sözleri yazdı. İlk romanı Aşka Şeytan Karışır, 2006 yılında yayınlandı ve o yılın en çok satan kitaplar arasında yer aldi. İkinci romanı Maraz, 2009 yılında okuyucuyla buluştu. Üçüncü romanı Kahperengi 2012 yılı Nisan ayında yayımlandı.
Yazarla yapilan bir konusma ile ilgili:
Hande Altaylı ile üçüncü kitabı ‘Kahperengi’yi konuşmak üzere buluşup kitabından, 12 yaşındaki kızı Zeynep’ten, havadan sudan ve okuyucuyla ilişkisinden konuştuk. Sosyal medyayı çok seven ve sıkı bir Twitter kullanıcısı olan Hande Altaylı, okurla bu sayede yakınlaştıklarını da anlattı. Sohbette kulakları çınlayan çoktu ama en az eşi Fatih Altaylı’nın kulağı çınladı…
İnsanları başkaları üzerinden tanımlama huyum yoktur ve bu yüzden Hande Altaylı benim için önce Hande Altaylı’dır. Üçüncü kitabı ‘Kahperengi’ sebebiyle sohbet ettiğim yazar Hande Altaylı, ‘Fatih Altaylı’nın karısı dediklerinde üzülüyor musunuz, diye soruyorlar. Evleneli 16 yıl oldu, hem neden üzüleyim? Fatih’in karısı değil miyim?’ dedi, mevzu kocasından açılınca…
‘Kahperengi’ tıpkı ‘Aşka Şeytan Karışır’ ve ‘Maraz’ gibi başucu kitabı olacak, üstelik bu defa kurgu daha sağlam, hikaye daha akıcı ve ilginç, karakterler daha gerçek. Bir Anadolu kasabasından başlayarak İstanbul’a uzanan, herkesin bir taraftan aşina olduğu sıcacık bir hikaye. Kadın okuyucu da sevecek, erkek de.
Önceki kitapları için hep ‘Film yapılsa’ deniyordu ama bu defa ‘İlla yapılmalı’ diyecek ve ısrar edeceğim.
Kitabından, ailesinden, saçlarının güzelliğinden konuştuk kahvelerimizi içerken, Ayşe Arman’ın, Sibel Tüzün’ün kulağını çınlattık.
Bu arada Hande nasıl zayıf, nasıl havalı bir kadın anlatamam; bir kitap daha yazıp 40 yaş güzelliğini de anlatsa hiç fena olmaz…
İKİNCİ KİTAP LANETİ
İlk iki kitabınız büyük bir başarı kazanmıştı, ‘Kahperengi’ onlarla mukayese edilir diye bir endişeniz oldu mu hiç?
Hayır, o endişeyi ikinci kitabıma başlarken bolca yaşamıştım. Hatta o kaygı yüzünden bir süre yazmamıştım çünkü öyle bir baskı altında yazmak insanı sahicilikten uzaklaştırıyor. ‘Kahperengi’yi yazarken hiç baskı hissetmedim. Galiba o, ikinci kitaplara mahsus bir lanet.
İsim ve kapak şahane; nasıl karar verdiniz her ikisine de?
Bu defa ikisi de biraz zor oldu. ‘Kahperengi’ isim olarak uzun süredir aklımdaydı, basit bir kelime oyunu ama sevmiştim, yine de defalarca gittim geldim ama her defasında bu isme geri döndüm. Kapak içinse, yayınevini ve grafiker arkadaşımız Geray’ı bunaltmış olabilirim. Beni bir süre görmek isteyeceğini sanmıyorum.
Çok başarılı bir anlatımınız var zaten herkesin dilinde; yine bir film gibi canlandı sahneler gözümün önünde, hikayenizin film olmasını ister misiniz?
Teşekkür ederim. Anlatımım çok başarılı mı bilmiyorum ama sinema hayatta en sevdiğim şeylerden biri. Kitaplarımdan birinin film olmasını isterim elbette, böyle bir çalışma da vardı zaten ama sonu gelmedi. Öte yandan bundan daha çok istediğim şey, bir film senaryosu yazmak. Kitabın bazen bir kitap olarak kalması daha iyi olabiliyor.
Şehirli, sade ve anlaşılır bir yazar olarak öne çıkıyorsunuz, siz kendinizi nasıl buluyorsunuz?
Dışarıya nasıl yansıdığını tam olarak bilemiyor insan. Ama şehirli, sade ve anlaşılır olmak fena gelmedi kulağıma.
