*spoiler içerebilir*
Panait Istrati'yi ilk kez "Mihail" adlı kitabıyla tanımış ve çok sevmiştim. Özenle kurulmuş cümleleri sizi kitabın içine daha ilk sayfadan çekiyor, arkadaşlık ve sevgi üzerine çok güzel dersler veriyordu. Sahafta aynı yazarın Akdeniz kitabını görünce düşünmeden alıp aynı beklentiyle okumaya başladım.
Kitabımızın baş karakteri, yazarın kendisiyle özdeşleştirdiği Adrien. Bu genç adam hayatı birçoğumuzdan farklı bir bakış açısıyla yaşıyor; özgürce ve tadını çıkararak. Dünyayı geziyor, okuyor ve en yoksul halindeyken bile yaşadıklarından keyif almayı biliyor. Bu sefer Akdeniz'e, Mısır'a doğru bir yolculuğa çıkıyor ve biz de onun serüvenlerini okuyoruz. Gemide Yahudi bir adam olan Musa ile karşılaşıp onun macerasına ortak oluyor önce Adriyen, ardından tek başına yollara düşüp Bianchi ile, Simon Herdan ile yaşadıklarına tanık oluyoruz. Tüm bu olan biteni okurken eğlenceli olaylarla da karşılaşıyoruz aslında, örneğin Adriyen bir konuşmasında örnek vermek için Hamlet'in yazarını kullanmak ister fakat aklına bir türlü yazarın ismi gelmez. Sonra da Şam'da kahve kahve dolaşıp kendince bilgili gördüğü adamlara Hamlet'in yazarını sorsa da kimseden cevap bulamaz. En sonunda bu kadar ünlü bir yazarı bile bilmeyen insanların yaşadığı bir şehirde yaşamayı kendine yediremez ve yola çıkmaya hazırlanır. O sırada denk geldiği birinden karşılığında onun sirkinde çalışmayı kabul ederek cevabı öğrenir fakat ertesi gün bu adamla birlikte zengin olma şansını teperek şehirden 'yine' ayrılır.
Kitabın son bölümleri, Adriyen'in biricik dostu Mihail üzerinden gidiyor daha çok. Öncelikle, Adriyen ile Mihail yazının başında bahsettiğim kitapta, Adriyen'in hayattan umudunu kaybettiği bir dönemde tanışmışlardı. Baş kahramanımızın hayatında oldukça önemli bir yere sahip ki kendisi Mihail'i şu şekilde tanıtmıştı orada: "Bitler tarafından yenirken, yutarcasına kitap okuyan kaç kişi gördünüz bugüne dek?" Mihail, çok okuyan, bilgili, hayatı maddi taraflarıyla görmeyen bir kişiydi. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü bu kitapta Mihail'i fazlasıyla değişmiş görüyoruz. Vereme yakalanmış, tek derdi hayattaki son günlerini refah içinde geçirmek olan bu adam rahata kavuşmak için zengin kadınları ayartmaya çalışıyordu. Okuyucu olarak ben de Adriyen kadar onun bu haline şaşırmış ve hatta üzülmüştüm. Biraz daha Mihail gözünden satırlar okumak düşüncem hayal kırıklığı bataklığına saplanmıştı. Ama yine ben de Adriyen gibi zamanla onu anlamak zorunda kalıyoruz ve hatta üzücü ölümünden sonra onu affediyoruz. "Zavallı Mihail! Şu anda onu her zamankinden çok seviyor ve veremin pençesinde kıvrandığı zamandan beri onun gibi bir adama layık olmayan hayallere kapılarak kendi vicdanına indirdiği darbeleri affediyordum." Kitabın, Mihail'in ölümü üzerine yazılmış bölümlerinde, bir dostu kaybetmenin acısını en derinden hissettiriyor yazar bize.
Akdeniz, Adriyen'in Paris'e doğru, Mihail'i olmadan yola çıkmasıyla bitiyor. Onun serüvenlerini Istrati'nin diğer kitaplarından okumayı kendime tembihleyerek değerlendirmeyi bitiriyorum.