güzyagmuru

3 takip ettiği ve 0 takip edeni var. 30 değerlendirme yapmış.

Son Aktiviteler

güzyagmuru bir kitabı yarıda bıraktı.
Havuz Başı

Sait Faiki 1940ta Nurullah Ataç sayesinde tanıdım. Nurullah Ataç, Burgaza gidip Sait Faiki görmemizi önerdi. ‘O da kim? diye sordum. ‘Türkiyenin en iyi hikâye yazarı dedi. Edebiyatımızın en iyi öykü yazarı olduğuna şimdi de inanıyorum. Neden derseniz, benim için edebiyatın özü şiirdir de ondan. Ve Sait öykülerinde şairdir.Mîna Urgan...Ben, iskambil oynarken, yanımda birisi durursa pek memnun olurum, o zaman oyunu da iyi oynarım. Yalnız başına olan insan kadar büyük adam yoktur ama insanlarla beraber olan insan hakiki kıymetini ölçer, biçer.diyen büyük yazarın; ilk kez 1952de yayımlanan hikâye kitabı Havuz Başı yeniden gözden geçirilerek yayına hazırlandı. Mektuplar, manüskriler ve gün ışığına çıkmamış yepyeni metinler sırada... TADIMLIKBeyazıt Havuzunun kenarındaki kanepelerden birine oturmuş sizi bekliyorum. Yaşını almış bir adamın yirmi yaşındaki çocuk kederlerini, sevinçlerini yaşaması ne demektir, diye düşünüyorum: Belki, bir geç olma hadisesi. Belki de bir çeşit hazları, kederleri, çocuklukları uzatma temayülü. Ama bu uzayan yaz, kışın gelmeyeceğine alamet değil. Kış müthiş olacak, kar yolları kapayacak, bembeyaz ovada ölülük uzayıp gidecek...Sizi bekliyorum. Sizi göreceğim; içimde bir şey koşacak. Siz görmeden geçeceksiniz. Ben kederle sevinci duyup dalacağım istediğim âleme. Dünyayı yeniden kederlerle kuracağım. Sonra çarşılardan çarşılara, insan sesleri arasında, her şeyi sizinle kurulmuş bir şehirde dolaşacağım.Herkesler geçti, siz geçmediniz. Yüzünüzü göremedim. Bayramım, çocukluk bayramım salıncaksız geçmiş gibi gözüme yaş doldu.Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi, bilmem. Havuzun suyu bulanık. Kapının saatleri on ikiyi geçmiş. Kanepelerde kimseler yok. Tramvay ne fena gıcırdadı! Tramvaydaki adam bir tanıdık mıydı, acaba? Ne diye öyle dönüp dönüp baktı?.. Yoksa kimseciklerin oturmadığı kanepelerde bu saatte yalnız pek başıboşlar mı oturur? Kimseler âşık değil mi bu şehirde? Kimseler, bir meydanın kanepesinde kimseyi beklemeyecek mi, yüzünü bir dakika görmek için kimsenin?Önce yanımdaki kanepeye oturdular. Biri kadın, öteki erkekti. Erkek bana gülümsedi. Halim yok gülmeye; yoksa tatlı tatlı gülümsemesine karşılık verilmeyecek adam değildi. Bu selam yerine geçen gülümsemeye neden cevap vermedim? Sizi bekliyordum. Hâlâ sizi bekliyordum. Belki de bugün, bu saatte buradan çıkmayacaktınız... Yoksa hasta mıydınız?Bir ara, bir başkasında saçlarınızı, yürüyüşünüzü seyreder gibi olmuş, siz olmadığınızı görünce yeniden merak etmiş, üzülmüş; sonra, belki de benim burada oturduğumu tahmin etmiştir de öteki kapıdan çıkmıştır, şüphesine düşmüştüm. Bu şüpheden çabucak caydım. O kadar ehemmiyet verilmeye değer miydim?Ya hastaysanız!..Sanki hastaydınız. Koşup yatağınızın başucuna gelmiştim. Gözlerinizi açtınız. Alnınız terliydi. İki açık sarı tel, terli alnınızın üstüne yapışmıştı. Ateşim düşmüyor demiştiniz. Şehre koşmuştum. Karaborsalardan ilaçlar getirmiştim. İyileşmiştiniz. Rıhtım boyunca yürümüştük. Taze, kırmızıydınız. Alnınız terliydi. Gülüyordunuz. Alay ediyordunuz. Koşuyordunuz, yakalayamıyordum. Allah esirgesin! Hasta olmayın!Dört beş saniye içinde bunları düşündüğümden adamın selamına karşılık vermemiştim. Dört beş saniye bir gecikmeden sonra ben de güldüm. Bunun üzerine adam yerinden kalktı, yanıma geldi.— Bu caminin ismi ne?Bir türlü bulamadım caminin ismini, dersem inanır mısınız? Hâlâ sizinle beraberdim. Hayır, hasta filan değildiniz, çok şükür! Beni görmemek için arka yollardan gidişinizi görür gibi oldum. İçimi mütevekkil bir sıkıntı sardı. Kızamıyorum size... Dünyaya kızıyorum. En iyi arkadaşıma kızıyorum. –Yok a...– Bu mayıstan başka her şeye benzeyen soğuk bin dokuz yüz kırk altı mayısına kızıyorum. Budalaca gülen kızlara kızıyorum. Size kızamıyorum. Arka sokaklardan beni görmemek için kaçtıysa beni düşünerekten gitmiştir diyorum. Hatırladım caminin ismini:— Beyazıt Camii, canım!Kadın da yerinden kalktı. Adamın mühim bir sual sorduğunu, cevabımın bütün karışık meseleleri halledeceğini bağıran pek mütecessis bir yüzle yanımıza geldi. Yanına oturdu adamının. Bu sefer o sordu:— Ali Sofya, hangisi?— Şu tarafta...Bir işaretle sol tarafı gösterdim. Anlayamadılar ne taraftadır Ali Sofya. Elimin gösterdiği istikameti bir türlü kestiremediler. Gösterdiğim yerde kocaman binalar, birbirini kesen, biçen yollar, dükkânlar vardı. Oradan Ayasofyayı nasıl bulacaklar? Ama ne yapsınlar, çaresiz kabullendiler. Zahir oralardadır, diye akıllarından geçmiş gibi yüzüme baktılar. Son bir defa daha:— Herhalde ıraktır, dediler.— Yok, pek ırak değil, dedim.Adam ellisini aşmıştı. Toprak rengi yüzünde alışılmamış çizgiler vardı.— Bunu getirdim köyden, dedi.Çarşaflı kadını gösterdi: Sütlaç gibi buruşuk, ufacık gözleri ile yanaklarının elmacık kemiklere rastlayan yerleri pırıl pırıl, dişleri bembeyaz, yüzüne bakınca bir süt kokusu duyar gibi oldum. Bu yüz pembe mi pembe; içinde ne güzel bir kan akıyordu kim bilir...