Ne kadar sürdü yazım aşaması, nasıl çalışırsınız?
a) Sessiz ve karanlık bir ortamda.
b) Gece yarısından sonra.
c) Bir göl kenarında inzivaya çekilerek.
Her yerde çalışabilirim çünkü hayatımın sekiz senesini Galatasaray Lisesi’nde yatılı geçirdim. Konsantrasyonumu bozabilen tek şey kendi kızımın sesi, galiba bir tek onu duyuyorum çalışırken. Bir de sürekli aynı yerde çalışmayı sevmiyorum. Mekan değiştirmek zihnimi açıyor. ‘Kahperengi’yi yazmaya başlarken kendimi Bankalar Caddesi’nde bir hana attım ve bir ay orada kaldım. İyi geldi.
‘İĞRENÇ’ DİYEBİLİRLERDİ
İlk kim okudu kitabı, kimi ne kadar karıştırırsınız işinize?
Yazarken kimseyi karıştırmam ve kimseye okutmam ama bittiğinde acımasızca eleştireceğinden emin olduğum birkaç kişi var, onlara okuturum. ‘Kahperengi’yi ilk Hande Şarman okudu. İlk kitabımın da editörüydü Hande. Sonra Handan Durgut ve ablam Ceyda okudu. Biliyorum ki üçü de beğenmezlerse ‘İğrenç olmuş’ diyebilecek kadar açık sözlüler.
Büyük şehirde yaşayanlarla, küçük kasabalarda yaşayanlar aynı sıkıntıları çekmezler ama aynı aşk acısını yaşayabilirler. Kahramanınız acaba başka bir yerde yaşasaydı…
Bence ‘Her görüşte aşk’ diye bir şey var. Kaç yaşında, nerede ve nasıl karşılaştığınızın önem taşımadığı bir durum bu. Ender bir durum ayrıca. Bazen eski sevgilinizi görünce ‘Ayy bu muymuş?’ dersiniz, bazen de eski yaralarınız tekrar kanamaya başlar ya, öyle bir şey işte… ‘Kahperengi’de Narin’in durumu da bu. Başka bir ülkede de karşılaşsalar aynı şey olurdu bence. Bazı insanlar arasında böyle bir kimya oluyor. On, yirmi, elli ya da yetmiş yaşında, ne zaman karşılaşsalar tekrar tekrar etkileniyorlar birbirlerinden.
KİMSEYE BENZEMİYORLAR
İhanetlerle, acılarla, kayıplarla karşılaşmak insana ne kazandırır? Kadın için hayat, erkeğe göre daha mı zor?
Hayatın zorluğu cinsiyete göre değil de kişinin bencillik derecesine göre değişiyor. Ne kadar bencilseniz hayat sizin için o kadar kolaylaşıyor, çünkü ne yapıp edip bunu becermenin bir yolunu buluyorsunuz. Buna karşılık ne kadar fedakarsanız, hayat o kadar abanıyor omuzlarınıza. Çok fedakar erkekler olabileceği gibi, çok bencil kadınlar da var. O yüzden genellemek istemem. Bütün genellemeler gibi yanıltıcı olur. Hayatta acı çekmek kaçınılmaz, o yüzden bu acılardan bir şeyler öğrendiğimizi düşünerek avunuyoruz. Ama insanlar aynı hataları tekrar ettiklerine göre, bence çok bir şey öğrenmiyoruz yaşadıklarımızdan.
Narin, tamamen kurgu bir karakter mi; tanıdığınız birilerinden izler taşıyor mu?
Tamamen kurgu karakter diye bir şey var mıdır bilmiyorum. Mutlaka tanıdığım insanlardan izler taşıyordur ama tanıdığım kimseye tamamen benzemiyor. Zaten her okur bir karaktere son noktayı zihninde kendisi koyar. Narin, Fırat, Moskof Recep, Hatice… Hepsini ben yazdım ama her okuyucu onlara bir şeyler ekleyerek tamamlayacak kitabı.
Siz ne kadar varsınız romanda?
Bir yerlerden içeriye sızıyorumdur mutlaka ama nerede, ne kadar varım; inanın ben de bilmiyorum. Sonuçta ‘Kahperengi’deki olay örgüsünün iki tarafına da yabancı değilim. Hem kasaba hayatını biliyorum hem de İstanbul gecelerini. Hep ilk romanların biyografik olduğu söylenir ama benim en çok kendimden yediğim romanım ‘Kahperengi’ oldu galiba. Asla otobiyografik diyemem ama iyi tanıdığım hayatları anlattım.
