Son Raunt isimli kitabında 62 maket setindeki gizemi meraklılarına aktarır Cortazar:
"Birtakım anlatıcıların inandığı gibi, gizemli olan şey büyük harflerle yazılı değildir, tersine birtakım şeylerin arasından gözden kaçar; iki aradadır."
Pek çok defa referans aldığım Yolları Çatallanan Bahçesi öyküsünde Borges, temelde zamanı anlatmasına karşın öyküde asla zaman sözcüğünün geçmesine izin vermez.
62 - Maket Setinde, gerçeküstü öğelerinin -vampir motifi başta olmak üzere -sadece romanın domino taşlarından biri olduğunu, bütünün alacaklı olduğu öğelerden biri halinde görüyoruz. Bütüne katılan bu etkin sosa karşın, yine de kitapta vampir sözcüğüne en yakın kelime olarak yalnızca bir defa vampirizm kelimesi geçiyor. Gerçeküstünün bu derece gizemle tutturulduğu bu tuhaflık, okuru ve 62'nin kuklalarından ikisini paranoyak bir sürece tabi tutuyor.
Eh Cortazar gizemi asla açık etmeyen bir yazar ama 62 Maket Setinde Şehir ve paredros gibi kavramları kavrayabilmek ciddi anlamda zorlayıcı. Şehir mit. Şehir mıntıkanın buluşma yeri ama şehir tam olarak ne, hangi şehir? Şehir kelimesi her yeri ve her şeyi kapsadığını biliriz ama tam olarak nedir?
Aslı Biçen bu konuda romanın İngiliz çevirmeninin notuna değiniyor:
"Bu kavram Mısırlıların kılavuz ruh kavramından geliyor, bir yol arkadaşı; bu kitapta ise hem paylaşılan hem değişik insanlara değişik zamanlarda sirayet eden bir var oluş tarzı."
Eh, gizem hala tam olarak Cortazar'ın yapılandırdığı gibi okurun o var oluşu algılayış biçimine bağlı olarak sürdürülebilir.
Peki ya Paredrosum.. Paredros muhtemelen yok, paredrosum vicdanın, entelektüelliğin, dostluğun kişileştirilmiş bir prototipi. Bir robot. Eh bence, ve yine bence yanlış bir tespit.
Cortazar ki söz konusu kendisi ise şaşkınlığa düşerim. 62 maket seti biçimsel özellikleriyle tipik bir Cortazar kitabı. Anlatıcının sessizce kimlik değiştirmesiyle, diyalogların kuvveti, bilinç akışının yoğunluğu ile asla standardın altında düşmeyen Cortazar'ın en güçlü eserlerinden biri.
"Bir kanlı kale istiyorum" diye başlayan roman, kronolojik bir zamanı anlatmaz, karakterler mesafelerce uzaktayken bir bölüm sonra beraber olabilirler. 62 tekrarlamalarla tatlanır.
Ve şöyle ki, imkansız aşkların, tutkuların, bastırılmış ihtiyaçların, umutların çemberinde kendi ihtiyaçlarını gidermeye çalışan mıntıka tayfası ağızda kekremsi bir tat bırakacaktır. Tek tek anlatmayacağım bu karakterler çoğu zaman duygusal, bazen gayrımemnun ve bazen de o muzip dalaşmalarıyla kahkaha attırabilir okuruna.
Metnin gücüne güç katan diyaloglar ve karakterlerin çekimserlikleri, gerilimleri o kadar Cortazar'a özgün biçimde aktarılıyor ki işte bunu bu şiddette başarabilen başka bir yazar yok.
Uruguaylı Felisberto Hernandez'den, Nabokov'un Solgun Ateşine, Rimbaud'dan pek çok yazarın etkileri olduğunu yine Son Raunt'da aktarır.
Velhasıl ilk kez bir Cortazar yazını için şunu ilan etmekten çekinmeyeceğim sanırım: Tam bir Cortazar metni.
"Ben o kadar da emin değilim," diye mırıldandı Juan. "Ama haklısın, dizginleri geleceğin eline verme gafletine düşmeyelim. Şehirde de şehrin dışında da depoladığım mahvolmuş gelecekler bütün gözeneklerime işledi zaten. Ne bileyim, sen bana işlevsel bir mutluluk veriyorsun sanki, mantıklı, gündelik bir insaniyet, bu da az şey değil ve mis kokulu bir midilliye benzemenin tek müsebbibi sensin. Ama bir an geliyor kendimi bir kinik gibi hissediyorum, ırkımın tabuları tırnaklarını gösterdiği zaman; işte o zaman bir yerde hata yaptığımı düşünüyorum, ifade tuhaf gelecek belki ama seni şeyleştirdiğimi , neşenden faydalandığımı düşünüyorum. Seni oraya koyuyorum sonra oradan alıyorum, bir şişe mantarı gibi takıp çıkarıyorum, seni hep yanımda taşıyor, ama hüzünlü olmam ya da yalnızlık çekmem gerektiğinde uzaklaştırıyorum. Ama sen beni böyle nesneleştirmiyorsun hiç, tabii içten içe bana acıyıp günlük iyilik haddini doldurmak için yanında bulundurmuyorsun eğer, bir izci başarı kurdelesi filan gibi."
Eh, bir Cortazar metni işte, ustalıkla örülmüş bir kelime ve metafor dünyası.