Sait Faiki 1940ta Nurullah Ataç sayesinde tanıdım. Nurullah Ataç, Burgaza gidip Sait Faiki görmemizi önerdi. ‘O da kim? diye sordum. ‘Türkiyenin en iyi hikâye yazarı dedi. Edebiyatımızın en iyi öykü yazarı olduğuna şimdi de inanıyorum. Neden derseniz... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 9 yıl
güzyagmuru bir değerlendirme yaptı.
İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 9 yıl
güzyagmuru şu an okuyor.
Gülnihal

Sevdiğin beyin başı için sus! Beyi bulodar gururuna dokunacağını bile medim. Nişanı ben sana kabul ettirdim onun da senin de telef olmanıza ben sebep olacağım. Düşündükçe vücudumun her zerresi bir kıvılcım kesiliyor. Biraz bana fırsat ver, biraz aklım başıma gelsin. Ben vallahi Beyini o köpeğe yedirmem. Şimdi giderim vururum. Zehirlerim. Konağı yakarım. Ne yaparsam yaparım. Yarın inşallah sizi kurtarırım... Gel! Rıdvan kapıyı çalıyor. Çabuk ol, bizi burada görürlerse Beyi beş dakika ya-şatazlar. (Yüzüğü yerden alarak) Aman yüzüğü al. Az kaldı bir iz bırakacaktık ki...