Hikayelerinizden sonra kadın okuyucuyla nasıl bir bağ kurdunuz, yakın mısınızdır okuyucuya?
Kadın okuyucuyla kurduğum bağ erkek okuyucuyla kurduğum bağdan pek farklı değil. Sonuçta her insan farklı bir dünya ve okur-yazar iletişiminde cinsiyet belirleyici değil. Okurla yakınlığım Twitter’dan sonra gelişti. Ben öyle imza günlerini, okumaları falan çok seven biri değilim ama Twitter okurla bağ kurmayı kolaylaştıran bir yer. Mesela şu sıralar bazı okurlar ‘Kahperengi’yle çektikleri fotoğrafları yolluyorlar ve çok hoşuma gidiyor kitabımı masaların, koltukların üzerinde ya da çay, kahve bardaklarının yanında görmek.
ÇOK SEVİYORUM!
Sosyal medyayla aranız iyi yani…
Çok seviyorum sosyal medyayı. Değişen dünyanın en önemli kanıtlarından biri. Başka hiçbir medyayla kıyaslanamayacak kadar dinamik öncelikle. Gerçi o dinamizm aynı zamanda en büyük zayıflığı. Bazen aklın sesini dinleyecek zamanı bulamıyor insan. Bir olay olduktan üç saniye sonra yorumlar yağmaya başlayınca rahatsız oluyorum. Ne zaman düşündün, ne zaman fikir sahibi oldun? İnsanın ilk aklına gelen şeyi fikir sanmasına yol açan bir acelecilik var sosyal medyanın bünyesinde. Aklıselim bir süre sonra; insanlar olaylar üzerine biraz düşününce ortaya çıkıyor tüm sosyal medya ortamlarında. Ama yine de benzersiz bir iletişim ve bilgi ağı. Sözlükleri çok seviyorum bir de. İsminizi girip sizin için ne yazdıklarına bakmak dışında amaçlarla kullanıyorsanız şahane yerler. Özellikle sinema ve müzikle ilgili bir şeylere bakmak için giriyorum ve çok işime yarıyor.
BEN KENDİ KÖŞEMDE İYİYİM!
Fatih Bey seviyor mu kitaplarınızı, birbirinizle işinizi ne kadar konuşursunuz?
Sevdiğini söylüyor ama beni sinir etmemek için öyle diyor olabilir. Biz birbirimizin işine hiç karışmayız. Ne ben ona ‘Ne yazacaksın yarın?’ diye sorarım ne de o bana ‘Ne yazıyorsun?’ der. Bazen tepeme dikilip okumaya çalışır ama okutmam genelde.
Eşinizin sizi hiç değiştirmeye çalışmadığını söylemiştiniz, evliliklerde bu büyük bir hata mıdır?
Evlendiğiniz insanı değiştirmeye çalışmak büyük bir insafsızlık bence. O insanın doğasına ve dünya üzerindeki varlığına bir hakaret. Üstelik bunu başaramıyorsunuz da. Herkes olduğu gibi kalıyor, siz onları sadece bastırmış ya da sıkmış oluyorsunuz.
Eşinizin yayın yönetmeni olduğu Habertürk Gazetesi’nde köşe yazmak ister miydiniz?
Yok, ben kendi köşemde iyiyim.
Kızınızdan neler öğreniyorsunuz, yeni nesil sizi şaşırtıyor mu?
Biz Kemalettin Tuğcu’yla büyüdük, onlar iPad’le… Sanırım bu zamana dek görülmüş en büyük kuşak farkını yaşıyoruz şu anda. İnternet çağının içine doğdular ve bizim ne kadar çabalasak da bir türlü yakalayamadığımız doğallıkla uyum sağlıyorlar her yeniliğe. Biz iki arada bir derede kaldık; onlar nerede olduklarını çok iyi biliyorlar. ‘Evde bir uzaylı var’ hissine kapılıyorum bazen. Hemen her saniye bir şey öğreniyorum Zeynep’ten, yeni müzik grupları mesela… Her gün bana yeni bir şeyler dinletiyor. Çocuk, insanı sürekli güncelleyen bir şeymiş onu öğrendim bir de çağa ayak uydurmanıza yardım ediyorlar.