Sevdiğin beyin başı için sus! Beyi bulodar gururuna dokunacağını bile medim. Nişanı ben sana kabul ettirdim onun da senin de telef olmanıza ben sebep olacağım. Düşündükçe vücudumun her zerresi bir kıvılcım kesiliyor. Biraz bana fırsat ver, biraz aklı... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 9 yıl
güzyagmuru okumuş bitirmiş.
Gülnihal

Sevdiğin beyin başı için sus! Beyi bulodar gururuna dokunacağını bile medim. Nişanı ben sana kabul ettirdim onun da senin de telef olmanıza ben sebep olacağım. Düşündükçe vücudumun her zerresi bir kıvılcım kesiliyor. Biraz bana fırsat ver, biraz aklım başıma gelsin. Ben vallahi Beyini o köpeğe yedirmem. Şimdi giderim vururum. Zehirlerim. Konağı yakarım. Ne yaparsam yaparım. Yarın inşallah sizi kurtarırım... Gel! Rıdvan kapıyı çalıyor. Çabuk ol, bizi burada görürlerse Beyi beş dakika ya-şatazlar. (Yüzüğü yerden alarak) Aman yüzüğü al. Az kaldı bir iz bırakacaktık ki...

Sevdiğin beyin başı için sus! Beyi bulodar gururuna dokunacağını bile medim. Nişanı ben sana kabul ettirdim onun da senin de telef olmanıza ben sebep olacağım. Düşündükçe vücudumun her zerresi bir kıvılcım kesiliyor. Biraz bana fırsat ver, biraz aklı... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 9 yıl
güzyagmuru bir değerlendirme yaptı.
İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 9 yıl
güzyagmuru okumuş bitirmiş.
Karabibik - Zehra

Nâbizâde Nâzım (1862 – 1893)Karabibik (1890), konusunu Anadoludan, İstanbul dışından alan ilk eser olarak dikkati çeker. Önsözünde gerçekçi hikâyenin ana koşullarını açıklayan yazar, Antalya dolaylarındaki bir köy yaşantısından aldığı konuyu bilerek seçtiğini, bu yolla yurt hayatıyla köy dilini tanıtmak istediğini belirtir. Hikâye bir sorunu ya da düğümü çözmez; parça parça görüntülerle köylünün yaşayışından örnek manzaralar sergiler, ağız taklitleriyle köy konuşmasının özelliğini göstermeye çalışır.1894te yazarın ölümünden sonra Servet-i Fünûnda tefrika edilen, 1896da basılan Zehra ise, roman geleneğimizin ilk gerçekçi örneğidir. Yazarının natüralist akıma özenişinin bir ürünüdür. Nâbizâde, aynı kişinin değişen hayat koşulları içindeki ruhsal gelişimini izlemek ister.

Nâbizâde Nâzım (1862 – 1893)Karabibik (1890), konusunu Anadoludan, İstanbul dışından alan ilk eser olarak dikkati çeker. Önsözünde gerçekçi hikâyenin ana koşullarını açıklayan yazar, Antalya dolaylarındaki bir köy yaşantısından aldığı konuyu bilerek ... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 9 yıl
Daha Fazla Göster

güzyagmuru şu an ne okuyor?

güzyagmuru şu anda kitap okumuyor.

Favori Yazarları (0 yazar)

Favori yazarı yok.